YEK1-PDF (6.BÖLÜM)

YEK1-PDF (6.BÖLÜM)

pdf indir: https://www.printfriendly.com/p/g/zfUwTS



İÇİNDEKİLER

1. GÜNEŞİN SUYA BATMASI
2. KURAN UZAYA ÇIKILMAYACAĞINI MI SÖYLÜYOR
3. CİNSİYET BELİRLEME VE YAPAY YAĞMUR
4. RONALDO VE PARA YARDIMI?
5. EN GÜZEL ŞEKİLDE YARATMAK SINIR MI?
6. HZ.AYŞE'NİN İFFETLİ OLDUĞUNA DAİR NEDEN 10 TANE AYET VAR?
7. KOCASI ÖLEN KADININ BEKLEME SÜRESİ
8. İMAM VS ASPİRİN
9. KABE VE MEKKE KORUNMUŞ BÖLGE Mİ?
10. KABE İLK MABED Mİ?
11. RÜZGARLA HAREKET EDEN GEMİLER
12. GRAMER İLE KAVGA EDEN FEMİNİST
13. CEHENNEM EHLİNİN KİTABI HANGİ TARAFTAN VERİLİR
14. HZ.MERYEM'E KAÇ MELEK GELDİ?
15. 3999 VE 4000 DİN ARASINDAKİ FARK
16. HZ.MUHAMMED EPİLEPSİ HASTASI MIYDI
17. NEDEN FAKİRLER ORUÇ TUTUYOR
18. TECAVÜZE İZİN VEREN ALLAH
19. KÖTÜLÜK PROBLEMİ
20. AYETTE "ELÇİ SÖZÜ" DİYOR


İNSTAGRAM: 111YEK111


GÜNEŞİN SUYA BATMASI

İddia: Kehf 86 ayetinde güneşin dünyada suya battığı söyleniyor Kehf 90 ayetinde de doğduğu bir yer olduğunu söylüyor. Bu açıkça güneşi dünyanın içinde sanmaktır ve bilimsel olarak yanlıştır.

Önce ilgili ayete bakalım;

Sonunda güneşin battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir suda batıyor gördü. Orada bir millete rastladı. "Zülkarneyn! Onlara azap da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin" dedik. (kehf86)

Öncelikle bilim dili ve halk dili arasında farkı kabul etmemiz lazım.

Günümüzde bile güneş için "doğma ve batma" fillerini kullanırız. Örneğin "deniz kenarında güneşin batışını izledim" cümlesini biz de kullanırız. Ama kimse burda güneşin cidden denizin içine girip kaybolduğunu kastetmez.

Veya "güneşin dağların arkasından doğuşunu izledim" deriz ve burda da güneşin cidden dağın arkasında saklanmış olduğu ima edilmez.Ki bilimsel olarak güneş doğmaz da batmaz da ve dünya gibi o da kendi yörüngesinde hareket eder. Ama bu halk dilinde kullanılan cümlelerin yanlış olduğu anlamına da gelmez.

Ki eğer cidden bilimsel bir dil ile konuşmaya kalksak günlük hayatta cümle kuramaz hale geliriz.

Örneğin bilimde anlaşılması ve anlatması en zor konulardan biri olan zamanın B teorisine kısaca değineyim; Hemen hemen her gün "dün, yarın, birazdan, sonra" gibi zaman terimlerini kullanırız ve zamanın aktığını kabul ederiz. Buna zamanın A teorisi denir.

Oysa fizikte yapılan deney, gözlemler ve görelilik kuramı da dikkate alındığında A teorisinin yetersiz olduğu sonucuna varılıyor.Ve şuan bir çok fizikçi A teorisi yerine B teorisini savunuyor ki B teorisi görelilik kuramına daha çok uyuyor.

Peki B teorisi nedir? B teorisi zamanın akmadığını ve dün, yarın, şimdi gibi kavramların sahte bir ilizyondan ibaret olduğunu söyleyen teori.

Ki bu nedenselliği de ortadan kaldırır, örneğin "yemek yediğim için doydum" veya "yürüdüğüm için mesafe katettim" tarzı cümleler yanlış oluyor.

Oysa sezgilerimize yüzde yüz ters bir olay değil mi? Hatta çoğumuz "hadi lan ordan bilim de bir yere kadar" şeklinde tepki veririz🙂

Kısaca anlatmak istediğim bilim dili ve günlük konuşma dili birbirinden farklı olabilir. Gerçi bunlara bilim dili demek de çok doğru değil.

Çünkü örneğin doğu-batı gibi kavramlar da aslında bilimde kullanılan ön kabuller. Bir astronot da bu terimleri kullanır.

Veya dünyanın başlangıç meridyenini Londra'daki Greenwich kasabasından geçiyor kabul edip daha sonra dünyayı bölgelere, meridyenlere bölmüşüz.

Eğer gerçek anlamda bakarsak meridyen diye bir şey de yok bunlar hayali çizgiler

Ayrıca ayette güneş için "doğduğu yer" ve "battığı yer" kavramları kullanılmış.Bu da yine bizim kabullerimiz olan doğu ve batı yönlerdir ki bu isimleri güneşin doğduğu ve battığı yere göre biz koyduk. Yoksa eğer olaya uzaydan bakacaksak doğu ve batı diye bir şey de yok.
Kısacası ayet; Zulkarneyn'in doğu tarafına gittiğini ve güneşin doğuşunu izlediğini söylüyor ki her insanevladı için bu durum geçerli.

Ayrıca bir diğer dikkat edilmesi gerek kısım şu; ayet Zulkarneyn'in gözünden anlatılıyor.

Yani ayette çok absürd bir şey olsaydı bile buna bilimsel hata diyemezdik çünkü o şekilde olduğunu gören Allah değil Zulkarneyn

Örneğin ayette; "Zulkarneyn yanardığın içinde bir ev görür gibi oldu" denilse bile buna itiraz edemezsin çünkü ayet Zulkarneyn'in o şekilde gördüğünü söylüyor.

Zulkarneyn yanlış veya hayal görmüş olabilir.Son olarak "batmak" fiilini inceleyelim;

Türkçede hem akşam güneşin kaybolması hem de bir seyin fiziksel olarak denize girmesi için "batmak" fiilini kullanırız. Ama Arapça'da bu iki eylem için farklı sözcükler kullanılır. 

Güneşin batması “garebe” fiiliyle ifade edilir ve "tağrubu” ile “mağrib” bu kökten türeyen isimlerdir. Bir nesnenin fiziksel olarak suda batması için ise “gareke” fiili kullanılır.

-Mağrib; güneşin battığı zaman, batı anlamlarına gelir
-Tagrubu; Mağrib kelimesiyle aynı kökten olup güneşin batması anlamına gelir

Ayette baktığımızda ise garebe kökünden gelen bu iki sözcüğün kullanıldığını görüyoruz. Yani sadece kelimenin arapçasına bile baksak bunun fiziksel bir batma olmadığı anlaşılır.

Sonuç olarak; Ayette bilime ters bir durum söz konusu değil!

KURAN UZAYA ÇIKILMAYACAĞINI MI SÖYLÜYOR

iddia: Rahman 33 ayetinde uzaya çıkılamayacağı yazıyor oysa günümüzde uzaya çıkabiliyoruz, bu açıkça bilime ters!


Önce ilgili ayete bakalım;

Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp öteye geçebilirseniz haydi geçin! Ama (tarafımızdan verilmiş) bir güç ve yetki olmadıkça geçemezsiniz. (Rahman 33)

Bazı bilimsever müslümanlar da ayetin devamında "bir güç ve yetki olmadıkça geçemezsiniz" kısmından yola çıkarak o gücün uzay aracı veya bizi uzaya ulaştıran bilgi olduğunu iddia ediyorlar.Yani ayetin aslında "bir gün o güce kavuşup uzaya çıkılacağına" işaret ettiğini söylüyorlar.

Ateistlerin ve bilimsever müslümanların açıklamaları bu şekilde ama ikisi de yanılıyor.
Çünkü ayette göklerden kasıt atmosfer olamaz.Peki neden atmosfer değil? Ayette dikkat ederseniz insanların yanında aynı zamanda cinlerden de bahsediyor. Ve islam inancına göre evrende cinler için sınırlı bir alan yok.

Yani eğer ayet uzaya çıkılamayacağını iddia etseydi en baştan cinlerden bahsetmezdi. Cinlerin yaşam alanı tüm uzay mı peki?

Cinlerin yaşam alanı ile ilgili net bir ayet veya hadis yok daha doğrusu cinler ile ilgili ayet ve hadisler çok az zaten.Ama şurdan yola çıkalım; örneğin iblis de cinlerdendir ve islam dünyasında hiç bir alim iblisi sadece dünya ile sınırlı tutmaz.

Yani biri çıkıp da "uzayda iblis olmadığı için uzayda kimse size günah işletemez" şeklinde açıklama yapmaz, yapamaz

O yüzden cinler için evrende sınırlı bir yaşam alanı olmadığını ve ayetteki göklerin de dünya atmosferi olmadığını söyleyebiliriz

Peki göklerden kasıt bütün uzay mı?

Evet aslında Kur'an'ın çoğu yerinde "gökler" şeklinde çoğul olarak kullanıldığı için bütün evrenin, bütün alemlerin kastedildiği açıktır.

Ama bu ayette mecazi olarak kullanılmış olabilir çünkü ayetin öncesi ve sonrasına baktığımızda hesap gününden ve kıyametten bahsediliyor.

Mevdudi gibi bütün kainatın kastedilmiş olduğunu söyleyenler olsa da tefsir alimleri çoğunlukla kıyametten bahsedildiği konusunda hemfikir.Hatta Rahman 31 ayetinde "Ey insan ve cin! Sizin de hesabınızı ele alacağız." deniliyor açıkça.

Kısacası "yer ve göklerin sınırları" kısmından mecazi olarak Allah'ın hükmünden ve hesabından kaçılamayacağı anlatılmış.
Sonuca gelirsek; ister bütün kainat ister kıyamet kastedilmiş olsun sonuçta dünya atmosferindan bahsedilmediği gayet açık.O yüzden bu ayetin ne bilime ters olduğunu ne de ayetin bilimsel işaret içerdiğini söylemek doğru olmaz.

Not: Kur'an'da bilimsel işaretler var ama açıkçası bazıları hızını alamayıp ayetler için zorlama yorumlar da yapıyor. Lütfen bu tür sahte bilimcilerden uzak duralım.

Ayrıca bakınız👇


CİNSİYET BELİRLEME VE YAPAY YAĞMUR

iddia 1: Tıpta PGT yöntemi ile doğacak çocuğun cinsiyeti belirlenebiliyor. Peki bu Şûra 49 ayeti ile çelişmiyor mu?

iddia 2: Nur 43 ayetinde Allah'ın yağmuru dilediğine verdiği geçer. Oysa şuan yapay bulut ile istediğimiz yere yağmur yağdırabiliriz.

Önce ilgili ayetlere bakalım👇

“Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. (Şûra 49)

...Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir...(nur 43)

Öncelikle birkaç not düşeyim;

Bazı bilgisiz ateistlerin "Nasa'nın bulut makinası" diye sosyal medyada paylaştığı video, yapay bulut üretimine değil Uzay Fırlatma Sistemi için yapılan bir motor testine ait.

Bunun dışında, gümüş iyodür parçacıkları rüzgar ile atmosfere taşınarak ve daha sonra kristallere dönüştürülerek yapay yağış üretilebilir. Buna bulut tohumlama denir.

Ayrıca PGT yönteminde net olarak cinsiyet belirlenemiyor. %2 ile %7 arasında yanlış sonuç olasılığı var. Ve PGT, Türkiye'de yasak.

Konuya gelirsek baştan şunu diyeyim; evren yasaları dahilinde insanların kısmen bir şeylere müdahele etmesi Allah'ın o şeyi dilemediği anlamına gelmiyor.

Bunu bir analoji kurarak anlatayım; örneğin A kişisi bir şirketin sahibi olsun B kişisi de o şirkette işçi alımı ilgilenen bir çalışan olsun.

Kimin şirkette işe girip girmeyeceğine B kişisi karar verebilse de şirketin sahibi A olduğu için A kişisi " dilediğimi alır diledigimi kovarım" cümlesini kurabilir.

Bunu B çalışanın da yapabilmesi A kişisinin bu cümleyi kurmasına engel değil.

Hatta olayı bi tık zorlaştıralım insanın da (haşa) Allah gibi bir şeyler yaratma özelliği olsun. Yani örnekteki B kişisi A'nın şirket ortağı olsun.

Bu durum yine A kişisinin "istediğimi işe alır istediğimi kovarım" cümlesini kurmasına engel değil.
Evet bu sefer güçler eşit ve aynısını B de yapar, hatta sürekli zıt şeyler yapsalar bile yani mesela A kişisinin işe aldığını B kişisi kovuyor olsun, B kişisinin işe aldığını A kovuyor olsun.

Belki bu durum "kov-işe al" kısır döngüsüne girecek ama yine de A kişisi istediğini yapabiliyor.

Kısacası bebeğin cinsiyetinin belirlenmesi veya birilerinin yapay bulut ile yağmur yağdırması bu ayetler ile çelişmez.

Ayrıca biraz daha geniş bir ölçekte bakarsak; bize "dilemek" hakkını yani irade özgürlüğünü veren Allah olduğu için bu ayet yine aslında doğru bir noktaya gidiyor.

Sonuçta eğer A kişisi B kişisini o göreve getirmeseydi, B kişisi "istediğimi işe alır istediğimi kovarım" diyemeyecekti

Yani kısacası "Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz." (Tekvir 29)

İlk kısmı anladıysak şimdi asıl meseleye gelelim; bu ayetler ne anlatıyor?Aslında ne şura 49 ayetinde konu cinsiyettir ne de nur 43 ayetinde konu yağmurdur.

Normalde bir çok ayette "dilediğine bunu verir dilediğine şunu verir" kalıbı kullanır. Ve biz parmağın gösterdiği yere odaklanmak yerine parmağa takılıyoruz (kediler gibi) Oysa bu tür ayetlerde asıl anlatılmak istenen "her şeyin Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleştiği ve Allah'ın her şeye gücü yettiği" dir.

Örneğin şura 49 için bi sonraki ayet yani şura 50 ayetinin son kısmına bakalım;

Yahut onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar. O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir.” (Şûrâ 50)

Ve Nur 43-45 arasında bazı olaylar anlatıldıktan sonra ayetin son kısmı;

....Allah, dilediğini yaratır. Çünkü Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir. (Nur 45)

Her iki ayetten sonra asıl verilmek istenen mesaj aynı yani Allah'ın her şeye gücü yettiği!

Ayrıca bu tür ayetlerde asıl konunun ne olduğunu farketmemize vesile olan güzel bir peygamber kıssası var Kur'an'da; hz.ibrahim ve firavun arasında geçen konuşma!

Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir, öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara 258)

Olayı bilenleriniz vardır, firavun ben de diriltir ve öldürürüm dedikten sonra adamlarından birini öldürüyor ve hapisteki bir mahkumu da serbest bırakıp "bak ben de birini öldürüp ve dirilttim" diyor.

Firavun asıl verilmek istenen mesajı anlamamış ve bildiğin günümüz ateistleri gibi bir cevap vermişti. Hz.İbrahim ise firavuna "hayır yanlış örnek verdin benim Rabbim hiç yoktan diriltiyor, mahkumu serbest bırakmak diriltmek değildir" diyebilirdi

Ama demiyor çünkü Ibrahim'in değinmek istediği öldürme ve diriltme meselesi değildi. O yüzden o konu üzerinden durmak yerine başka bir örnek verdi.

Ibrahim "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” dedi. Bu sefer firavun çaresiz kaldı. Hz.ibrahim asıl anlatmak istediği kısma gelmişti. Kısacası "bazı şeyleri yapabilsen de benim Rabbim her şeyi ama her şeyi yaratandır" diyordu.

Yani aslında bir gün ölüleri diriltebilecek seviyeye bile gelsek hatta daha ütopik bir şey diyeyim; güneşi batıdan doğurabilecek seviyeye bile gelsek bu ayetlerin yanlış olduğu anlamına gelmez.

Çünkü ayetler güneşin nerden doğup nerden battığını değil asıl dileyenin her zaman Allah olduğunu ve mutlak gücün tek sahibi olduğunu anlatıyor.

Ayrıca örneğin fatır 11 ayetinde

"Onun bilgisi dışında hiçbir dişi ne hamile kalır, ne de doğurur." denilir. Kimse nedense bu ayette hamilelik ve doğurganlık olayına takılmıyor.

Mesela ateist biri çıkıp da "ben istediğim zaman hamile kalır ve doğururum o yüzden ayet yanlış" demiyor.

Veya "O dilediğini kısır kılar"(şura 50) kısmına bakıp "ee biz de birini kısırlaştırabiliriz" demiyor

Çünkü kendisi de asıl anlatılmak isteninin bu olmadığını biliyor. Ama nedense olay bilimsel bir şeye gelince hemen parmağa takılıyoruz.

RONALDO VE PARA YARDIMI?

iddia: Bill Gates ve eşi Afrika'ya milyonlarca lira para yardımı yapıyor şimdi bunlar Müslüman degil diye cehenneme mi gidecek?

Bu ve buna benzer iddiaları ateist/deist sitelerde çokça görmüşsünüzdür. Özellikle bahsedilen kişi Müslüman olmayınca üstünde daha çok duruluyor.

Örneğin geçenlerde futbolcu C. Ronaldo'nun Filistin'e 1,5 milyon dolar bağış yaptığı şeklinde bir haber dolaşıyordu.

Öncelikle şunu diyeyim; Ronaldo bu tür yardım konularında cidden çok iyi biri ve İslam dinine de bir sempatisi var. Insallah bir gün İslam ile şereflenir.

Konuya gelirsek; bu paylaşımda inancına bakarak şu şuraya veya bu buraya gider şeklinde bir şey demeyeceğim

Ki zaten daha önce de dediğim gibi; iman ettim demekle iman edilmiş olmuyor. Müslüman gibi yaşamak da lazım.

Bu paylaşımda sadece para yardımı ile birini cennetlik ilan etmenin neden saçma ve yanlış olduğunu konuşacağız kısaca.

Bir kişinin cennette veya cehenneme gitmesi tek olay üzerinden belirlenmez.Bu kişi para yardımı konusunda iyi olsa da bunun dışında yediği bir çok halt da olabilir.Hayatı zina, uyuşturucu, haram eğlenceler içinde geçen biri sadece parası olduğu için cennetlik olmaz.

Sadece para yardımı için adamı cennetlik yapıyorsan bu aslında ortaçağda hayatı rezilce geçen birinin papaza para vererek cennetten arsa tapusu alması gibidir.

Oysa hesap günü hayatının her evresi dikkate alınır. Müslüman olsun veya olmasın kimse malı-mülkü ile kurtulamaz

Ikincisi; Aslında Bill Gates, Ronaldo gibilerden çok daha büyük yardımlar yapan yoksullar tanıyorum ben.

Örneğin tek varlığı bir ekmek olan birinin ekmeğinin yarısını aç birine vermesi! Çünkü Allah para yardımı konusunda miktara değil orana bakar.

100 tl'si olan birinin 20 tl'lik yardım etmesi 1 milyar serveti olan birinin 1 milyonluk yardım etmesinden daha büyük bir sevaptır Allah katında

Kısacası Allah herkese gücü kadar yük verir.
(Zekatta kırkta bir orana bakılması gibi)

Ki orana değil de miktara bakılsaydı fakirlere açıkça haksızlık olurdu. Biri o parayı anında verirken diğeri belki de 4-5 ay çalışmak zorunda kalacaktı.

Orana vursak, (Müslüman olsaydı bile) Ronaldo kadar zengin birinin zekatını bile karşılamaz bu verdiği para.O yüzden bu tür büyük paralara çok da şaşırmayın ki Ronaldo bu parayı sadece 2 dk'lık bir reklamdan kazanıyor

Ve eğer 2 dakikada kazanılan parayla birini cennetlik ilan ediyorsanız siz imtihan hayatından hiçbir sey anlamamışsınız demektir. 

EN GÜZEL ŞEKİLDE YARATMAK SINIR MI?

iddia: Tin 4 ayetinde Allah'ın insanı en güzel şekilde yarattığı söyleniyor. Peki Allah bu halimizden daha güzel yaratamaz mıydı? Buna gücü yetmiyor mu?

Bu soru yaşça küçük Müslüman bir takipçimden gelmişti ve kabul edersiniz ki atelerin basit çelişki iddialarından daha kaliteli, daha anlamlı bir soru.
Neden anlamlı dedim? Çünkü "en güzel, mükemmel, kusursuz vb" kavramlar çokça yanlış kullanılıyor günlük hayatta.(Ha ayrıca bu kavramlar üzerine kafa yormayı da seviyorum🙂)

Mesela tdk'ya baktığımızda kusursuz ve mükemmel sözcüklerini aynı anlamda kullanıyor veya "bilerek yapılan yanlışa" da kusur diyor.Bu iki kabule itirazım var ama çok uzun bir konu (hatta bu kavramlar üzerine yazılsa kitap olur) o yüzden bu paylaşımda buna girmeyeceğim.

Kısaca şunu diyeyim; kusursuzluk ve mükemmel kavramlarının farklı olduğunu ve bilerek yapılan bir düzensizliğe kusur denmez diye düşünüyorum.Örneğin, moda adı altında "bilerek" yırtık üretilen bir pantolona "kusurlu" denmez

Benzer olarak örneğin; çoğunuz doğru ve gerçek kavramları arasındaki farkı bilirken hakikat ve gerçek kavramlarını aynı anlamda kullanıyorsunuz Oysa gerçek ve hakikat arasında da küçük farklar var. Yine ayrıca günlük hayatta "mükemmel" kavramı?

Örneğin birine olağanüstü bir hayalin var mı diye sorulunca genelde akla hemen uçmak geliyor. "Kanatlarım olsun kuşlar gibi uçmak isterdim bu mükemmel bir sey"Peki iki kanadın iki koldan daha mükemmel olduğuna kanıtımız nedir? Veya "daha mükemmel" demek ne kadar doğru?

Neyse buna da girmeyeceğim şimdilik, daha sonra ayrıca bu kavramlar için konuşuruz, konumuza geri dönelim.

Şöyle ki Allah için mutlak güçlü deriz ve Allah'ın bir güç sınırı yoktur yani Evet, insandan daha güzelini ve ondan daha güzelini yaratabilir.

Peki ayetteki en güzel ne oluyor? "En" sıfatını kullanmak için başka alternatifler olması şartı vardır. 
Mesela sınıftaki tek kız öğrenci iseniz "sınıfın en güzel kızıyım" cümlesi gereksiz bir cümledir zira zaten alternatif yok
En sıfatı kullanılarak varlığı yokluk ile kıyaslayamazsınız. O yüzden ayette insana en güzel derken insan, yaratılmayan yani varlık alemine gelmeyenler ile değil; hayvan, bitki, bakteri, dağ, taş, toprak vb. diğer yaratılan varlıklar ile karşılaştırılıyor. Çünkü sadece var olan bir şey seçenek olabilir

Tabi bu güzellik genel bir güzellik yoksa hayvanların bizden daha üstün bazı özellikleri olabilir.
Mesela kartalların daha keskin gözleri veya köpeklerin daha iyi bir koku duyusu var.

Düşünme, keşfetme, hissetme, ölçme, biçme... gibi sayılamayacak kadar üstün özellikler var insanda. Ki koskoca galaksiler sadece keşfetme özelliğimizin bir sonucu.Ve evrende değerleri, boyutları belirler şeklinde bir yasa yok, o yüzden insan yaptıkları ve yapabilecekleri ile koskoca galaksilerden daha güzel ve daha değerlidir.

"En güzel" sıfatına geri dönersek; aslında günlük hayatta "var olanları" kastederek bunu çokça kullanıyoruz
Örneğin Apple mühendisinin "Iphone X'i en güzel şekilde ürettik" cümlesini kurması..Mühendis burda "dükkana kilidi vurduk fabrikaları kapattık daha da iyi bir telefon üretemeyiz artık" anlamını kastetmiyor.
Tam tersine daha önce üretilmiş piyasadaki telefonlar ile bir karşılaştırma yapıyor. Yoksa bir gün daha iyisini üreteceklerine şüphesi yok.Ayetteki durum da aynı şekilde ve sonuç olarak ayette mantıken herhangi bir hata yok!

Not: "Ahsen-i takvim" denilen bu olayda takvim; kıymetlendirmek/ kıymet biçmek anlamına gelir. Ve bu da sadece fiziki bir kıymet değil aynı zamanda manevi bir kıymet anlamına da gelir.

Ayrıca ayetin devamında "sonra da onu aşağıların en aşağısına attık"(tin 5) der. Bu ayeti göz önüne aldığımızda aslında önceki ayette güzellikten kastın daha çok manevi güzellik olduğu anlaşılıyor.

HZ.AYŞE'NİN İFFETLİ OLDUĞUNA DAİR NEDEN 10 TANE AYET VAR?

iddia: Peygamberinizin eşi Ayşe'nin iffetli olduğuna dair on tane ayet var. Evrensel olduğu söylenen bir kitapta bu benim ne işime yarayacak?

Öncelikle ilgili ayetler hiç bir sebep yokken indirilmedi bir iftira olayı üzerine indi. Olay literatürde "ifk hadisesi" diye geçer. İfk “iftira, en kötü ve en çirkin yalan” demektir

Önce kısaca olaya değinelim;

Resûl-i Ekrem Benî Mustaliḳ (Müreysî‘) Gazvesi’nden dönerken beraberinde götürdüğü eşi Âişe, konakladıkları bir yerde sabaha karşı tekrar hareket emri verildiğinde tabii ihtiyacını gidermek üzere ordugâhtan uzaklaşır.

Geri gelirken boynundaki Yemen (Zafâr) akiği gerdanlığın düşmüş olduğunu farkeder ve kendisini bekleyecekleri düşüncesiyle dönüp aramaya koyulur; ancak karanlıkta onu bulup el yordamıyla tanelerini toplayıncaya kadar çok vakit kaybeder.

Konak yerine geldiğinde diğerlerinin hareket ettiğini görür ve yokluğunu anlayınca aramaya çıkacakları inancıyla orada beklemeye başlar; bu arada uyuyakalır.

Safvân b. Muattal es-Sülemî de kervanın unuttuğu veya düşürdüğü bir şey olabilir diye geriden gelmekle görevli sahabe. Görevi gereği kamp yerini kontrol ederken hz.Ayşe'yi görür ve devesine bindirip hayvanı yederek orduya yetiştirir; fakat hızlı yürümekle birlikte kendisi yaya olduğu için kafileye ancak kuşluk sıcağında mola verdikleri zaman ulaşabilir.

Söz konusu gecikme başlangıçta kötüye yorumlanmamış, hatta kimsenin dikkatini bile çekmemişken, hicretten önce Hazrec kabilesinin reisi olan ve Medine’nin yönetimi kendisine verilmek üzere iken Hz. Peygamber’in gelmesiyle bundan mahrum kalan Abdullah b. Übey ikisinin zina ettiğine dair bir iftira, dedikodu yayıyor.

Not: İslâmiyet’i istemeyerek kabul ettiği için  Abdullah b. Übey münafıkların reisi diye bilinir İslam tarihinde.

Başlattığı dedikoduyla birlikte iç huzursuzluklara yol açan önemli bir olay halini almıştır.

Sefer dönüşü rahatsızlanarak bir ay kadar yatan Hz. Âişe ise kendi hakkında böyle bir iftira olduğunu duymamış, sadece bu süre içerisinde daha önceki rahatsızlıklarında gösterdiği ilgiyi göstermeyen Resûlullah’ın odasına seyrek uğramasından bir şeyler olduğunu sezmişti.

Hz. Âişe, hastalığının nekāhet döneminde bir tesadüfle babasının teyze kızı Ümmü Mistah’tan oğlunun bu dedikoduyu anlattığını duymuş ve üzüntüsünden tekrar hastalanmış, arkasından da Hz. Peygamber’den izin alıp babasının evine gitmişti.

Bir süre sonra olay peygamberi de üzmüştü ne yapacağını bilmiyordu, yakınlarıyla danıştı, hepsi hz.Ayşe'nin iffetli olduğunu ve hiç bir şekilde şüphe duymadıklarını söylediler.

Daha sonra peygamber hz.Ayşe'nin yanına giderek; “Eğer mâsum isen Allah seni temize çıkaracaktır, bir günah işledinse tövbe et ve affını dile; Allah tövbekârları bağışlar” dedi.Hz.Ayşe peygamberin de dedikodulara inandığını sandı ve hz.Yakup gibi sabırla bekleyeceğini söyledi.
Tabi yakındakiler ile istişare etmesinden yola çıkarak peygamberin dedikoduya inandığı sonucu çıkmasın. Biraz empati kurmak lazım burda, Peygamber de sonuçta bir insan ve her erkek gibi başına böyle bir olay gelmesinden üzüntü duymuş. Kişi tüm kalbi ile eşine güvense de böyle bir dedikodu, iftira olması bile üzer kişiyi.

Daha sonra Nur 11-20 arasındaki ayetler olay üzerine indi👇

11. O iftirayı atanlar içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır.

12. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsnüzan beslemeleri ve "Bu apaçık bir iftiradır."demeleri gerekmez miydi?

13. Dört şahit getirseler ya! Şahit getirtmiyorlarsa onlar, Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir.

14. Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın lütfu ve rahmeti hep sizinle olmasaydı, içine daldığınız günah yüzünden size büyük bir azap gelecekti.

15. Çünkü siz, iftirayı dilden dile yayıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz; bunu da önemsiz sanıyorsunuz; halbuki Allah katında o büyük bir şeydir.

16. O kulağınıza geldiğinde "Bunu konuşmak bize yakışmaz, fesübhanellah, bu apaçık bir iftiradır." deseydiniz ya!

17. Eğer gerçek müminlerseniz Allah size, bir daha asla böyle bir şey yapmamanızı öğütlüyor.

18. Allah size ayetleri açıklıyor; Allah ilim ve hikmet sahibidir.

19. Müminler arasında ahlâksızlığın yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve ahirette can yakıcı bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

20. Ya Allah'ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı, ya Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı!.. (Nur, 24/11-20)

Peki bu ayetler hz.Ayşe'ye özel olarak mı indi?Ateistler bu ayetlerin hz.Ayşe'ye özel olduğunu ve evrensel bir kitapta yer alamayacağını söylüyor.Bana sorarsanız evrensel bir kitapta yer alması gereken tartışmasız 10 ayet, çünkü insanların en büyük sorunlarından birine değiniyor; dedikodu, iftira

Öncelikle şunu belirteyim; ayetlerin çoğu zaten günlük hayattaki olaylar üzerine iner.

Allah iffeti hz.Yusuf ve Züleyha arasında geçen bir olay üzerinden anlattığı gibi iftira ve dedikoduyu da hz.Ayşe olayı üzerinden anlatmıştır.Ve olay değil önemli olan verdiği mesajın evrensel olmasıdır. Yani ayetler sadece hz.Ayşe'yi temize çıkarmak için inmedi!

Tam tersine ayetlere baktığımızda; bir iftira ve dedikodu karşısında müslüman birinin ne yapması ve ne yapmaması gerektiğini anlatılıyor.

Bu on ayetten habersiz olduğumuz için bugün bile buna benzer bir olayda dilimizi tutamıyor maalesef dilden dilde yayıyoruz iftiraları.

Bak şunun kızı ne yapmış, bak bunun oğlu şöyle, bunun eşi şununla görünmüş gibi... Bilgimizin olmadığı veya henüz ne olduğu belli olmayan binlerce olay üzerinde patavatsızca konuşuyoruz! Allah ise ayette, bize basit gelen iftira ve dedikodunun çok büyük bir günah olduğunu söylüyor. Hele ki bu iftira bir zina iftirası ise!

Gerçi bugün halk arasındaki konuşmaların bir günlük analizini yaparsanız bu 10 ayetin her evin kapısına asılması gerektiğini anlarsınız!Sadece nur 16 ayetine bakarak halimize ağlamamız gerekir! Kaçınız bu ayete bakıp acaba "dedikodu, iftira bana yakışmaz" dedi!

Yine ayrıca ayetlerin hemen dedikodu başlar başlamaz inmemesi de bu ayetlerin hz.Ayşe'ye özel olmadığına delildir.Eğer henüz iftira yayılmadan ayet inseydi, kısmen ayet hz.Ayşe'yi temize çıkarmak için indi diyebilirdik.

Oysa iftira halk arasında yayıldıktan, kimin bu konuda hangi tepkiyi verdiği belli olduktan sonra Allah ders, öğüt olarak ayeti indirdi.

Ki hz.Ayşe bile kendi hakkında böyle bir dedikodu olduğunu seferden dönüşten 20 gün sonra öğreniyor.

Sonuç olarak; bu on ayet hz.Ayşe'nin iffetli olduğunu haber vermekten daha çok böyle bir durum karşısında ne yapılması gerektiğini anlatıyor.

Ayetin kısaca evrensel öğütleri;

1)Bilginiz olmayan konuları konuşmayın ve yaymayın

2)iftira hele ki zina iftirası Allah katında ağır bir suçtur.

3)iftiraya uğrayan kişilerin halini de düşünün ve bundan sakının

Kaynaklar


KOCASI ÖLEN KADININ BEKLEME SÜRESİ

iddia: Kocası ölen kadının bekleme süresi bakara 234 ayetinde 4 ay 10 gündür denilirken bakara 240 ayetinde bir yıldır deniliyor.

Önce ilgili ayetlere bakalım;

Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler...(bakara 234)

İçinizden ölüp geriye dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Bununla birlikte eğer kendileri çıkarlarsa, kendi haklarında yaptıkları meşru bir hareketten dolayı size bir sorumluluk yoktur. (Bakara 240)
Bu iki ayet birbiri ile çelişmiyor çünkü biri miras/vasiyet ile ilgili diğeri gebelik ile ilgili.

Bakara 234 ayetinde kadının ölen kocasından hamile olup olmadığı anlaşılana kadar beklemesi süresi belirtilmiştir. (iddet)

Bakara 240 ayeti ise vasiyet olduğu taktirde dul kalmış kadınların kocalarının evinde bir yıl kalma hakkının olduğunun bildiriyor. Tabi 4 ay 10 günden sonra kadın kendi isteği ile evden çıkabilir.

Sonuç olarak iddia edildiği gibi iki ayet arasında herhangi bir çelişki söz konusu değil!

İMAM VS ASPİRİN

iddia: 120 bin imam bir stada toplansa günlerce dua etse, ağlasa, sızlasa da bir aspirinin verdiği faydayı veremez.

Dedi, kendini ilk defa karadelik fotoğrafını çekmek için toplanan 400 bilim insanından biri sanan halbuki tek icraatı kanepede yan yatıp tweet atmak olan vasıfsız yurdum ateisti!

Biliyor musun 120 bin tarihçi veya 120 bin kozmolog da o stadda toplansa yine de bir aspirinin verdiği faydayı veremezler.

Veya dünyanın en iyi futbolcuları da bir aspririnin verdiği faydayı veremiyor!

Çünkü çalışma alanları değil! Senin mantığınla gidersek bütün tarihçileri, matematikçileri, felsefecileri, kozmologları gereksiz tipler olarak görmemiz lazım.

Bu yüzden aspirinin faydasını bir cami imamından değil binlerce bitkiden ilaç üretmiş ve bunların yan etkilerini saptamış "eczacılığın babası" lakaplı Biruni'den bekleyeceksin.

Ayrıca dua konusuna gelirsek; sanırım ateist, deist, müslüman, budist farketmeden her kesimden insan tarafından kabul edilen bir ritüel!

Neden mi? Bunu başın sıkışınca dua etmezsen, o zaman gel tartışalım!😌

KABE VE MEKKE KORUNMUŞ BÖLGE Mİ?

iddia: Bazı ayetlerde Kabe ve Mekkenin güvende olduğu, korunduğu söyleniyor. Peki o zaman neden Kabe'de sel baskını, vinç kazası tarzı olaylar oldu?

Ben düşen uçakta bir ateist en fazla kaç dakika dua edebilir diye düşünürken bizim yurdum ateisti yine Kur'an'da hata bulmuş(!)🙂
Önce ilgili ayetlere bakalım;

Orada apaçık deliller ve İbrahim´in makamı vardır. Kim oraya girerse güvenliğe erer.(Ali İmran 96-97)

Hani Evi(Ka'be'yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık...(bakara 125)

Evet, birkaç ayette hem Kabe hem de Mekke için güven şehri der ama bu güvenlik; "hiç bir doğal afete maruz kalmayacaklar" anlamında değil.

Çünkü zaten Kabe'nin hz.Adem ve hz.İbrahim'in peygamberlik yılları arasında yıkıldığını, zarar gördüğünü de İslam kaynaklarından biliyoruz.

Hatta ateistlerin iddia ettiği anlamda kabul etmek öncelikle imtihan hayatına ters olur. Düşünsenize bütün dünyada deprem olurken Kabe'de olmadığını.

Herkes ölmemek için bu bölgeye yerleşirdi hatta Kabenin zarar görmediğini gören de secdeye yatardı herhalde.

Yine ayrıca siz de kabul edersiniz ki ayetlerden "demek ki Mekke sınırları içinde kimsenin burnu kanamaz veya kimseye mermi, bıçak işlemez" anlamı çıkarılmaz.

Peki ayetlerdeki güven ve emniyetten kasıt nedir?

Burdaki emniyet şahsi ve manevi bir emniyettir. Örneğin burada kan akıtılması, zulmedilmesi, hayvanların avlanması, ağaçların kesilmesi yasaklanmıştır.

Kısacası bu bölgede kargaşa, kavga çıkmamasına özellikle herkes dikkat ederdi.

Hatta örneğin bir hırsız, katil veya idam mahkumu bile kaçıp Kabe'ye sığınırsa kendi isteğiyle çıkana kadar beklenirdi.

Kabe'ye saygısızlık olmaması için suçlu bile zorla, döverek çıkartılmaz! Yine ayrıca Mekke fethinde bile peygamber, kan akıtılmaması için sahabeleri uyarmıştır.

Hatta Kabe'ye sığınan kişilerin emniyette olduğunu ve onlara dokunulmayacağını da söylemiştir peygamberimiz.

Bu yüzdendir ki Kabe ve etrafındaki bölgeye "Mescid-i Haram" ve Mekke'ye de "emin belde" denilmiştir.

Değinmek istediğim bir nokta şu ki; bu emniyet ve koruma insanlara verilen bir emir, o yüzden insanların bu kuralı nadiren de olsa ihlal etmesi kişilerin hatasıdır.

Yani burdan yola çıkarak "gördün mü kan akıtılmış demek ki Allah'ın dediği gibi emniyetli değil" şeklinde itiraz etmek saçma olur.

Çünkü mesela Allah namazı da emretmesine rağmen namaz kılmayan milyarlarca insan var.
Burdan yola çıkarak "demek ki Allah emrini kullarına geçirememiş" diyemeyiz sonuçta Allah bize bir şeyi zorla yaptırmaz.

Kabedeki emniyet ve güvenlik de namaz emri ile aynı mantık.

Örneğin nahl 12 ayetinde Allah'ın bir belgeyi emniyetli kıldığını ama insanların nankörlük ettikten sonra başlarına bela yağdığından da bahsedilir.

Allah bir beldeyi misal yaptı ki, emniyet ve sükun içinde idi. Ona rızkı her yerden bol bol geliyordu. Derken, halkı Allah’ın nimetlerine nankörlük etti. Allah da onlara, yaptıkları sebebiyle açlık ve korku elbisesini tattırdı” (Nahl 112)

Sonuç olarak; Ayetlerde bahsedilen fiziksel bir emniyet değildir ki bu imtihan hayatına terstir.

Deprem, sel gibi felaketlerin de olmayacağı da kastedilmemiştir!

KABE İLK MABED Mİ?

iddia: Ali İmran 196 ayetinde yeryüzündeki ilk mabedin Kabe olduğu söyleniyor. Kabeyi inşa eden hz.İbrahim de tahmini M.Ö. 2 bin yıllarında yaşamış bir peygamber.

Oysa göbeklitepe kazılarında bundan daha eski M.Ö. 10 bin yılına ait ibadethane bulunmuş?

Önce ilgili ayete bakalım;

Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet),
Mekke´deki evdir. (Ali İmran 96)

Cevap iddiadan daha kısa, söyle ki; bir şeyler biliyorsunuz ama eksik biliyorsunuz.

İslam inancına göre Kabe'yi inşa eden hz.İbrahim değil hz.Adem'dir ve Kabe zamanla zarar görmüş ve yıkılmıştır.

Hz.İbrahim ise Allah'ın emriyle oğlu İsmail ile beraber bu evi tekrar inşa eden, restore eden kişidir.

Ki göbeklitepe kazıları çok/tek tanrılı dinlere ve inançlara tarih biçen ateist/deistlerin saçmalıklarını ortaya koyan kazılardan sadece bir tanesi!

RÜZGARLA HAREKET EDEN GEMİLER

iddia: Şura 32-33 ayetlerinde gemilerin sadece rüzgar ile çalıştığı söyleniyor. Yoksa Allah bir gün motorlu gemilerin icat edileceğini bilmiyor muydu?

ilgili ayet;
Denizde dağlar gibi yüzen gemiler, O'nun varlığının delillerindendir. O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar...(Şura 32-33)

Direkt konuya geçelim;

Arapça’da genel anlamda “gemi” kelimesinin karşılığı “el- sefinu” dur. Fakat bu ayette “el-cevari” kelimesi kullanılmıştır. 

Bu kelime cereyan etmek, akmak anlamına “Cerea” fiilinden türer. Harfi cer ile kullanılırsa “cereyne” kelimesi de "hoş bir rüzgar ile akıp götürülme” anlamına gelmektedir.

Yani bu kelime genel olarak gemi için değil rüzgarla hareket eden gemiler için kullanılabilir. Türkçede "yelkenli" gemi türü gibi.
Ayrıca iddia edildiği gibi haşa bu ayeti peygamber uydurmuş olsaydı bile gemilerin sadece rüzgarla hareket ettiğini iddia etmezdi.

Çünkü bir gemi motor ve rüzgar olmadığı taktirde de kürekler ile hareket ettirilebilir.

Kürekli gemiler ise tarihi milattan önce 4000'e kadar dayanır. Haliyle peygamber döneminde de kürekli gemiler biliniyordu.

Ve peygamber "gemi sadece rüzgar ile hareket eder" demiş olsaydı buna ilk olarak o dönemin müşrikleri itiraz ederdi.

Ki İslam tarihi kaynaklarında böyle bir itiraza rastgelmedik. Sonuç olarak ayette tarihsel ve bilimsel gerçekler ile ters düşen herhangi bir şey yok.

Ayrıca ayette asıl verilmek istenen mesaj; hayatta var olan şeylerin bir sebebi vardır ve bu sebeplerin de asıl kaynağı Allah'tır.

GRAMER İLE KAVGA EDEN FEMİNİST

iddia: Arapça cinsiyetci bir dil ve Kur'an da erkek hitap tarzı ile yazılmış bir kitap, bu kadınlara haksızlık!

Sonunda gramer ile kavga etmeye de başladılar.Bu iddiayı feminist bir sayfada gördüm, başka yerde görsem şaşırırdım.😌Gerçi Feministlerden "Erkek bebeğin anne sütünü emmesi kadını sömürmektir" sözünü duyduktan sonra bu iddiayı da normal karşılıyorum.

Konuya gelirsek; Kuran dili Arapça'dır ve Arapça olduğu gibi herhangi bir dil de olabilirdi, bir kutsallığı yok dillerin önemli olan anlamak.

Dünya üzerinde yaşayan veya ölü dillerden bir kısmı cinsiyetci dillerdir ve Arapça da onlardan sadece biri. Cinsiyetçi dillerde her kelimenin veya hitap tarzının bir cinsiyeti olur.Mesela ay kelimesi eril iken güneş kelimesi dişildir. Veya erkek Müslüman için "mümin" kadın Müslüman için "mümine" kullanılması gibi.

Arapça grameri üzerinden İslam dinine saldıran feminist, aynı cinsiyetcilik Fransızcada da var, veya kısmen "he/she" tarzında İngilizce'de yada "der/die" şeklinde Almancada var.Peki sayın "bayan" Paris, Berlin ve Londra'ya da bir çift lafınız var mı? 

Yok çünkü kendisi "araplaşmayacağız" deyip Batının kültür manyağı olmuş biri, ki günlük hayatta kullandığı sözcüklerin yarısının Arapça kökenli olduğunu da bilmiyor😌

Neyse biz konumuza devam edelim; Arapça'da erkek ve kadın için ortak hitapta ise eril hitap tarzı kullanılır.

Örneğin "ey iman edenler" anlamına gelen "Ya eyyuhellezine âmenû” kalıbı eril olmasına rağmen Kur'an'da kullanılınca her iki cinse de hitap edilmiş kabul edilir.Arapça bilen hiçbir kadın bu ayete bakıp da bana hitap edilmemiş demez. Ki buna Arapça'da "tağlip sanatı" denir.

Ayrıca eğer sadece kadını ilgilendiren bir konu varsa o zaman ayette dişil hitap tarzı kullanılır.Mesela "Kur'an genel olarak erkek hitap tarzını kullanmış" demek yerine "erkeğe hitap tarzı yok iken biz kadınlara özel hitap tarzı var" diye övünebilirsiniz. 

Anlayacağın biraz bakış açısı da önemli🙂Güzel bakan güzel görür...Ayrıca cinsiyetci dillerde eril sözcükler değerli dişil olanlar değersiz diye bir şey de yok.

Örneğin Arapcada kapı sözcüğü eril iken pencere sözcüğü dişildir.Ama kimse çıkıp da "kapı pencereden daha değerlidir" demez merak etmeyin🙂

Gerçi kısmen Fransızca da var bu ayrımcılık mesela; on kadın ve bir erkeğin olduğu gruptan bahsettiğinizde bütün grup için maskülen zamir kullanmanız gerekir. (La/le)Neyse hadi feministler gidin de biraz Fransızca ile kavga edin😌

Sonuç olarak; Kuran'daki eril hitap tarzı Arapça'nın gramer tarzından meydana gelen bir durum ve Arapça gibi bir çok cinsiyetçi dil bulunur.Burdan yola çıkarak da İslam dinine çamur atmak da pek aklıselim bir şey olmasa gerek!

Kaynaklar

http://turkoloji.cu.edu.tr/html/fod_dillerde_cinsiyet.htm

http://turkoloji.cu.edu.tr/html/fod_dillerde_cinsiyet.htm

CEHENNEM EHLİNİN KİTABI HANGİ TARAFTAN VERİLİR

iddia: inşikak 10-12 arası ayetlerde cehennem ehlinin kitabının ardından verileceği söylenirken hakka 25 ayetinde sol taraftan verileceği yazıyor!

Önce ilgili ayetlere bakalım;

Fakat kime kitabı arkasından verilirse,"Helâk!" diye bağıracak ve alevli ateşe girecektir. (insikak 10-12)

Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: “Bana keşke kitabım verilmeseydi.” (Hakka Suresi, 25)

Not: Ayetlerde, mahşerde hesaba çekildikten sonra ve amel defterlerinin verilmesinden bahseder. 

Yurdum ateistinde inkar öyle bir hale gelmiş ki Kur'an'da çelişki bulacam diye döktüğü teri dağları delen Ferhat dökmedi😌

Ayette "aklını başına al" dese "haha akıl zaten başta olur gördünüz mü ayet bilim ile çelişiyor" diyecek seviyede ateistler tanıyorum.

Neyse konumuza dönelim; bu iki ayette herhangi bir sorun, çelişki yok tam tersine bu iki ayet birbirinin tamamlayıcısı!

Bir ayette kitabın uzatılacağı yön olan "ardından" ifadesi diğer ayette uzatılan kitabın hangi ele verileceği söylenmiş.

Demek ki "arkadan sol ele" kitap verilecek. Sonuçta arka-ön ifadeleri sol-sağ ifadelerinin zıttı olmadığına göre çelişkiden bahsedilemez.

Ayrıca arka ve sol ifadeleri birbirinin zıddı bile olsaydı çelişki olmazdı çünkü çelişmezlik yasasına göre aynı kişilerden bahsedildigine emin olmamız lazım.

Oysa cehennemde 7 kat var ve bir kısmının kitabı ardından verilirken bir kısmının da soldan veriliyor olabilir.

Sonuç olarak her iki durumda da çelişki olduğu iddia edilemez..

HZ.MERYEM'E KAÇ MELEK GELDİ?

iddia: Meryem Suresi 17 ayetinde hz.Meryem'in tek bir melek ile görüştüğü yazarken Ali İmran Suresi 45.ayette melekler çoğul olarak geçiyor, bu çelişki değil mi?

Önce ilgili ayetlere bakalım;

...Biz, ona Cebrail'i göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü. (Meryem 17)

Hani melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryemoğlu İsa Mesih'dir...(Ali imran 45)

Cevaba geçelim;
Hani derler ya; insanın zekası verdiği cevaplardan değil sorduğu sorulardan belli olur diye..

Haa işte aynı şekilde ateistlerin de cidden sağlam bir araştırma yapıp yapmadıkları çoğu zaman sordukları sorulardan belli oluyor.

Birkaç kalori harcayıp kısa bir araştırma ile bu iki ayet arasında çelişki olmadığını anlarsınız çünkü bu ayetler iki farklı zamanda geçen iki farklı olaydan bahseder.

Ali imran suresinde hz.Meryem hamile kalmadan çok önce, meleklerin ona gelip çocuk müjdesi vermesinden bahseder.

Meryem 17 ayetinde anlatılan olayda ise Allah Cebrail'i göndererek Meryem'e gebe kalacağı vaktin geldiğini haber veriyor.

Ki Meryem suresi 22-25 ayetlerinde hz.Meryem'in hamile kaldığını ve o an çektiği zorluklar anlatılır.

Not: Sadece Ali imran suresi 42-48 arasını ve Meryem suresi  16-26 arasını okursanız bile farklı olaylar olduğu açıktır

Sonuç olarak iki ayet arasında herhangi bir çelişkiden bahsedemeyiz! Bir olayda tek bir melek gönderilmiş iken diğer olayda birden fazla melek gönderilmiş olabilir

3999 VE 4000 DİN ARASINDAKİ FARK

iddia: “Birçok din var ve İslam da bunlardan sadece bir tanesi. Dinsiz birisi 4000 dini reddederken Müslüman birisi de 3999 dini reddediyor.” yani aramızda çok da bir fark yok.

Not:Öncelikle bu paylaşımda İslâm dininin diğer dinlerden üstünlüğüne değil, bu iddianın mantıktan ne kadar yoksun olduğuna değinecez.

Not 2: İddianın asıl sahibi günümüz ünlü ateistlerinden Richard Dawkins.

ilk bakışta mantıklı gelse de aslında en absürd iddialardan biri olduğunu baştan söyleyeyim.

Bu iddiada "1" tane farkın sanki bir şey ifade etmediğini ima ederler.

"Oysa buradaki fark zaten sahip olunan şeylerin farkı değil. Bir şeye sahip olmak ve olmamanın farkıdır!"

Bir dine inanmakla hiç inanamamak arasında felsefî olarak uçurum vardır. Oradaki fark 1 gibi durur ama kıyas durumunda olamaz.

Örnegin bu iddia; annesi ölmüş birinin yanına gidip "üzülme aslında benim ile senin aranda pek bir fark yok sadece benim senden 1 tane fazla annem var" demek kadar saçmadır.

Oysa hayatımızda bir anne olması ve olmaması arasında korkunç bir fark var.

Yada çocuğu olmayan bir çiftin yanına gidip "aslında bizim sizden sadece 1 tane fazla çocuğumuz var" demek gibi. Çocuk hasretiyle tutuşan o karı koca herhalde bu söz karşısında kafayı yerdi

2) Ayrıca burdaki bir diğer hata "bütün dinleri aynı seviyede" görmektir. Oysa dinler arasında mantıki ve felsefi açıdan da büyük farklar var.

Örneğin; Prens Philip Mountbatten'i Tanrı kabul eden Yaohnanen inancını, İslam ile bir tutmak için ileri derece ..... olmak lazım😊

Buna bir örnek vermek gerekirse;

Örnegin; Evrenin doğumu nasıl oldu sorusuna "bence Evren salçalı ekmekten çıkmış" diyerek bu fikrini Bigbang teorisi ile bir tutmak..

Bigbang'i salçalı ekmek ile bir tutmak nasıl bir akıl tutulması ise İslam ve Yaohnanen inancını da aynı kategoriye sokmak aynı seviyede bir  akıl tutulmasıdır!

Sonuç olarak, burada önemli olan kaç tane fikrin reddedildiği değil, hangisinin daha sağlam, akılcı bir temele dayandığıdır.

HZ.MUHAMMED EPİLEPSİ HASTASI MIYDI

iddia: Vahiy gelirken peygamberinize bir ağırlık çöktüğü, titrediği, acı hissettiği, alnının terlediği söylenir. Bunlar epilepsi hastalığının belirtileri ayrıca bu tür hastaların halüsinasyon görmesi de normal bir şey!

Not:Söz konusu iddia ilk olarak Ortaçağ Batılı oryantalistler tarafından ortaya atılmıştır. Ve iddia edilen belirtiler hadislerde geçer.

Aynı yöntem aynı çaresizlik, Mekkeli müşrikler "şair, büyücü, kahin" gibi iftiralar atmıştı şimdikiler de epilepsi iftirası.

Öncelikle şunu diyeyim; ateistler bu iddia ile kendi ayaklarına sıkıyorlar🙂 Kuran'nın bilimsel mucizeleri, edebi sanatı falan filan hepsini bir kenara atın.

Neden hz.Muhammed'e inanmalıyım sorusunda aslında ilk masaya yatırdığım konu onun bu tür durumlarda verdiği tepki!

Vahiy gelirken ne yaptı ve ne yapmadı? Yüzünde kurgulanmış bir peygamber rahatlığı mı vardı yoksa bir şeylerden korkmuş ve kaçmak mı istiyordu?

Şöyle ki vahiy almak bakkaldan sakız almaya benzemez tabiki korku, titreme, terleme olacak ki bunların olması değil olmaması anormal bir durumdur!

Sevgilisinden, patronundan mesaj gelince bile eli ayağı birbirine dolananlar acaba Allah'tan vahiy gelince ne olmasını bekliyorlardı?

Ki olaya gayet akılcı ve objektif olarak yaklaşan agnostik araştırmacı Lesley Hazleton bu belirtilerin onun vahiy aldığının kanıtı olduğunu söyler.

Ayrıca halüsinasyondan kasıt meleği görme ise zaten İslam inancına göre (istisnai birkaç durum dışında) Cebrail sadece peygamberlere görünür.

Peki şimdi de epilepsi ile ilgili bir kaç soru soralım👉

Epilepsi hastasının ne zaman nöbet geçireceği belli değildir. Peki peygamber vahiy aldığı an dışında bu tür belirtiler göstermiş mi? Hayır! Veya peygamberlik gelmeden yani kırk yaşından önce herhangi bir nöbet geçirmiş mi? Hayır!

Peki madem peygamber epilepsi hastası, neden vahiy almadığı zamanlarda veya peygamberlikten önce bu tür belirtiler gösterdiğine dair bir tek rivayet yok?

Ayrıca epilepsi hastası olan kimse, nöbet sırasında idrak ve düşünme kabiliyetini tamamen kaybeder. Kendisinde ve etrafında olup bitenin farkına varamaz, bilinci durur.

Oysa peygamber vahiy inerken hiçbir zaman bilinç kaybı yaşamamış tam tersine hukukun, ahlakın, kulluğun, edebi ifadenin en güzel örneklerini içeren ayetleri duyurmaktadır.

Ayrıca, daha önce olmuş bir olayı olmamış gibi veya olmamış bir olayı olmuş gibi hissetme, daha önce tanımadıklarını tanırmış gibi, tanıdıklarını tanımazmış gibi hissetme,

Veya emosyonel bozukluklar irritabilite, agresif davranışlar, kısa ve şiddetli depresyon gibi belirtiler de epilepside bulunur.

Oysa peygamberde bu durumların da hiçbiri yoktu!

Dahası, sara hastaları nöbet sırasında ağızlarından köpük gelir, idrarını kaçırır, çoğu zaman dillerini ısırıp kanatırlar. Oysa bunlar da rivayetlerde geçmez.

Not: Epilepsi hastalığının 100'den fazla çeşidi vardır. Burda yazdıklarım çoğunlukla görülen belirtiler.

Not 2:Zamanın müsrikleri epilepsi gibi bir iftirayı ileri sürmemişlerdir.

Gerçi epilepsi/sara hastalığının peygamber döneminde bilinmedigini iddia eden ateistler de var ama cahilce ortaya atılmış bir iddia olduğunu belirteyim.

Çünkü Buhari ve Müslim’de geçen bir hadise (Buhari, Merda 6, VII, 4 ve  Müslim, Birr 54, IV ) göre sara hastası bir kadın Hz. Muhammed’i ziyaret etmiş, Hz. Muhammed’den yardım istemiştir. Hadiste sara hastalığının bazı belirtileri geçmektedir. Burdan da hastalığın o dönemde bilindiğini bariz ortadadır. 

Ayrıca Epilepsi hastalığı M.Ö. 400 yıllarında yaşamış Hipokrat'ın yazılarında da geçer.

Sonuç olarak; Sadece vahiy esnasında görülen korku, titreme, terleme gibi birkaç belirtiden yola çıkarak epilepsi iddiasında bulunmak yeterince çürük bir iddia!

NEDEN FAKİRLER ORUÇ TUTUYOR

iddia: madem fakirlerin halinden anlamak için oruç tutuyoruz neden fakirler de oruç tutmakla mükellef?

Halk arasında doğru bilinen bir yanlıştan dolayı maalesef ortaya bu şekilde bir iddia çıkıyor. Neyse sorudaki yanlışı düzeltirsek cevap da vermiş oluruz sanırım.
Ateşin yakan suyun ise serinleten bir şey olduğunu öğrendiğimiz evreyi atlattıktan sonraki ilk sorulardan.Tahmini 7-8 yaşlarında sorduğunuz soru; "Anne/baba neden oruç tutuyoruz?" 

Ve çağlar aşan o muhteşem cevap; "fakirlerin halinden anlamak için evladım"🙂 Tabi onlar da muhtemelen bu cevabı ebeveynlerinden duymuşlardı.Oysa orucun asıl amacı bu değil. Peki nedir asıl amaç?

Orucun Arapça karşılığı “savm veya sıyam” kelimesi olup, bu kelime “bir şeyden uzak durmak, kişinin kendini tutması ve engellemesi” manalarına gelmektedir.

Oruç Hz. Adem (as)'in şeriatı da dahil bütün peygamberlerin şeriatlerinde vardır. Bu yüzden başta  Musevilik ve İsevilik olmak üzere çoğu dinde, kültürde farklı oruç şekillerine  rastlayabilirsiniz. Hz.Muhammed'e ise Medine döneminde farz kılındı!

Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.(bakara 183)

Ayette öncekilere farz kılındığı söylendiği gibi neden emredildiği de söyleniyor; "Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için" Peki sakınma nasıl oluyor?

Diğer ibadetlerde olduğu gibi oruçta da asıl amaç nefsi arzuları dindirmek ve çirkin işlerden uzak durmaktır.Allah birtakım emirleri, yasakları, helalleri ve haramları bize bildirdikten sonra hiçbir ibadet istemeseydi zamanla onları unutacaktık.
Çünkü insan, diğer hayvanlar gibi hayatta kalmaya odaklıdır ve bu hayvanî motivasyon içinde dini kuralları ihmal edebilmekteyiz.Bu yüzden aslında oruç; bir disiplin, bir kişisel gelişim sürecine girip ne yaptığının, ne için yaşadığının farkına varmaktır. 

On bir ay nasıl yaşamamız gerektiğini anlamak için bir aylığına eğitim almaktır Ramazan. 
Bu tıpkı hayatın keşmekeşliğinden beş dakikalığına çıkıp bir köşede çay içerek ne yaptığını ne ettiğini düşünmek gibidir!

Bu şekilde Müslüman olma bilincine vararak Allah'ın rızasını kazanmış oluyoruz ki daha doğrusu Müslüman olduğumuzu hatırlarız. (Günümüzde sadece cuma günü ve ramazan ayı hatırlanan Müslümanlık!) 

Tabiki bunun yanında küçük veya büyük ölçekte toplumsal faydaları da var! Örneğin; açlığın, yoksulluğun nasıl bir şey olduğunu farkettirip toplumsal yardımlaşmayı sağlar. Veya yalan, dedikodu, küfür, argo gibi kötü filleri azaltarak kişisel bir terbiye sağlar.

Bir de Hz. Ali'nin şu👇 sözüne bakalım;

- Karşılığında bir menfaat umarak yapılan ibadet, ticaretçinin ibadetidir.
- Korku sebebiyle yapılan ibadet kölenin ibadetidir.
- Allah'ın nimetlerine şükretmek maksadıyla yapılan ibadet, hür olan kimsenin ibadetidir. (Ali el-Kârî, Mirkâtü'l-Mefâtih, 2/135)

Anlayacağınız diğer ibadetlerde de olduğu gibi amaç şükretmek, kötülükten sakınmak, nefsi terbiye etmek ve kişisel bir disiplin ile İslam dairesinde kalmak.Bu yüzden günün belirli saatlerinde tutulan oruç fakir zengin farketmeksizin her Müslümana farz kılındı! 

Not: Ayrıca "neden ibadet ediyoruz" ve "Allah egoist mi" adlı paylaşımları da okumanızı öneririm.

Not 2: Ramazanda kazandığınız maneviyatı diğer 11 ayda kaybetmeyin! Hayırlı Ramazanlar

TECAVÜZE İZİN VEREN ALLAH

"Ama çocuklar tecavüze uğruyor" diye zırlayarak sorguladığını sanan ergen psiko ateler toplanın size sivilce patlatmayı öğretecem.


iddia: Sizin Allah'ınız tecavüzlere, kötülüklere izin veriyor ve sonra cenneti vaat ediyor. Acılar çekmiş, tecavüze uğramış küçük bir kızın acısını cennet dindiremez ve ben bu yüzden böyle bir Allah'ı kabul etmiyorum!

Rüyanızda tecavüze uğradığınızı düşünün, o an kahrolduğunuzu ve hıçkıra hıçkıra ağladığınızı düşünün.

Ve tam o anda birden uyandığınızı ve her seyin bir rüya oldugunu farkettiniz. 

Bir rahatlama ve sevinç mi hissedeceksiniz yoksa ben tecavüze uğradım diyerek ağlamaya devam mı edeceksiniz?

Tabiki sevineceksiniz ve rüya sizin için hiçbir şey ifade etmeyecek. Evet belki gerçek olmasa bile biraz şaşırmış ve biraz da rahatsız olacaksınız psikolojik olarak.

Peki ya rüyayı hatırlamıyorsanız? İşte o zaman o rüya hiç yaşanmamış gibi size hiçbir etkisi olmadan hayata devam edeceksiniz!

Evet, İslâm'ın ahiret, cennet vaadi anlattığım bu olaya benzer. Dert, üzüntü, acı hepsi unutulacak..Ve mutlu bir şekilde devam edeceksin sonsuza dek..Peki bir dakika birşey sormak istiyorum! 

Ahiret inancını eleştiren sayın ateist sen bu kötülüklerin nasıl sonuçlanacağını düşünüyorsun?

Sana göre ölüm bir son ve herkes aynı uykuya gidecek! Tecavüze uğrayanı da tecavüzcüyü de aynı toprağa gönderiyorsun.

Peki senin savunduğun adalet görüşü mantıklı mı? Örneğin Özgecan'a tecavüz edenler rahat bir uykuya mı gitti?Peki ya o zaman ölen o masumların, o tecavüze uğrayan küçük kızların hesabını kim soracak?

Anlat, gram beyninle cehennem azabını eleştirirken senin vaadin nedir o kız için? "Kozmik bir kaza işte tecavüzcünle mutluluklar" mi diyeceksin?

Veya bu tür berbat olaylara bakıp ateist olan arkadaşım sen ne yaptın, ateist olunca tecavüzler bitti mi? Bitmedi, peki şimdi kimi suçlayacaksın? Dağları, taşları, toprağı veya akıp giden suları mı? 

Peki ya sen sayın deist! Senin inandığın sistem ateizmden bile daha merhametsiz! Senin inandığın Tanrı bütün bu kötülükleri karşılıksız mı bırakacak?

Not: Ahiret inancı olan deistler olsa da deizmde çoğunlukla ahiret inancı yoktur

Aslında kafanızın almadığı nokta şu; siz ahiret inancı olan dinleri eleştirecek seviyede bile değilsiniz! Siz cehennemi eleştirecek seviyede de-ğil-si-niz

Ayrıca ateistlerin bir sorunu daha var; sen kime tepki gösterdin sayın ateist? Tecavüzden dolayı "Yok" dediğin bir ilahı mı suçladın?

Olmayan birşeye sinirlenmek, kızmak psikolojik bir hastalıktır. Ama nedense bu tür kötü olaylarda ateistler bir yaratıcıya inanan insanlara hesap sormaya bile kalkıyor! ilginç!

Örneğin düşünsenize (bir müslüman olarak) bir sabah uyanıp zeus'a sinirleniyorum. Etrafımdakiler heralde şizofren olduğumu düşünürdü. Sonuçta öyle birinin ilah olduğuna inanmıyorum.

Açıkça konuşmak gerekirse; ateistlerin çoğu ki özellikle Türkiye'deki ateistlerin çoğu "psikolojik ateist". Hepinizi aynı kefeye koymak istemiyorum ama rasyonel argümanlarla aklı çelinmiş kişilere karşın, rasyonel olmayan psikolojik faktörlerden etkilenen çok daha fazla sayıda kişi var aranızda.

Size en doğal soruyu yani "neden ateist oldun" diye sorduğumda bile İslam dinine çamur atarak cevap veriyorsunuz.

Çünkü "neden Müslüman değilsin" ve "neden ateistsin" soruları arasındaki farkı kavrayamacak kadar düşük bir seviyedesiniz.Ve ateizmi "İslam'ı reddetmekten ibaret bir ideoloji" sanacak kadar da....neyse

Oxford matematik profesörü John LENNOX: Ben 35 yıllık matematik profesörü olarak söylüyorum ateistleri anlamaya çalışmanız boşuna zaman kaybı çünkü bunların dünya görüşü psikolojik.

Müslüman araştırmacı Hamza TZORTZIS: Ateizmin ne bilimle ne de felsefe ile alakası var tamamen psikolojik bir sorun.

C.S.LEWIS : Ateistlere göre Tanrı olmamasına rağmen bütün öfkelerini tanrıya gösteriyorlar.

Peki ya ateistlerin dünyada cenneti kurma hayali?👉

Örneğin marksist teorisyen Lev Troçki'nin şöyle bir sözü var; "Bırakın din adamları başka bir dünya vaat etsinler biz cenneti yeryüzünde kuracağız"

Peki sizce sonuç? KURAMADI..kuramazdı da kuramaycaklar da! Çünkü 1 milyon insanı öldüren birini en fazla 1 defa öldürebilirsin.

Peki ya geriye kalan 999.999 kişinin hakkını kim soracak? Oysa bakın ayette ne diyor;

...Derileri kızarıp yandıkça, yerine taze deri yaratacağız, ta ki cezaları olan azabı iyice tatsınlar...(Nisa 56)

KÖTÜLÜK PROBLEMİ

iddia: Tanrı kötülüğü engellemek istiyor da gücü mü yetmiyor, öyleyse o güçsüzdür. Gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor, öyleyse o kötüdür. Hem güçlü hem de iyi ise peki bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?

Not: iddianin asıl sahibi M.Ö. (341-270) yıllarında yaşamış olan Yunan filozof Epikuros.

Öncelikle "bilinçli sonsuz güç" tanımındaki Tanrı kavramı için kötülük probleminin problem olmadığını daha önce açıklamıştık.Çünkü tanrının ana tanımında iyi olma şartı yoktur ki birinin kötü olması onun yokluğu anlamına gelmez!

O yüzden "ben tecavüzlere izin veren tanrıyı kabul edemem" diyerek ağlayıp zırlarsanız felsefe okulundan tekme tokat dışarı atılırsınız.

Peki kötülük problemi ile neye itiraz edilebilir?

"Mutlak iyi, her şeye kadir ve her şeyi bilen" sıfatları olan Tanrı inancına itiraz edilebilir ki bu paylaşımda bu itirazın makul bir itiraz olup olmadığını tartışacaz.

1)Kötü-iyi-özgür irade arasındaki korelasyon ile başlayalım;

Aynanın karşısına geçip "BEN" deyin, sonra o BEN'i arayın. Haa işte o ben duvarını ben yapan  kilit taşı özgür iradedir..İstediğimizi seçmeyi istemek en doğal arzumuzdur ve literatürde "özgür İrade" dediğimiz bu kilit taşınına kabul edersiniz ki hepimiz sahip olmak isteriz.

Sonuçta hiç kimse uzaktan kumanda ile kontrol edilen bir robot olarak yaşamayı tercih etmez sanırım.

Aynı şekilde Allah da kullarına verdiği özgür iradeye saygı duyuyor ve onları herhangi bir şeye zorlamıyor.

Özgür iradenin kutu paketinde de zorunlu olarak "iyi ve kötü" var :) Ki zaten iyi ve kötüyü yapabilme hakkına sahip olduğu için özgür İrade olduğunu iddia ediyoruz.
İyi ve kötüden herhangi birinin eksik olması otomatikmen özgür iradeyi de devre dışı bırakır.

Alvin plantinga'nın da dediği gibi "eğer bireyin doğru olanı yapıyor olması yanlış olanı yapamıyor olmasından kaynaklanıyor ise o birey özgür değildir"

Ben bu üçlüyü, para-yazı-tura üçlüsüne benzetirim; iki boyutlu düzlemde bir cismin ön yüzünü çizdiğiniz anda arka yüzü de çizilmiş olur.

Mesela sadece tura yüzü olan bir madeni para düşünebilir misiniz? Mantık kurallarının devrede olduğu bir sistemde mümkün değil.Tura kısmı kötülük ise yazı kısmı iyilik olur ve paranın kendisi de yani ikisinin birleşimi de özgür iradenin ta kendisi olur.

Ki ancak bu üçlü bir arada olduğu sürece hayat anlam kazanır ve sadece o zaman "BEN" diyecek kaliteye gelirsin.

2)Bir diğer önemli nokta ise; iyilik olmadan kötülük veya kötülük olmadan iyilik de ahlaki bakımdan sıkıntılı.
Çünkü birini değerli kılan diğerinin varlığıdır! Siyahın en iyi beyazda beyazın da en iyi siyahta görünmesi gibi.
Söyle ki; iyilik yapmak, bir şeyleri olumlu, düzgün bir yola koymaktır. Peki bir şeyleri düzeltmek için bozuk olmaları lazım değil mi?

Mesela kavga eden iki kişiyi ayırıp, onları barıştırarak iyilik yapmak istiyorsunuz diyelim, peki ortada bunun için önce "kavga" eden iki kişinin olması lazım değil mi?

Veya hırsızlığın kötü olduğunu söylemeniz için helal kazancın iyi bir şey olduğunu söylemeniz lazım değil mi?

Diyeceğim o ki; kötülüğü iyilik iyiliği de kötülük doğuruyor ve böyle bir durumda birini ortadan kaldırırsak diğeri de anlamsızlaşır.Yine ayrıca mesela; özgür iradesi olmayan meleklerin sadece iyilik yaptığını söylüyoruz oysa bu çok da doğru bir çıkarım değil.

Çünkü melekler sadece emredileni yapıyor yani zaten iyiliği seçme hakları olmadığı için iyilik yaptıklarını söylemek de doğru olmaz.

Son olarak şöyle bir soru gelebilir; "peki Allah'ın  hem özgür iradeye sahip hem de mutlak iyi varlıklar yaratacak gücü yok mu"

Öncelikle mevcut koşullarda mantıksız bir soru, taş paradoksu gibi. Ve daha mantıksız bir soruya mantıksız cevap vermek en doğal hakkımız olur.
Soru mantıksız olduğu sürece ben de sonsuz sayıda mantıksız cevap verebilirim ve bundan sadece ateist arkadaş zararlı çıkar. Allah mantıklı olanı da yaratabilir mantıksız olanı da!

Ayrıca "Allah varsa neden kötülük var"  sorusuna tersten yaklaşalım; "Allah yoksa neden iyilik var"

Bilinçli sonsuz gücün olmadığı kozmik bir çöplükte neden "iyilik" ortaya çıktı? Veya neden iyilik yapmak olsun gayemiz?

Veya iyi nedir? Eğer bir ölçüt yoksa iyiliğin ne olduğu konusunda vereceğin bütün cevaplar subjektif olacak..

"Ya yoksa" sorusunun en basit cevabı "ya varsa" olduğu gibi  "evrende kötülük var o yüzden Allah yok" safsatasının en basit cevabı da "Allah yoksa evrende neden iyilik var" 'dır.

Ki bazı filozoflar "evrendeki iyiliğin kötülükten daha fazla olduğunu göstermek bile Allah'ın mutlak iyi olduğunu kanıtlamaya yeterlidir" görüşünü benimsemişlerdir.

Örneğin Farabi kötülüklerin izafi olduğunu ve az şerden dolayı çok hayrın terkedilmeyeceğini söyler. Mesela Yağmurun yağmasında sel felaketi çıkma olasılığı olsa da genel olarak faydası daha fazla!
Senin "of be üstümüz başımız ıslandı" dediğin olaya binlerce çiftçi "çok şükür rahmet yağıyor" diyor.

Yine İbni Sina da Farabi ile aynı görüşü savunur ve "ateşin az kötülüğünden dolayı bir çok faydası terk edilemez" der.İslam alimlerinden Said Nursi ise "kötülüğün yaratılması değil işlenmesi kötülüktür" der.


Örneğin bir bıçağın varlığı değil ne için, nasıl kullanıldığı iyilik ve kötülük olduğunu belirler.

Gazzali ve Leibniz ise Allah'ın kötülük ve iyilik arasında ideal dengeyi kurduğunu ve en uygun alemi yarattığını savunur. Ayrıca Said Nursi, "bir şeyin kötü olması için sonuç olarak kötü olması" gerektiğini söyler.

Örneğin carpe diem dünya görüşüne kapılmış, Allah'tan uzak bir şekilde hayatınızı istediğiniz gibi yaşadığınız bir zamanda başınıza bir kaza, bela geldi diyelim.

Ve o kaza sonucu içinde bulunduğunuz sarhoşluktan uyanıp, ders alıp hayatınızı sorgulamaya başlıyor ve bundan sonra Allah'ın istediği gibi  yaşamaya karar veriyorsunuz diyelim.

Veya normalde aklınıza dua etmek gelmiyorken, bir hastalık bir bela ile karşılaşınca hemen Allah'ı hatırlıyor ve duaya sarılıyorsunuz!Peki Allah'ı hatırlatan bir musibet şimdi kötü mü oluyor iyi mi? Musibet Allah'ı hatırlatıyor ise neden kötü olsun?

“Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki o, hakkınızda bir hayırdır. Ve olur ki, bir şeyi seversiniz, halbuki hakkınızda o bir şerdir.” (Bakara 216)

Başka bir konuya geçelim; Allah tecavüzcülere, katillere sessiz kalıyor ben böyle bir Allah'ı kabul etmem diyen ateist..

Peki diyelim ki Allah inancını terkettin peki ne değişti? Tecavüz ve cinayetler bitti mi? Bitmedi, peki şimdi kimi suçlayacaksın? Evreni, dağları, taşları, toprağı...kimi?
Peki çözüm olmuyorsa şikayet ettiğin durumdan beklentin nedir? Ne olmasını istersin?

Olayın verdiği acı ile bu duyguyu yaşamamız normal olabilir, ancak bizim rasyonel ve objektif olarak meseleye bakmamız gerekiyor.

‘Allah madem iyi, öyleyse çocukların acı çekmesine izin vermemeliydi’ bu beklentiden hareketle bir an için böyle olduğunu düşünelim.

Mesela çocuğu yakmayan ateş, çocuğa işlemeyen mermi, çocuğa batmayan bıçak, çocuğu boğmayan su, çocuğu ezmeyen deprem?Böyle bir evrende fizik, kimya, biyoloji kanunlarının yerle bir olduğunun farkında mısın? Mantıken zaten yaşanabilir bir evren olmaktan çıkar.

Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah`ın katındadır. (Enfal 28)

Sonuç olarak iyi-kötü ve özgür irade ayrılmaz üçlü olduğu gibi iyilik ve kötülükten birinin yokluğu da digerini anlamsız kılar.

Ayrıca kötü olaylara her ne kadar üzülsek de duygusallıktan beslenmek yerine olaya rasyonel bir şekilde yaklaşmak gerekir.
Kaynaklar





AYETTE "ELÇİ SÖZÜ" DİYOR

iddia: Hakka 40 ayetinde açıkça Kur'an'ı hz.Muhammed'in yazdığını söylüyor!

Öncelikle ilgili ayete bakalım;

Hiç şüphesiz o (Kur’an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür. (Hâkka Suresi 40)

Ulan ate'ler sonunda gizli ayeti buldunuz(!) Hakikaten de "elçi sözü" diyor açıkça😊ya da biz bi ayetin devamına da bakalım;

O, bir şâirin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz!Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz! O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. (Hakka 41-43)

Gördüğünüz gibi hemen üç ayet sonra "alemlerin Rabbi tarafından indirilmedir" diyor!
Peki "elçi sözü" ile ne kastedilmiş?

Bildiğiniz gibi müşrikler peygamberimize "büyücü, sihirbaz, şair, kahin" gibi bir çok iftira atmaya çalışmıştılar.

Hatta hangi iftiranın daha etkili olacağı konusunda, o zamanın en iyi şairlerinden biri olan Velîd bin Mugıre’den yardım istemişlerdi.

Velid bin Mugire de Hz.Muhammed'in sözlerinin kahin, şair ve büyücülerin sözlerinden hiç birine benzemediğini ve dilinin hoş ve tatlı olduğunu söylemişti

İşte Hakka 38-49 ayetleri arası da bu olaya işaret ederek, hz.Muhammed'in sözlerinin "peygamberlerin getirdiği sözler türünden" olduğunu söylüyor.

O yüzden ayette "o şerefli bir elçinin kesin sözüdür" deniliyor. Ki bu sözlerin asıl kaynağının Allah olduğunu da hakka 43 ayetinde belirtiyor.

Benzer bir ifade tekvir 19 ayetinde var; Ordaki ayette de elçiden kasıt vahyi peygamberlere getiren Cebrail'dir.

Ki o surenin de 25. ayetinde "Kur’an, kovulmuş şeytanın sözü değildir" der. Sonuç olarak her iki ayetin de devamına baktığımızda ayetlerin ne kastettiği açıkça ortaya çıkar.

Yorumlar

Popüler Yayınlar