YEK1-PDF (7.BÖLÜM)


YEK1-PDF (7.BÖLÜM)

pdf indir:
 https://www.printfriendly.com/p/g/k5mMLK 

     

İÇİNDEKİLER

1. KURAN’DA BAŞ ÖRTME EMRİ VAR MI?
2. ALLAH'IN KANUNLARI DEĞİŞİR Mİ?
3. MEKKE VE ÇEVRESİ
4. DİNLERİN KÖKENİ SÜMERLER Mİ?
5. GÜNEŞİN VE AYIN YÖRÜNGESİ
6. DEİZM ELEŞTİRİSİ
7. CİDDEN MUCİZELERE İNANIYOR MUSUN?
8. MÜSLÜMANLAR YAHUDİLERİ Mİ TAKLİT EDİYOR?
9. İNCİL'DE HZ.MUHAMMED
10. TEVRATTA HZ.MUHAMMED
11. HİNDU METİNLERİNDE HZ.MUHAMMED(SAV)
12. ALLAH SANAR MI?
13. BEDEVİYE GÖRE CENNET
14. MEKKE'DE SABIR MEDİNE'DE SALDIR
15. ZENGİNLİK VE LİDERLİK İÇİN PEYGAMBER OLDU
16. İKİ MANTIK HATASI
17. KIZ ÇOCUĞUNU DİRİ DİRİ GÖMMEK
18. CELAL ŞENGÖR; DAĞLARIN OLDUĞU YERDE DAHA FAZLA DEPREM OLUR
19. BİLİM, İNANÇ VE FELSEFE'DEN 10 KISA BİLGİ
20. KISA 3 İDDİA (1.salat etme  2.ebu talip iman etmeme   3.ebu leheb cehennem)

KURAN'DA BAŞ ÖRTME EMRİ VAR MI?

iddia: nur 31 ayetinde geçen kelime "hımar" ve bu sadece örtü anlamına geliyor başörtüsü anlamına gelmiyor. eğer başörtüsünü kastetmiş olsaydı "hımaru r’as" demesi lazımdı.

önce hımar kısmını arapça haliyle bırakıp ilgili ayete bakalım;

mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. hımarlarını da yakalarının üzerine kadar salsınlar... (nur 31)

söz konusu iddianın saçmalığı hem sözcüğün kökünden hem mantıken hem de ayetle bağlantılı rivayetlerden ortadadır. tek tek gidelim;

1) kelime kökünden

hımar, örtü demektir peki nasıl bir örtü? arapça'da örtü anlamına gelen onlarca sözcük varken neden hımar kullanıldı?

örneğin pantolon da çorap da şapka da elbisedir ve bu sözcüklerin içinde bacak, ayak, baş kısımları geçmese de siz bunları nerenize giyeceğinizi biliyorsunuz

ayrıca ayak çorabı veya baş şapkası gibi belirtmelerin gereksiz olduğunu biliyorsunuz.

aynı şekilde hımar da özellikle başı kapatan ve aşağıya doğru sarkan örtüdür. ve örtü anlamına gelen diğer sözcüklerin de nasıl bir şey olduğunu arapça'ya hakim herkes bilir. ayrıca "baş" sözcüğünü eklemenize gerek yok çünkü sözcüğün kökünden de zaten bellidir.

hımar h-m-r kökünden olup başı uyuşturan alkollü içkiler anlamına gelen "hamr" ile aynı köktendir. burda hamr mecazi olarak başı örterken hımar ise fiziksel olarak üstünü örtmektir.

yani kelimenin asıl olayı baş ile ilgilidir zaten. benzer bir örnek vermek gerekirse; örneğin kürtçe'de sarhoş sözcüğünün köküne inerek içkinin baş ile bağlantılı olduğunu bilirsiniz.

sarhoş sözcüğü kürtçe'de ser yani kafa ve hoş sözcüklerinden oluşup "ser-hoş" şeklindedir. kısacası "kafanızın güzel, hoş olması" anlamına gelir. hımar da buna benzer..

hımar kısmına geri dönersek; örneğin boynunun üstü yani baş kısımları beyaz diğer kısımları kahverengi olan atlara "mutakhammer" denir. ve bu sözcük de hımar ile aynı köktendir ve yine baş kısım ile bağlantılı

bunun dışında arapça sözlüklere ve eski kaynaklara da bakabilirsiniz. örneğin arapça konusunda kaynak kabul edilen zemahşeri, ibn manzur, firuzabadi gibi lügatçılar da başörtüsü olarak çevirmişlerdir hımar sözcüğünü.

bunun yanında müfredât ve lisânu’l-arab kaynaklarına da bakarsak;

el-hamr'ın kök anlamı bir şeyi örtmektir. kendisiyle örtünülen şeye de hımâr denmiştir. ancak hımâr arap örfünde kadının başını örttüğü örtüye isim olmuştur.
(ragıp el-isfahânî, müfredatü elfâzi’l kur’ân, tahkîki safvân adnan dâvûdî, dimaşk-beyrut, 1992, hımar maddesi.)

hımâr kadın içindir ve başörtüsüdür (nasîf). kadının başını örttüğü şeye hımâr denmiştir. çoğulu ehmira, humr, humur, himir’dir. ( ibn manzûr, lisânu’l arab hımar maddesi)

kısacası arapça da bu konuyla ilgili tartışma ve ihtilaf bile yok. ki örneğin aynı şekilde "eşarp, yazma, tülbent, tepelik" gibi sözcükler türkçede geçmesine rağmen hiçbirinde baş sözcüğü geçmemesine rağmen nasıl örtüler olduğunu biliyoruz.

2) yakalarının üzerine

ayette dikkat ederseniz "hımarla yakanızı örtün" demiyor "hımarlarınızı yakalarınızın üstüne vurun/salın" deniliyor. yani baş kısmı veya üst kısım zaten örtülü. mantıken de bu ayet "başınızı açın yakayı kapatın" anlamında olamaz.

örneğin pantolon parçalarınızı dize kadar çekmiş olun. biri size "pantolunu ayak bileklerine kadar vur/sal" dese siz bunu "sadece dizden aşağısını kapatmamı istiyor demek ki kıçım açık kalabilir" şeklinde mi anlacaksınız?

tabiki hayır, söylenmek istenen şu; "dizden üstü zaten kapalı bir de dizden aşağısını kapatın". ayrıca size tekrardan dizden üstünü de kapatın denilmesine gerek yok

3) siyer-hadis-islam tarihi

hz.ayşe'nin "nur suresi inince ensar kadınları gördükleri bez parçaları ile hemen örtündüler" şeklinde naklettiği rivayetler başta olmak üzere başörtüsü ile ilgili yüzlerce hadis, rivayet bulabilirsiniz

hatta sırf bi kadının örtüsü ince diye peygamberin yüzünü başka yöne çevirdiği şeklinde rivayetler bile var. sahabe kadınlar ve onlardan sonraki dönemler de dahil tesettür ayetine itiraz eden acaba tek bir tane insan evladı biliyorlar mı?

ama nedense yirminci yüzyılda kimsenin bulamadığı o esrarengiz bilgiyi konstantinedeki dişi müceddidler bulmuş.

ha günümüzde bu tür saçmalıkların çıkış noktası nedir derseniz adres şaşırtmıyor; tabiki de hadis inkarcıları

edip yüksel, yaşar nuri öztürk, zekeriya beyaz, sonia cihangir gibi şarlatanlar bunu açıkça dile getirirken caner taslaman, emre dorman gibi korkaklar ise "kur'an'daki din ve uydurulmuş din" adlı kitapta yazar kısmını boş bırakarak bunu gizli gizli yapıyor

faydalandığım adresler aşağıdadır, daha detaylı açıklama için oraya da uğrayın mutlaka;


ALLAH'IN KANUNLARI DEĞİŞİR Mİ?
iddia: bazı ayetlerde allah'ın sözünün, kanunun değişebileceği söylenirken bazılarında ise asla değişme olmayacağı yazar. bu çelişki değil mi?

"değişebilir" diyen ayetler daha az olduğu için önce onlarla başlayalım. örneğin bakara 106 ayeti;

biz herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz. allah’ın gücünün her şeye hakkıyla yettiğini bilmez misin? (bakara 106)

burda bahsedilen yani değişen şey vahiy ile gelen hükümlerdir. örneğin bildiğiniz gibi islam hz.adem ile başlar.

ve bu süreçte çeşitli peygamber ve kitaplar gönderilmiştir. bu kitapların ve peygamberlerin hepsi ana konularda aynı şeriat, aynı kurallar ile geldiler.

örneğin allah'ın bir ve tek olması bu kitaplardaki değişmez ana kanunlardan biridir. buna hz.muhammed devrinde nasıl iman ediliyorsa hz.musa, hz.adem döneminde de öyle iman ediliyordu

ama zamanın şartlarına göre değişiklik gösteren haram ve helaller olmuştur.

örneğin hz.musa'nın kavmine cumartesi avlanma yasağı emredilmişken son peygambere böyle bir hüküm gelmemiştir.

veya enam 146 ayeti onlara tırnaklı hayvanların haram kılındığını bildirir bize ise domuz eti haram kılınmıştır.

bu tür haramlar ahlaki bir tarafı olmayıp sadece imtihan amaçlı verilen hükümlerdir. bu yüzden değişebilir.

ama örneğin hırsızlık, cinayet, yalan, zina gibi ahlaki hükümler veya allah'ın bir, tek olması gibi imani hükümler ana hükümler olup değişiklik göstermez

bir diğeri ise rad 39 ayeti;

allah, dilediğini siler, dilediğini değiştirmez. ana kitap ondadır. (ra’d 39)

hem tefsirlere hem de ayetin son cümlesi olan "ana kitap yani levhi mahfuz onun yanındadır" cümlesine baktığımızda bu ayet daha çok kader ile ilgili olduğu açık

allahın karşımıza ne çıkaracağı veya hayatımızda neyi silip neyi sabit bıraktığını kendisi bilir. bu ayet de buna işaret ediyor.

"değişmez" diyen ayetlere gelirsek, bu ayetlerden bir kaçı; fetih 23, ahzap 62, rum 30, isra 77, enam 34, en'am 115, fatır 43, kaf 29, yunus 62-64, hac 47

bunları da kısa bir özet şeklinde geçersek;

örneğin kaf 29, hac 47, yunus 64 ayetlerinde ahiret ile ilgili verilen vaatlerinde değişiklik olmayacağı bildirilir.

örneğin allah zalimlerin cehenneme gidecegini söylerken hesap günü bunun tersini söylemez

fetih 23, isra 77 ayetlerinde kâfirler ile ilgili bu dünyadaki cezanın değişmez olduğundan.

enam 34, enam 115 ayetlerinde ise allah'ın izni olmadan sözlerini değiştirecek bir güç olmadığı anlatılır

şimdi buraya kadar ki tüm açıklamaları bi kenara bırakın size bir analoji ile neden "değişir" ve "değişmez" diyen ayetlerin çelişkili olamayacağını açıklayayım.

bu örnekte sanki allah'a da haşa bir kader çizmiş gibi olacak ama siz o kısma değil de anlatmak istediğim şeye odaklanın.

diyelim ki a kişisi "ben asla sözümden dönmem ve sözümde değişiklik yapmam" şeklinde bir cümle kuruyor olsun.

daha sonra bu kişi bir kağıda bir cümle yazıp bir kutuya atıyor ve kutuyu kilitliyor. sonra bize "işe giderken yeşil elbise giyeceksiniz" şeklinde bir emir veriyor olsun.

bir süre sonra da "hayır vazgeçtim bundan sonra kırmızı elbise ile gideceksiniz işe" demiş olsun.

tam burda biz "a kişisi sözünden hiç caymam diyordu ama yeşil olan elbise emrini kırmızı yaptı yani kendisi ile çelişti" deriz. ama a kişisi "ben sözümde değişiklik yapmam" cümlesi ile çelişmediğini söyleyip daha sonra bize kapalı kutudaki kağıdı gösteriyor.

o kağıtta ise yazan şu; "ben önce yeşil elbise daha sonra kırmızı elbise giyilmesi emrini verecem"

peki şimdi size soralım; a kişisi çelişti mi kendisi ile? hayır aslında tam da dediği gibi sözünde değişiklik yapmadı biz eksik bilgimiz ile değişiklik yaptığını sandık.

aynı şekilde allahın levhi mahfuz'da "şu kavme önce şunu helal kılıp diğer kavme bunu haram kılacam" şeklinde imtihanı belirlemiş olması orda yazılanı bilmediğimiz için bize değişiklik olarak gelebilir.

ama allah'ın onu uygulaması tam tersine "benim kanunumda değişiklik bulamazsın" cümlesi ile çelişkili değildir

bir kesim de bu değişmez diyen ayetlere dayanarak mucizeleri reddediyor.

oysa aynı analoji ile bakarsak; evren yasalarının ihmal edildiği peygamber mucizeleri de "benim kanunumda bir değişiklik bulamazsın" ayetine ters değildir.

MEKKE VE ÇEVRESİ
iddia: enam 92, şura 7 gibi ayetlerde kur'an'ın sadece mekke ve çevresine yani sadece araplar için indiği geçer. yoksa islam evrensel değil mi?

önce ilgili ayetlere bakalım;

işte bu (kur’an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilâhî kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır... (enam 92)

böylece biz sana arapça bir kur’an vahyettik ki, şehirlerin anası olan mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarasın...(şura 7)

bunun yanında bazı ateistler "ilk başlarda muhammed'in amacı mekke'ye sahip olmaktı o yüzden bu tür ayetler var. daha sonra eli güçlenince tüm insanlık için geldiğini söyledi" şeklinde bir hikaye uydururlar.

öncelikle bu hikayenin uydurma olduğunu surelerin iniş sırasına bakarak anlayabiliriz.

zira kur'an'ın "tüm insanlar" için indiğini söyleyen araf 158 ayetinin olduğu sure iniş sırasına göre 39. sırada iken mekke ve çevresi için olduğunu söyleyen enam suresi 55, şura suresi 62. sırada.

bu arada araf 158 ayeti şu şekilde;

de ki: ey insanlar! şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim...(araf 158)

yine ayrıca sebe suresi, şura süresinden önce inmiştir ve sebe 28 ayeti şu şekilde;

ey muhammed, biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir. fakat insanların çoğu bilmezler (sebe 28)

yine evrensellikten bahseden furkan suresi inen 42. sure olup enam ve şura suresinden önce inmiştir.

bütün alemi uyarmak üzere kuluna furkân’ı indiren ne yücedir! (furkân1-2)

kısacası en başından beri kur'an tüm insanlık için indiğini beyan etmiştir. peki şura 7 ve enam 92 ayetleri ne anlatıyor?

öncelikle her iki ayette de "mekke" ismi geçmez onun yerine bir mahlas olarak "şehirlerin anası" kullanılmıştır. yani mekke'ye bir ana merkez gözü ile bakılmış.

şimdi de şuara 214 ayetine dikkatinizi çekmek istiyorum çünkü asıl cevap orda;

(önce) en yakın akrabanı uyar. (şuara 214)

bu ayette "önce" kısmı geçmez ama tefsir ve siyerden bildigimiz kadarıyla allah peygamberin zarar görmemesi için ona sağlıklı bir güzergah çiziyor.

yani önce onu daha iyi anlayacak aile ve akrabalarına açılmasını sonra da yavaş yavaş diğer insanlara tebliğ etmesini istiyor

bu ayet nasıl ki "akrabaların dışında kimseyi uyarma" anlamına gelmiyorsa enam 92 ve şura 7 de "sadece mekke halkını uyar" anlamına gelmiyor.

zira bu ayetlerde de merkeze mekke alınarak aynı şekilde aslında bir gidiş yolu çiziliyor peygambere. yani önce şehirlerin anasını daha sonra da çevresini uyar.

ki "çevresi" kısmına da bi sınır çizemeyiz yani bütün yeryüzü kastedilmiş olabilir ki mekke'ye şehirlerin anası deniliyorsa "çevresi" ile de diğer bütün şehirler kastedilmiştir.kısacası bu ayetler tebliğin yerel değil bir güzergah bir metod ile olduğunu söylüyor.buna benzer bir diğer itiraz ise "kur'an'ın arapça indiğini" bildiren ayetlere;

biz onu, akıl erdiresiniz diye arapça bir kur’an olarak indirdik.(yusuf 2)

iyice anlayasınız diye biz, onu arapça bir kur’an yaptık (zuhruf 3)

kuran biz insanlara indiği için bize en iyi şekilde açıklayacak, bildirecek kişi de yine aramızda yaşayan bir insan olur. hatta müşriklerin "allah bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi" itirazına ayette bu şekilde cevap verilir;

de ki: “eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.” (isra 94)

ayrıca bu seçilen insan aynı anda birden fazla yerde doğamayacağı, olamayacağı için bizim gibi belli bir bölgede doğmuş biri olmalı.

yine inen kitabı açıklayacak kişinin önce kendisi anlaması gerekeceği için doğal olarak onun dilinde inmeli. allah bu noktaya da şu ayette dikkat çekiyor;

şayet biz onu yabancı dilde okunan bir kitap olarak indirseydik mutlaka şöyle diyeceklerdi: "âyetlerinin açık seçik anlaşılır olması gerekmez miydi? bir arap’a yabancı dilden bir kitap, öyle mi!"... (fussilet 44)

not: tabi bu ayet her dilde kitap inmesi gerektiğini ve çevirinin saçmalık olduğunu kasettmiş olmuyor ama vahyin en azından ilk muhattabı olan peygamberin ve kavminin dilinde inmesi gerekir. Gerisi çeviri ile halledilir

kısacası kitabın arapça olması onu yerel bir din yapmadığı gibi bu kitap başka bir bölgede ve başka bir dilde gelmiş olabilirdi. ama hangi bölgeye gelirse gelsin inkarcıları yine aynı itirazı tekrarlayacaktı.

DİNLERİN KÖKENİ SÜMERLER Mİ?
iddia: islam da dahil bütün dinlerin kökeni sümerlere dayanır ve kopyalanarak günümüze gelmiştir.

sırasıyla değineceğimiz konular;

1)sümerler kimdir? (kısaca)
2)muazzez ilmiye çığ'ın iddiaları
3)sümerler ve vahiy

sümerleri kısaca tanıyarak başlayalım;

sümerler, mö 4000- mö 2000 yılları arasında irak'ın güneyinde yani güney mezopotamya'da yerleşmiş olan, medeniyetin beşiği olarak bilinen uygarlıktır.

dünya'nın bilinen en eski uygarlığı kabul edilir. yazı, dil, tıp, astronomi, matematik, gerekse din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum sümerlerdir.

sümerliler devletlerini şehirlere bölmüş olup 21'i büyük olan yaklaşık 35 büyük şehir ve kasaba vardı. bunlardan birkaçı; kiş, nippur, zabalam, umma, lagaş, eridu..

ayrıca her şehrin özel tanrı, tanrıçaları vardı ve her şehirde en az bir tane tapınak bulunurdu. çok tanrılı bir dine sahip olup 1500 kadar tanrı ismi olduğu söyleniyor, gılgamış destanında ismi geçen bazı tanrıları ise şöyle;

anu veya an: gök tanrısı
enlil: hava tanrısı (tanrıların babası)
enki: bilgelik tanrısı
nimmah (ninhursag): ulu hanım, ana-tanrıça
nanna (sin): ay tanrısı
utu (şamaş): güneş tanrısı
ecem (kueen) : kraliçe soylular tanrıçası.
inanna (iştar): aşk ve bereket tanrıçası
ninti: hayat tanrıçasıdır.

https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Sümerler

https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Muazzez_İlmiye_Çığ

kısaca sümerler bu şekilde, şimdi asıl konuya giriş yapalım; sümer iddialarını araştırırsanız karşınıza muhtemelen çıkacak ilk isimlerden biri muazzez ilmiye çığ'dır.

kendisi yıllarca müzede çalışmış biriydi ama seküler medya zaman zaman kendisini "profesör" ünvanıyla da ekranlara da çıkarmıştır. ee ne de olsa islam'ı eleştiren biri olsun o kadar:)

not: müzede sümer, akad, hitit dillerindeki tabletleri düzenleme işleri ile sorumluydu ama çeviri yapabildiğine dair net bir bilgi yok internette.

kendisinin 13 kitabı var ama bu yazıda bizi asıl ilgilendiren "kuran, incil ve tevrat'ın sümerdeki kökeni" adlı kitabı.

kitap 110 sayfa ve dörtte biri resimlerden oluşuyor ki genel olarak kitapları bu şekilde ince kitaplar. kadını gömmek gibi bir niyetim yok ama sanki "benim de kitabım olsun" mantığıyla yazılmış bi kitap gibi..

neyse, kitabı geçen sene okuyup gerekli yerlerde notlarımı almıştım, şimdi de tek tek değinelim muazzez hanım'ın iddialarına.

not 1: kitaptaki sümer iddiaları daha çok tevrat ve yahudilik ile ilgili. bu yazıda ise bizi ilgilendiren yani islam ile bağlantısı olan iddialara değineceğiz.

not 2: iddialar arasında hz.adem'in cennetten kovulması, nuh tufanı gibi kayda değer birkaç iddia var, bunlara en sonda detaylı olarak değinilecektir.

muazzez hanım, sözde dinlerin kökeninin sümerlere dayanacağını ispatlayacak ama henüz sayfa 19'da şöyle bir cümle kuruyor;

"ne yazik ki, sümer kanunlarının yazılı olduğu tabletler cok kırıklı, belki de toprak altından daha çıkarılmayanlar da var. bu yüzden tam bir karşılaştırma yapılamıyor.”

yazar hanıma sormak lazım; madem elimizdeki bilgiler kesin değil, eksikler var neden yıllardır tutturmuşunuz sümer de sümer? şuan her 10 ateistten 9'u ortalıkta "abi hep sümer ya" diye dolaşıyor:)

neyse devam edelim;

1)örneğin sayfa 15'de "asurlularda tanrıdan bir peygamber yolu ile vahiy geldiğini" ve bunu semavi dinlerdeki vahiy almaya benzetmiş.

hayır şaka yapmıyorum, yazar da şaka yapmıyor cidden bunu kopya olarak görüyor ve çoğu iddiası da bu derece absürt iddialar.

yok yani yazara sormak lazım; başka nasıl vahiy gelebilirdi? insanlara gönderilecek bir vahyin insanları en iyi şekilde anlayacak ve anlatacak bir insan aracılığıyla gönderilmesinden daha doğal ne olabilir?

açıkçası bu iddia "sümerlerde anneler çocuklarını komşudan tuz almaya yollarlardı, şimdikiler de aynısını yapıyor " demek kadar saçma bir iddia.

2)aynı sayfada "temizlik sümerlerde çok önemliydi, tapınağa gidenler temiz beden ile giderdi" demiş yazarımız

sanırsam konuyu camilere, kiliselere temiz elbiseler ile gitmeye getirecek ama muazzez hanıma sormak lazım;

temiz giyinmemek için sebebimiz nedir? sadece ibadethanelerde değil evin içinde de temiz olmaya çalışır her insan ki çöpten, kirden beslenen tür insanlar değil sinekler, kurtçuklardır.

3)aynı sayfada şaka gibi ama "asurlarda tanrı bazen üçüncü şahıs bazen birinci şahıs olarak vahiy gönderir, aynısı kur'an'da da var" demiş

allahın bazen kendinden "o" bazen de "ben" diye bahsetmesine getirmiş konuyu ve bunu bir kopya, benzerlik olarak sunuyor.

kitabı bastırmadan önce bu kısmı okuyan editörler ne düşünmüştür cidden merak ediyorum. hayır oldu olacak "aynı noktalama ve yazım kuralları kullanılmış" deseydi!

4)sayfa 17'de "üç dinde de tanrıların var edici ve yok edici güçleri var" demiş. yazarın kafasında nasıl bir tanrı inancı var acaba? bir tanrının yaratma ve yok etme güçleri olmasından daha doğal ne olabilir?

5)sayfa 18'de "sümer krallarının nasıl sarayları varsa tanrılarının da evleri vardı, daha sonraları tanrı evleri sinagog, kilise ve camilere dönüştü" demiş.

islam adına konuşayım; öncelikle mülkün sahibi allah'tır, her şey allah'a aittir, camiler dahil. sümer tanrıları insansı sınırlı varlıklar oldukları için bunların bir evleri olduğu inancı olabilir ama islam'da böyle bir inanç yok.

islamdaki sadece mecazi bir tanımdır ki allah mekandan münezzehtir.

6)aynı sayfada "camilerin üstündeki yarım ay yani hilal, sümer ay tanrısının sembolüdür" demiş ki sanırım muazzez hanımın islam bilgisi de kıt.

zira günümüzde islam'ın sembolü haline gelmiş hilal sembolü hz.muhammed(sav) zamanında yoktu, sahabeler de savaşlarda sadece "la ilahe ilallah" yazılı bayraklar taşımışlardır.

hilal sembolü ise islamiyet öncesi türk topluluklarında kısmen kullanılan bir sembol olup büyük ihtimalle de türklerin islam'a geçişi ile eklenmiştir.

7)sayfa 19'da ise "hammurabi'nin güneş tanrısından vahiy ile kanun alışı musa'nın allah'tan kanun alışına örnek olmuş" diyor yazarımız

(hatırlarsanız sayfa 15'te de asurluların vahiy alışına benziyor demişti)

8)aynı sayfada "musa'nın kanununda anne babaya saygı, kimseyi öldürmeyeceksin, zina yapmayacaksın, çalmayacaksın gibi kurallar var, bunlar sümer kanununda da vardı" demiş.

yazar hanım acaba daha önce "hırsızlık yap, zina et, anne babana karşı saygısız ol " diyen bir din duymuş mu? bunlar acaba dinlerin ve insanlığın ortak ahlak kuralları olabilir mi?

9)sayfa 22'de "sümerde sosyal adaleti koruyan tanrıça yılda bir defa insanları iyi veya kötü hareketlerinden dolayı yargılar, bu da islam'a berat kandili olarak girmiştir" diyor.

öncelikle berat; arınma kurtuluş anlamına gelir ve insanlar o günde dua, ibadet eder diğer kandillerde olduğu gibi. yargılama gibi bir olay yok kandillerde, yazarımız da belli ki sallamış bir kandil ismi

ikincisi kandiller islam'a sonradan eklenmiş bir uygulama ve genel görüş peygamber, sahabe döneminde böyle bir şey olmadığı yönünde.

berat kandili ile ilgili bir iki rivayet olsa da senetleri zayıf olduğundan dikkate değer değil, islam dininde tek önemli gece kadir gecesi.

10)sayfa 23'de "babiller sümerlerdeki 50 tanrının ismini tanrı marduk'â vererek tek tanrı düşüncesine doğru adım atmışlar, benzer olarak islam dininde allahın 99 ismi var" demiş yazarımız.

yine saçma bir bağlantı kurulmuş ki her ne kadar allahın isimleri dediklerimiz aslında allahın sıfatları ve her şeyin sıfatı olduğu gibi doğal olarak allahın sıfatları da olabilir.

ayetlerde veya hadislerde "allahın 99 ismi var" gibi bir şey geçmediği gibi allahın binlerce sıfatı olabilir. 99 isim de şu mantıkla çıkarılmış;

örneğin ayette allah için "her şeyi bilen" deniliyordur daha sonraları müslümanlar demek ki allah için "el alim" denilebilir diyerekten bu sıfatları ortaya çıkarmışlardır.

muazzez hanım'ın islam kıt olduğu gibi kitap yazarken bir araştırma veya danışma ihtiyacı da duymamış sanırsam.

11)sayfa 24'te "sümerliler dünyada olan bütün olayların ve tanrıların isteklerinin gökte yıldızlarla yazılı olduğuna inanırdı, aynısı levhi mahfuz olarak islam'da da var" demiş yazar

şöyle ki; levhi mahfuz gökte yıldızlarda bulunur gibi bir inanç yok islam'da.

levhi mahfuz ile sadece allahın her şeyi bildiğine her şeyi yazdığına atıf yapılır ki bir ilah için bundan daha doğal bir şey olamaz.

12)aynı sayfada "sümerlerde 7 sayısı çok önemlidir, aynısı kuran'da da 7 sayısı bolca kullanılmış" demiş ve cennettin 7 kapısı olduğunu örnek vermiş.

"bolca" kısmına takıldım acaba hangi kur'an'ı okuyor muazzez hanım? hatırladığım kadarıyla 7 sayısı kuranda sadece cehennem kapılarının sayısı olarak geçiyor.(hicr 44) cennet kapıları sayısı ise hadislerde 7 değil 8 olarak geçiyor.

sümerlerde;
en büyük tanrı; 60 veya 6,
ay tanrısı; 30
lagaş şehri; 17

gibi temsili birçok kutsal sayı bulunurdu zaten peki yazar bu sayılardan neden bahsetmiyor, bunlarla ilgili bir şey bulamamış mı islam'da?

13)sayfa 25'de kurban ibadetinin sümerlerde olduğu söylenmiş ki birçok dinde zaten bunu bulabilirsiniz.

ortak bazı ibadetler olması aynı yerden geldiğine delil olur ancak! ki örneğin allah, bakara 183 ayettinde orucu önceki kavimlere de farz kıldık der.

ayrıca mö. 4000-2000 yılları arasında yaşamış olan sümerler de hz.ıbrahim'in yaşadığı döneme denk geliyor. kurban ibadetinin hz.ıbrahim ile sümerlere geçmiş olması daha muhtemeldir.

14)hristiyanlık ve yahudilik ile ilgili iddialarına değinmiyorum ama yazar sayfa 28'de "sümer tanrılarının heykelleri vardı hristiyanlıkta isa ve meryem'in heykeli yapılır" diyecek kadar saçmalıyor.

15)sayfa 29'da haddini aşıp "sümer tapınaklarında fahişe rahibeler vardı ve diğer kadınlardan farkları olsun diye başlarını örterdi" diyerek semavi dinlerdeki örtünmenin buna dayandığını iddia etmiş.

ordan geldiğine dair kanıt var mı yok? oysa hem günümüzde hem geçmişte 3 semavi dinden olmadığı halde başını kapatan birçok topluluk var zaten.

veya biz de haddimizi aşıp yazara şöyle bir cevap mi versek;

müslüman kadınlar sümer fahişelerini taklit etmiyor ama acaba sizin yetiştirdiğiniz yarı çıplak toplum günümüz fahişelerini taklit ediyor olabilir mi?

16)bizim süper zeka yazarımızın bir diğer bulduğu benzerlik şöyle;

sayfa 56'da "birçok yeri kırık veya bozuk olan bir tablet olduğu için tam olarak çevirlememiş olsa da genel olarak insanların felaketler karşısında sabırlı olmaları gerektiği söylenmiş" diyor.

ve devamında bunun hz.eyüp'ün sabır hikayesine benzediğini iddia etmiş. ne desem bilmiyorum, yok yani gülsem mi ağlasam mı bilemedim.

gerçi gülsem "sümer tanrıları da gülerdi gülmen burdan geliyor" veya ağlasam "sümer halkı, tanrı için ağlardı demek ki ağlaman burdan geliyor" diyebilir yazarımız:)

17)ayrıca yazarımız kitabın başında dinlerin ortak özelliklerden bahsederken "törenler, ilahiler, tütsüler" demiş.

kendisi acaba daha önce camiye gitmiş mi? hangi tören hangi tütsü? veya cami içinde koro şeklinde ilahi okuyanlar mı var yoksa namaz kalanlar mi?

18)başka bir yerde muazzez hanım şöyle diyor; "sümerlerde ölülerin ruhları için yiyecek ve kurban sunulmazsa onlar yeryüzüne çıkarak insanlara rahatsızlık verir" inancı vardı.

ve bunu hadislerde geçen "ölünün arkasından çok ağlamayın bundan azap duyar" kısmına benzetmiş. peki yemek ve ağlamak ne alaka?

ki bu hadis islam'daki "veren de alan da allah'tır" teslimiyeti ile alakalı zira bazıları isyan edip küfre düşecek şekilde yas tutabiliyor.

neyse genel olarak bu şekilde, bir sonraki paylaşımda ise nuh tufanı, yaratılış, hz.ademin cennetten çıkışı gibi dikkate değer iddialara değineceğiz.

not: kitapta daha çok sümer-tevrat benzerliğine dikkat çekilmiş, bu yazımızda sadece kur'an'ı ilgilendiren kısımlara değindik

kitap: kuran, incil ve tevrat'ın sümerlerdeki kökeni-muazzez ilmiye çığ

-sümerler ve vahiy-

buraya kadar kısaca sümer tarihine ve muazzez ilmiye'nin benzerlik dediği komik iddialarına değindik.

peki benzerlik olması islam'ın lehine mi aleyhine mi? açıkçası benzerlik olması islam dahil semavi dinlerin işine gelir zira zaten birçok ayette diğer kavimlere de peygamber geldiği söylenir.

buyrun birkaçı;

andolsun biz, her ümmete, “allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının” diye peygamber gönderdik (nahl 36)

andolsun, senden önce biz nice peygamberleri kendi kavimlerine gönderdik(rum 47)

oysa biz, önce gelip geçen toplumlara, nice nice peygamberler gönderdik (zuhruf 6)

biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz. (isra 15)

ayrıca eski milletlere de benzer ibadetleri, yasaları verildiği de geçer ayetlerde;

ey iman edenler! sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de sayılı günlerde oruç yazıldı. (bakara 183)

hatta bir müslüman olarak şunu diyeyim;

inşallah bir gün uzak doğu, çin gibi bölgelerin dinlerinde de amerika kıtasındaki aztek, mayalılar ve inkaların tarihi kazılarında da islam'dan bazı izlere rastlarlar.

not: gerçi azteklerde kurban inancı var ama biraz farklıydı, insan kurban ediyorlardı:)

bu tür benzerlikler kopya olduğuna değil kaynağının aynı olduğuna delil olur ancak.

peki madem benzerliğe karşı degilim muazzez ilmiye'nin kitabına neden eleştiri yaptım?

eleştirimin asıl nedeni piyasada "profesör, dünyaca ünlü sümerolog" diye şişirdikleri kadının aslında kitabında ne kadar saçma ve komik iddiaları olduğunu göstermek

kitabında dikkate değer olan birkaç konu var ki bunlar zaten muazzez ilmiye'nin bulduğu şeyler değil daha önceleri yabancı sümerologlar tarafından ortaya atılan iddialar.

not: uygarlığın sümer’de başlamış olduğu iddiası ilk kez 1956’da sümerolog samuel noah kramer tarafından ortaya atılmıştır.

örneğin hz.adem'in çamurdan yaratılış hikayesi ile başlayalım;

evet, bu olayın benzeri hikayeler sümerlerin gılgamış, enuma-eliş destanları başta olmak üzere mısır luxor tapınağında bir kabartma resimde, yunanlıların hesiodos destanında geçtiği de söylenir.

ama bu hikayeler aslında çok da benzer değil, en benzeyeni yine sümerlerdeki adapa-lilith hikayesi.

tabi şunu da not düşelim; "şu veya bu kişi aracılığıyla şöyle bir yolla kopyalandı" şeklinde iddiada bulunmak için ellerinde net bir kanıt da yok.

aynı şekilde nuh tufanı benzeri bir tufan sümer kaynaklarında geçer ama isimler farklı olduğundan bunun da kesinlikle hz.nuh'un tufanı olduğunu söyleyemeyiz.

şöyle ki; birçok kavmin başından doğal olarak sel felaketi geçmiştir belki o dönemin insanları bu olayı kaleme alarak kendi tufanlarını anlattı.

ki bu bana çok daha büyük bir ihtimal olarak geliyor

veya şöyle düşünün; örneğin 2011 yılında japonya'da 8.9 büyüklüğünde deprem ve depremin tetiklediği tufan ile büyük bir felaket yaşandı.

eğer internete devri olmasa belki bu kayıtlara "büyük bir tufan" olarak geçecek ve bin yıl sonra bu kayıtları bulan arkeologlar nuh tufanı'nın kopyası diyecekti.

ayrıca olur da birgün bu tür benzerlikler amerika kıtasında yaşayan aztekler gibi uzak topluluklarda bulunursa kesinlikle "aynı ilahtan gelen peygamberler" olduğuna kanıt olur.

zira o dönemin şartlarında mezopotamya'da yaşamış birinin amerika'ya gidip kopyalamış olması imkansıza yakın birşeydir.

bugün internet çağında elimizin altında google olmasına rağmen çoğumuz arkeolojik kazılarda bulunanları ve o bölgelerde yaşayan toplulukları araştırmıyor iken o dönemde birilerinin bu yola başvurması çok daha zor.

ayrıca yola çıkan kişinin o dönemin eserlerine ulaşacak kadar yetenekli ve o toplulukların dilini, eserleri çevirecek kadar iyi biliyor olması lazım.

oysa sümerler milattan önce 4000-2000 yıllarında yaşamış olup aşağı yukarı hz.ıbrahim devrine denk geliyor.

ve bildiğimiz kadarıyla hz.ıbrahim bu bölgelerde bir yerde yaşamış ve doğal olarak bu bölgenin dilini, kültürünü biliyordur.

o yüzden yaratılış, tufan, kurban ibadeti gibi konuların hz.ibrahim gibi bir peygamber ile sümerlere gelmiş olması daha yüksek bir olasılıktır.

allah “dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye vahyettiğini nûh’a, ibrâhim’e, mûsâ’ya ve isâ’ya emrettiği gibi size de din kıldı. (şura 13)
GÜNEŞİN VE AYIN YÖRÜNGESİ
iddia: yasin 40 ayetinde "gece gündüzün önüne geçemez deniliyor". kuran'ı yazan kişi belliki geceyi ve gündüzü birbirini kovalayan iki cisim sanıyor oysa bu kozmoloji bilgisi ile tamamen çelişiyor.

önce ilgili ayetlere bakalım;

güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. bu, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen allah’ın takdiridir. (yasin 38)

ayın dolaşımı için de konak yerleri belirledik. nihayet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur. (yasin 39)

ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. her biri bir yörüngede yüzmektedir. (yasin 40)

ateist, deistlerin yerinde olsam özellikle bu üç ayetten uzak dururdum ve bahsini bile açmazdım.zira bu üç ayet tam tersine kozmoloji bilgimizin çok düşük bir seviyede olduğu altıncı asırda günümüz modern bilimine uyan bilgiler içeriyor.

bu iddianın asıl çıkış noktası olan yasin 40 ayetinin son cümlesine bakalım. ayetin tam karşılığı şöyle "hepsi/her biri bir yörüngede yüzmektedir"

"bir" kısmını büyük yazdım çünkü asıl sorun ordan çıkıyor. burdaki "bir" acaba ateistlerin iddia ettiği gibi "tek, yegane" anlamında mı kullanılmış yoksa "herhangi bi yol" anlamında mı?

benzer türkçe bi cümle kuralım;

1)diyelim ki bir arkadaşımız "herkes nereye gitti" şeklinde soruyor olsun. biz de "her biri bir yere gitti" diye cevap verelim

türkçe mantığıyla bakın biz bu cümleden hepsinin "aynı yere" gittiğini mi yoksa herkesin belirsiz farklı yerlere gittiğini mi kastetmiş oluruz?

türkçede bu "bir" sözcüğünü çoğu defa hatta her zaman ikinci anlamda kullanırız değil mi? eğer tek bir noktaya gittiklerini söylemek istesek açıkça "hepsi aynı yere gitti" deriz.

o zaman bu ayetten de hepsinin tek yörüngede değil hepsinin belirsiz/farklı yörüngelerde yüzdüğü anlamı rahatça çıkarılabilir.

bize yardımcı olan bir diğer nokta da şu;

2)arapça'da özellikle belirli, bariz bir nesneyi veya tek olan bir şeyi ifade ederken ingilizcedeki "the" gibi "el" takısı kullanılır.

eğer ateistlerin iddia ettiği gibi hepsinin özellikle tek yörüngede hareket ettiğini demiş olsaydı o ayette yörünge yani "felek" sözcüğünden önce el takısı olması lazımdı.

ama ayetin son cümlesi şu şekilde; "ve kullun fî felekin yesbehûn(yesbehûne)"

gördüğünüz gibi "felekin" sözcüğünden önce özellikle bir ve tek olan yörüngeyi belirten el takısı yok.

3)ayrıca yasin 38 ayetinin ilk cümlesine bakalım;

ayette "güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir" deniliyor yani açıkça "kendinin" anlamına gelen "lehâ" sözcüğü kullanılmış ayette.

burdan da güneşin kendi ayın kendi yörüngesi olmak üzere farklı yörüngeleri olduğu anlaşılır.

ki günümüz kozmolojisi de hem güneşin, hem ayın hem de gezegenlerin spiral kendine has belli hızlarda yörüngeleri olduğunu söylüyor.

bu kısım anlaşıldı ise ayette geçen diğer bilimsel kısımlara bakalım;

dikkat ederseniz yasin 38 ayeti güneşin hareketli olduğunu ve açıkça akıp gittiğini söylüyor. tabi bizim yerli ateistler her zamanki gibi "madem kur'an'da bu bilgi geçiyor o zaman neden müslümanlar bunu kesfetmedi" diyecekler:)

ama ateist arkadaşlara kötü bi haberim var; güneşin de diğer gezegenler gibi kendi yörüngesi olduğunu ve kendince bir hareketi olduğunu ilk keşfeden kişi 9.yy'da yaşayan müslüman astronom fergani.

bu ayetlerdeki bir diğer bilimsel işarete geçelim; dikkat ederseniz yasin 39 ayetinde ayın "konak yerleri" olduğunu ve hareketinin "kuru hurma dalına" benzediği geçiyor.

peki bunun bilimsel tarafı nedir? öncelikle ilkokul kozmoloji bilgisinden bildiğimiz kadarıyla genelde ayı dünyanın etrafında eliptik bir yörüngede dönen bir cisim olarak çizeriz

oysa dünya ayın yörünge merkezi değil, ikisinin etrafından döndüğü hayali bir merkez vardır. cisimlerin yörünge aldıkları bu ortak merkezlere barimerkez denir. yani şöyle düşünün ortada bir nokta var, atıyorum bir topaç o noktanın etrafında 10 cm çaplı bir yörünge çizerken başka topaç o noktaya 50 cm çaplı bir yörünge çiziyor.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEin6YUB2nSvQivI0xUSEDmQGC2uEbdxeUYhwoZ4LeujDM_q92kpO7LstbsNWiOAq-BuExhf93hp3zHwrUdPtw6NTrw7T3xbu3Mnld6m2JZkQAHV7i_2g6ZF76DlizZtZpBQIGSMs9FWREb8/s320/moon_orbit_around_sun.png


ama dünya ve ay bu eliptik hareketi yaparken kütle çekimden o yörüngeyi çizerken yalpalamalar olur. (aynı şey güneş ve diğer gezegenler için de geçerli.)

yani örneğin ay etkiden dolayı bazen aşağı bazen yukarı giderken o eliptik yörüngeyi düz çizgi şeklinde değil de "s" harfi şeklinde çizer

işte ayın bu "s" şeklinde ilerleyen eliptik yörüngesi kurumuş hurma ağacının aynısı. hurma ağacı da düz bir çizgi gibi değil girintili çıkıntılı "s" şeklinde uzar.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmooHlriHQDScjYSJVFEu_LWz8IGooEMty4LYdcmDqTQ954jMnma_OfVlQ_y37Qb2hC5J-F02lJg2pEVOLHQsOFE1Ys0EWimZLfTtWHwNgns8ByGi7pfSU0b3QoNyNMk9Na6R4jfSMf-uI/s320/images+%25288%2529.jpg



DEİZM ELEŞTİRİSİ
sırasıyla değineceğimiz konular;
1)deizm nedir ve kısaca tarihçesi
2)anlam arama ihtiyacı
3)uygulamada ve teorikte deizm
4)ahiret adaletsizliği
5)akıl ve vicdan yeterli mi
6)bence dini
7)dinler hepsi aynı itirazı
8)dinler kötülük sebebi mi

deizm nedir diye başlayalım;
  • deizm, tanrıyı yalnızca ilk sebep olarak kabul eden, evreni yarattığına inanmakla beraber ona hiçbir müdahalesi olmadığını savunan ve dinleri, peygamberi, vahyi reddeden görüştür.

    bir diğer ismi "yaradancılık" olan deizm latincede tanrı anlamına gelen "deus" sözcüğünden türetilmiş olup, doğrunun akıl yoluyla kavranabileceğini savunur.

    kısaca tarihçesine bakacaksak; deizm kavramı ilk olarak 17. yüzyılda özellikle ingiltere’de kullanılmaya başlanmıştır.

    yazılı olarak belki de ilk kez piere viret'in inanç ve incil öğretisi eğitimi (instruction chrétienne en la doctrine de la foi et de l'évangile) adlı 1564 tarihli yapıtında kullanılmıştır.

    deizmde genel olarak peygamber, melek, şeytan, ibadet, sevap, günah, vahiy, ahiret gibi kavramlar yok.

    ama dinler gibi net çizgileri olmadığı için bazı deistlerde ahiret, cehennem, cennet veya reenkarnasyon tarzı inançlar bulunur.

    https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Deizm

    neyse tanıtım kısmını geçtiysek şöyle bir soru ile başlayalım; sizce ateizm mi daha mantıksız yoksa deizm mi?

    ilk bakışta "ya en azından bunlarda bir tanrı inancı var, ateistlerde o da yok" mantığıyla sanki ateizm daha mantıksızmış gibi gelebilir ama bence deizm daha çelişkili bir halde.

    şöyle ki ya bir yaratıcı yok, kozmik bir kaza ile oluştuk işte, bu yüzden herkes kendi kafasına göre takılsın, oynasın, zıplasın diyeceksiniz.

    yada eğer bizi birinin yarattığını iddia ediyorsak o zaman bizi belli bir amaca, kurallara göre (örneğin akşam ezanından önce evde olma kuralı gibi) yarattığını yani başıboş olmadığımızı kabul etmek lazım.

    ki öbür türlü inandığın tanrıya "gereksiz, boş iş" yaptın demiş oluyorsun aslında.

    deizmdeki bu saçmalık şuna benziyor; örneğin bir arsa alıyor ortasına da harika bir ev yapıyorsun sonra da "ya ben evde oturmak istemiyorum" diyorsun.

    ee peki kiraya mı vereceksin? yok kiraya da vermeyecem öylece kalsın arsanın ortasında? adama sorarlar "birader derdin ne"

    tabi bu eleştirim, ahiret inancı olmayan deistler için ki deistlerin çoğunluğunu oluşturuyor bu.

    ahiret inancı olduğu müddetçe evrene bir anlam verebiliriz öbür türlü var olmam eğer kozmosun rastgele bir cilvesi ise rastgele kafama göre yaşamamak için de hiçbir sebebim yok.

    iyi veya kötü biri olmam hiç farketmez sonuçta yaptığım her şeyin benimle beraber evrenin kanalizasyonuna gideceğine inanıyorsam.

    oysa insan içinde bulunduğu evreni, yaşadığı hayatı, olayları ve hepsinden önemlisi bizzat kendisini anlamlandırmak ister.

    bu anlamlandırma çabasında her insan zihinsel kapasitesi ölçüsünde kendisine ve kâinata dair sorular sorar. "ben kimim, nereden geldim ve nereye gidiyorum, hayatın anlamı ve amacı nedir?" gibi sorular tarih boyunca insan zihnini meşgul etmiştir.

    hatta konuşmaya başlar başlamaz bu anlamlandırmanın peşine düşeriz..

    çoğunuz çocuklarınız tarafından"o nedir, bu ne, ne yapıyor bu" tarzı sorulara maruz kalmışsınızdır. bunun yanında;

    örneğin isviçreli ünlü psikolog ve pedagog pierre bovet "din duygusu ve çocuk psikolojisi" adlı kitabında şöyle bir çalışmadan bahsediyor;

    ballard adında, on bir yaşına kadar, hiçbir ders almamış olan sağır ve dilsiz bir çocuğun hatıralarını ve davranışlarını incelenmiştir.

    sonradan iyi bir eğitimden geçirilen bu çocuk, eğitim öncesi "fizik ötesi" düşünce ve duygularını şöylece özetlemiştir:

    "babamla gezintiye çıktığımız oluyordu. tabiat ve manzaralar beni çok etkiliyordu. konuşmayı ve yazmayı bilmiyor, fakat düşünüyordum. kendi kendime soruyordum:

    'acaba dünya nasıl var oldu?', 'insan, hayata nasıl başladı?', 'bitkiler ve diğer canlılar nasıl meydana geldi?', 'dünya'yı, ay'ı, güneş'i var eden sebep ne?', 'bu eşya alemi nasıl doğdu?',

    'bütün bu soruları kim aklıma getiriyor?', 'ilk insan, ilk hayvan, ilk bitki, tohumsuz nasıl meydana geldiler?', 'nereden gelip nereye gidiyoruz?', 'kâinatın başlangıcı nasıl olabilirdi?'

    bilhassa, bu soruya cevap bulamazdım. düşünür, düşünür vazgeçer, bir müddet sonra, yine aynı meseleye dönerdim." (bk. pierre bovet, din duygusu ve çocuk psikolojisi, s.71-72)

    hemen hemen her ihtiyacımızın karşılığını bulduğumuz bu evrende anlam ihtiyacımıza bir çözüm aramaktan daha doğal ne olabilir?

    örneğin beslenme ihtiyacımız vardır bitki ve hayvanlardan, sevme sevilme ihtiyacımız vardır karşı cinsten veya anne, baba, kardeşten, sağlarız

    maslow ihtiyaçlar piramidini bilirsiniz, o piramitte tepeden üçüncü sırada "bilme, anlama" ihtiyacı kısmı var.

    evet bu anlam arama ihtiyacımızın bir kısmı fiziksel olduğu için bilimden karşılanır, örneğin nasıl nefes alıp veriyoruz sorusu gibi

    ama bunun yanında "neden burdayım, niçin yaratıldım, var olma amacım nedir" gibi bilimin alanına girmeyen sorular da var?

    işte tam burda bilim "nasıl" sorusuna cevap verirken din "niçin" sorusuna cevap verir.

    veya şöyle diyeyim; bir deist de bir tanrının galaksilerden tut kum tanesine kadar, yıldızlardan, gezegenlerden tut bir bal arısına kadar evrendeki her şeye bir görev verdiğine inanıyor değil mi?

    yani güneş ısıtır, su yüzdürür, arı bal yapar, inek süt verir gibi vesaire bunların hepsinin en başta planlaması ile bir tanrı tarafından evrimsel süreç ile yaratıldığına inanır.

    peki her şeye bir görev biçen tanrının, tüm bunların içinden bilinçli bir varlık olarak çıkmış insana görev vermediğini, başıboş bıraktığını iddia etmek absürd değil mi?

    şöyle bir soruyla devam edelim;

    sayın deist, vahiy gelmemiş ve tanrı sizinle iletişime geçmediyse bir tanrıya inandığınızı neye göre iddia edeceksiniz? oysa uygulamaya baktığımızda bir ateistten farkı yok deistin.

    kural yok, yasa yok, sınırlayan bir şey yok bir ateistin yaptığı her şeyi yapabiliyorsunuz ki bir forum sitesinde ateistin biri şöyle demişti;

    "deizm diye bir şey yoktur o da ateizmin sadece bir parçası çünkü her ne kadar bir tanrıya inandıklarını söyleseler de uygulamaya baktığımızda hiçbir farkı yok ateizmden"

    veya pratik ateist olabilir misiniz?

    pratik ateist: "tanrı yokmuş gibi yaşama" veya "tanrıyı günlük hayata koymama"

    veya bir tanrı olduğunu kabul edip ahiret kabul etmemek yine ateizme göre daha vicdansızca.

    zira bir ateist "ne yapalım bir ilaha inanmıyorum adaletli görünmese de mazlum ve zalim olarak aynı çukura gidecez, kimse kimseden hesap sormayacak"

    bir deist ise "evet tanrı var ama yine de ateist arkadaşın dediği adaletsizliği yapacak hepimizi aynı çukura gönderecek" demiş oluyor.yani olayın içinde biraz disteizm de var.

    disteizm: tanrının kötü olduğuna inanılan felsefi akım

    insana vahiy gelmediğini söyleyen deistlerin bir kısmı şu mantıkla savunuyor kendini;

    "milyarlarca galaksiyi, milyarlarca ışık yılı büyüklüğündeki evreni yaratan allah kendi yarattığı insan gibi aciz bir varlık ile neden uğraşsın? neden ona nasıl yaşaması gerektiğini söylesin?"

    öncelikle burdaki "allah boyutça büyük şeyler ile ilgilenir küçük olanlar ile ilgilenmez" mantığı baştan sona hatalı bir mantık zira allah için böyle bir büyüklük küçüklük ölçütü yok.

    tanrı dediğimiz mutlak güçlü biridir ve onun için koskoca evreni yaratmak ile bir toz tanesini yaratmak arasında fark yok

    ve evrendeki her toz tanesinden haberdar olan sınırsız güçlü bir ilahtan bahsediyoruz.

    tam tersine tanrının insan gibi aciz küçük bir varlık ile ilgilenmeyeceğini iddia etmek tanrıyı da sınırlı, aciz görmek olur.

    "dine, vahye gerek yok akıl ve vicdan yeter" kısmına gelelim, nobel ödüllü yazar anatole france'ın şu sözüyle başlayayım;

    "ben akla bayılırım, akıl bize rehberlik eder, aydınlatır ama aklı tanrı haline getirdiğiniz zaman gözlerinizi kör edecek"

    evet "düşünmez misiniz", "ekletmez misiniz", "allah aklını kullanmayan topluluğa pislik yağdırır" gibi yüzlerce ayete baktığımızda akletmeyi allah'ın farzı kıldığını diyebiliriz.

    kimse aklın önemsiz, işe yaramaz oldugunu iddia edemez ama peki sadece "salt akıl" ile her şeyi çözebilir miyiz?

    oysa akıl bazen bir suç silahı da olabilir insan için.

    örneğin biri "bankalar kapitalist sistemin çocukları ve bunlar bizi sömürmekten başka bir işe yaramıyor o yüzden benim banka soymam sorun değil sadece hakkım olan paramı onlardan almış oluyorum" şeklinde akıl yürütebilir.

    veya sıska bir çocuğun geniş cüsseli kuvvetli biri tarafından dayak yediğini gördünüz diyelim

    muhtemelen akıl size "karışma bırak dövsün, çocuğa yardım edersen sen de zarar görürsün" diyecektir. peki bu etik mi?

    peki vicdan yeterli mi? veya şöyle sorayım vicdan dediğimiz şey tam olarak nedir? cidden her zaman iyi olanı mı istiyor vicdan?

    hitler, mao gibi milyonlarca insanı türlü türlü işkenceler ile öldürenlerde vicdan yok muydu? büyük ihtimalle onlar da vicdana sahip olduklarını söyleyeceklerdir.

    sizin vicdan katliama kötü derken mao'nun vicdanı normal bir şey olarak görebiliyor. peki
    tek ölçümüz vicdan ise biz mao'nun kötü olduğunu o bizim iyi olduğumuzu neye göre söyleyecek?

    veya hade vicdanın her zaman iyi güzel olanı istediğini kabul edelim ve farz edelim ki mao gibiler o katliamları içi yana yana yapmış olsun.

    ama unuttuğumuz bir şey var; vicdan sadece acı, üzüntü durumlarında ortaya çıkan bir şey. örneğin bir çocuğun kanlar içinde acı çekmesine her vicdan "kötü bir durum" olarak görür.

    ama örneğin "escinsellik veya ensest kötü bir şey mi" sorusuna vicdan tepki vermez, iyi veya kötü fikir belirtmez. hadi bu kısımlarda da aklın devreye girdiğini düşünelim;

    ama şöyle bir şey var dünyanın farklı yerlerinden 100 tane deist bulun ve vicdan ile ilgili olmayan bu tür ahlak sorularını sorun. muhtemelen her kafadan bir ses çıkacak.

    peki o zaman şunu sorayım bu deistler hangi tanrıya yani nasıl bir tanrıya inanıyor? kişiden kişiye değişen bir tanrı mı?

    yoksa sümerlerdeki gibi her kentin, ailenin hatta herkesin şahsi tanrısı mı var? veya tanrı onları değil de onlar kafalarında kendi tanrılarını yaratıp bir "bence dini" kurmuş olabilir mi?

    ki muhtemelen şuan türkiye'deki deistlerin çoğunluğu eşcinselliği iyi ensesti kötü olarak tanımlıyor, 30 yıl öncesine gitsek eşcinselliğe de kötü derlerdi.

    peki 30 yıl içinde tanrınız mı degisti?

    ama hollanda'da yaşayan deistlerin çoğunluğu için de muhtemelen ensest, es değiştirme tarzı olaylar normal şeyler.

    belli bir çizgi, sınır olmadığı için ikisi de birbirini yanlışlayamaz ki aynı anda da bir şey hem doğru hem yanlış da olamaz.

    peki bunların ikisi de ahiret inancı olan deist ise bunların tanrısı kimi haklı bulacak?

    açıkçası ortada bir "bence dini" var. (bu arada ne demek istediğimi anlamayıp "hehee admin deizmi din sanıyor" diyecek çokbilmişlere şimdiden selam)

    ve tanrının bizden istedigi nedir gibi temel doğal soruların cevapsız kalmasından tut kişiden kişiye değişen fikirler ile çelişkiler batağı olarak gözüküyor deizm.

    deistlerden çokça duyacağınız bir diğer cümle de şu; "ya binlerce din var hepsi aynı zaten"

    cümlenin türkçe meali şu; "aslında dinler hakkında bir halt bildiğim yok, pek araştırmadım, sadece hayatımı yaşamak istiyorum"

    bunlarla yıllarca tartışmış biri olarak söylüyorum, hiç sekmez turnusol niyetine kullanabilirsiniz bu safsatayı.

    oysa tanrı tasavvurlarından ritüellere, ritüellerden alegorik halk öykülerine dinler arasında binlerce fark var.

    bütün bunlar teoloji ve felsefe çatısı altında incelenerek mantıklı, akılcı ve (bence en önemlisi) gerçekçi din bulunabilir.

    tabi yine de doğru bir din bulunmadığını iddia ediyor olabilirsiniz. ama bunun savunması "bir çok din var hepsi yalan" gibi salakça bir cümle olmamalı.

    örneğin, yüzlerce şıkkı olan bir soru için "bu kadar şık varsa kesin hepsi yanlıştır" veya "doğru şıkkı bulmak imkansız" gibi itirazlar geçersizdir

    http://yek1blog.blogspot.com/2019/07/bu-yazda-teoloji-felsefe-tartsmalardaki.html?m=1

    veya bir diğer itiraz şu şekilde; "dinlerin toplumlara huzursuzluk, savaş getirir. en büyük katliamların sebebi dinlerdir"bu da yine araştırma verilerinden uzak safsatadan öteye geçmeyen bir itiraz.

    alan axelrod ve charles phillips adında iki araştırmacı tarihteki bütün savaşların analizini yaparak "encyclopedia of wars" yani "savaş ansiklopedisi" adında bir kitap hazırladılar.

    analize göre 1763 savaş listelediler ve bu savaşların sadece 123 tanesi dini nedenlerden dolayı yapılmış.

    yani tüm savaşların yüzde 7'lik kısmı din savaşıdır ve tüm savaş ölümlerinin sadece yüzde 2'lik kısmı dini savaşlara aittir.

    https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Din_savaşları

    http://yek1blog.blogspot.com/2018/07/savaslarin-nedeni-dinler-mi.html?m=1

    ayrıca dünyadaki en büyük kitlesel katliamları yapanlara baktığımızda hemen hemen hepsi dinsiz, inançsız kişilerdi.

    örneğin 50 milyon insan öldüren mao, 20 milyon insan öldüren stalin ateisti hatta en az 15 milyon kişinin ölümünden sorumlu hitler'in de dinsiz olduğunu söyleyen çoğu tarihçi var.

    bunların ardından gelen lenin, pol pot, kim il-sung, hideki tojo gibi katliamcılar da yine dinsizdi.

    https://eksisozluk.com/ateizmin-azili-bir-katil-oldugu-gercegi--5441816

    http://yek1blog.blogspot.com/2018/07/muslumanlar-terorist.html?m=1

    yine örneğin en az 60 milyon insanın öldüğü 2.dünya savaşı ve 17 milyon insanın öldüğü ve 21 milyon insanın yaralandığı 1.dünya savaşı dinler yüzünden çıkmadı.

    not: daha detaylı kısım için blog sitemizden "savaşların nedeni dinler mi" ve "terörist müslümanlar" adlı yazılarımıza da bakabilirsiniz

    deistlerin bir diğer itirazı "ibadetler ne işimize yarayacak, tanrının ibadete ihtiyacı mı var" meselesi

    bizi yaratan ilahın bizi başıboş bırakmasının neden mantıksız olduğunu konuşmuştuk.

    aynı şekilde nasıl yaşamamız gerektiğini söyleyen yaratıcının bizden ibadet istememesi de mantıksız olur zira ibadet olmadığı taktirde zamanla Allah'ın istediklerini unuturuz.

    örneğin yalan söylemenin, zinanın günah olduğunu bilmemize rağmen kimi zaman bu günahlara düşüyoruz.

    peki neden? inançlı biri olsak da o ara allah'ı, ahireti unutmuş oluyoruz. ibadetlerini yapan ihlaslı biri ise en azından örneğin bir müslüman günde 5 vakit aklına allah'ı getiriyor.

    bunu çocuklarını, eşini düşünen bir babanın kavgadan, beladan uzak durmasına veya sene sonundaki sınava hazırlanan bir çocuğun odasının duvarlarına motive edici sözler yapıştırmasına benzetebilirsiniz.

    not: daha detaylı açıklama için "allah egoist mi" ve "allah neden ibadet etmemizi istiyor" yazılarımıza bakabilirsiniz.

    http://yek1blog.blogspot.com/2018/12/allah-egoist-mi.html?m=1

    http://yek1blog.blogspot.com/2018/07/allah-neden-ibadet-etmemizi-istiyor.html?m=1

CİDDEN MUCİZELERE İNANIYOR MUSUN?

iddia: cidden mucizelere inanıyor musun? ne yani cidden deniz ikiye mi yarıldı hadi onu da geç cidden asanın yılan olabileceğine inanıyor musun?

öncelikle mucize konusunda "cidden, hadi ya" tarzı kalıplar ile psikolojik baskı uygulayarak iddiada bulunan ateistlere karşı ilk yapmanız gereken şu;

hiç mırın kırın etmeden adamın gözlerinin içine bakıp gülümseyerek "evet denizin tam da dediğin gibi ikiye yarıldığına inanıyorum" demeniz:)

neyse, konuya gelirsek; mucize, kelime anlamı olarak “aciz bırakma” anlamına gelir.

islami literatürde ise “allah’ın olağandışı bir olay göstermesi ve bunlara şahit olanların aciz kalması” diyebiliriz.

bu yazıda işleyeceğimiz konuların başlıkları;

1)felsefede mucizenin kısa tarihi
2)kendi içinde tutarlı olma
3)ateistlerin mucizeleri
4)neden günümüzde mucize yok?
5)mucize gören herkes neden iman etmedi?

1)felsefede mucizenin kısa tarihi

mucize eleştirisi tabiki sadece günümüz ateistleri ile sınırlı değil felsefe tarihinde de david hume, john mackie gibi eleştiren filozoflar olmuştur.

örneğin hume'a göre mucizelerin gerçekleştiğine inanmak için en güvenilir kanıt biçiminin birbirinden bağımsız tanıkların tanıklıklıkları olduğudur.

hume aslında doğa yasalarının işleyiş tarzıyla ilgili gözlenen birçok delile karşı, bu yasaların ihlal edildiğine dair bireylerin tarihsel tanıklıklarının hiçbir zaman ikna edici olamayacağını savunmaya çalışıyordu.

mucizelerin imkansız olduğunu iddia etmesi hume'un bir taraftan da kendi "nedesellik" görüşü ile çelişmesi demekti aslında.

çünkü hume neden ile sonuç arasındaki ilişkinin zaruri olmadığını ve bu yakıştırmanın insan psikolojisinden kaynaklandığını yani sübjektif olduğunu da söylemiştir.

örneğin a olayı b olayını oluşturuyor olsun. nedensellik ilkesine göre "b olayının nedeni a'dır" diyebiliriz, oysa hume’a göre doğada böylesi zorunlulukların olduğunu iddia edemeyiz.

yani bu sadece ‘a’ ve ‘b’ olgularını sürekli bir arada görmemizden kaynaklanmaktadır; zihin, dış dünyaya haksız bir şekilde böyle bir özellik yüklemektedir.

şimdi size hayatın cilvesini anlatıyorum; hume gibi mucize eleştirisi yapan birinin nedensellik ile ilgili bu görüşü gazali'ye dayanır ve hatta gazali bu argümanı mucize olayını savunmak için kullanıyordu:)

şöyle ki gazali derki; pamuk ve ateşi yan yana getirince pamuk yanar ama pamuğun yanma nedeninin ateş olduğunu söylemek için elimizde hiçbir delil yok.

gazali bunun sadece bir olaylar silsilesi olduğunu ve beynimizin buna alıştığı için nedensellik olarak algıladığını iddia ediyor.

gazalî’ye göre bu gözlemin sonucunda elde edilebilecek tek mantıksal sonuç, neden ile etki arasında zamansal bir ilişki olduğudur yani nedesellik değil "ardışıklık" var demiş oluyor.

daha iyi anlamanız için bir örnek daha vereyim; örneğin pencereden her sabah evin önünde park edilmiş kırmızı ve mavi renkteki iki arabayı izliyorsunuz.

bir yıl boyunca bu şekilde gözlem yapıyorsunuz ve her seferinde önce mavi sonra kırmızı araba hareket ediyor. peki şimdi siz "kırmızı arabanın hareket etme nedeni mavi arabanın hareket etmesidir" diyebilir misiniz?

gazali "önce mavi sonra kırmızı araba hareket eder" der ama aralarında nedensellik var mı bilemeyiz der.

not: bu meselede gazali ve ibni rusd arasındaki tartışmalardan bir tanesi.

cami bahçesinde yanıza gelip size öğüt veren bir ihtiyar da "evlat ateş yakmaz, su kaldırmaz her şeyin sebebi allah'tır. o ol der olur" diyebilir ama gazali bunu yıllarca tartışılacak kadar önemli bir hale getirerek felsefeye sunmuştur.

zira daha önce olmuş bir olayın gelecekte tekrar edeceğine dair elimizde herhangi mantıksal delil bulunmadığına dair ateist filozof bernand russell'ın bile şöyle bir ifadesi var;

"güneşin yarın doğması gibi bekleyişlerimizin doğru çıkmasının, doğru çıkmamasından daha muhtemel olduğunu varsaydıracak hiçbir neden yoktur"

belki gazali'nin görüşü size saçma gelecek ama einstein'in görelilik teorisi ve daha sonra fizikteki zamanın a ve b teorileri tartışmaları da gazali'nin görüşünü destekliyor.

zira görelilik teorisine göre bildiğimiz geçmiş-şimdi-gelecek şeklindeki kipli zamanın varlığı mümkün görülmüyor, o yüzden ortaya zamanın b teorisi çıktı. ve zamanın b teorisinde a'daki gibi bir nedensellik yok.

gazali'nin ateş-pamuk örneğine dönersek; böylece "ateş nasıl ibrahim'i yakmaz normalde ateş yanma sebebidir ve yakması lazım" şeklindeki ateist itirazı geçersiz oluyor.

kısacası mucize eleştirilerine vereceğimiz cevaplardan biri gazali'nin nedensellik ile ilgili savunması.

son olarak şunu not düşeyim;

bu yazıda nedenselliğin olmadığını iddia etmiyorum ki bu konu halihazırda şuan fizikçiler ve felsefeciler arasında da tartışılan konulardan biri.

hem nedenselliğin olmadığını iddia etmek teizm açısından başka argümanlarda sorun çıkarabilir. ama gazali'nin verdiği cevabın makul mantıklı bir cevap olduğu gerçeğini değiştirmez bu.

mucize eleştirilerine devam edersek;

ayrıca hume, insanın anlama yetisi üzerine bir soruşturma'nın 10. bölümünde şöyle der;

rasyonel bir insanın anlattığı mucize o kişinin yanılma olasılığından daha büyük bir mucize olmadığı müddetçe inanmamak gerekir.

hume'un anlatmak istediğine bir örnek vermek gerekirse; örneğin bir hokkabaz size 10 metre uzaktan bir kalemi iki kalem gibi gösteriyor olsun.

o anda bir çeşit göz yanılsaması veya dikkat dağınıklığı olabilir yani yanılma olasılığı daha yüksek.

ama eğer kalemi değil bizzat sizi çift yaptığını iddia ederseniz hume "kişinin böyle bir olayda yanılma olasılığı yok denecek kadar düşüktür" diyerek en azından az biraz kafa yormaya gerek var diyebilir.

john mackie ise mucizeleri sırf tanımdaki bir tutarsızlık nedeni ile reddetemeyeceğimizi ve önemli olanın mucizelerin gerçekleşme olasılıklarının düşük olduğu yönündeki kanıtlarımız olduğunu savunur.

ayrıca bakınız;

http://www.felsefe.gen.tr/din_ve_mucize_kavrami.asp

http://www.kuantum.gen.tr/2011/10/mucizeler-sorunu-ve-david-hume-2/

http://www.ti-entertainment.com/Yz-29-Epistemolojik-Nedensellik--Gazal-ve-Ibn-Rusd-Ornegi.html

2)kendi içinde tutarlı olma

mucizelerde doğa yasalarının ihlali var mı yok mu? inançlı insanlar bu konuda ikiye ayrılmış, ihlal olduğunu söyleyenler de var evrendeki fizik yasalarına uygun olduğunu söyleyenler de.

ikisi de fark etmez çünkü önemli olan mucizeleri bilimsel olarak değil mantıksal olarak açıklayabilmemizdir.

şöyle ki bir ateistin dinleri, inançları ilk olarak mucize üzerinden eleştirmesi mantıksız olduğu gibi henüz kendisi ile allah'ın, peygamberin varlığını tartışmadığımız halde mucizelerin varlığı tartışmak da gereksizdir.

önce "bir ilah var mı yok mu, varsa nasıl biridir, bizimle iletişime geçmiş midir, bizden ne istemektedir" gibi soruları cevaplamak gerekir.

çünkü biz "asanın yılan olduğuna" inanmıyoruz biz "asayı yılan yapabilecek mutlak güçlü birinin varlığına" inanıyoruz.

şöyle basit bir analoji kurayım;

diyelim ki "10 katlı binanın çatısından atladım ve burnum bile kanamadı" şeklinde bir cümle kurayım. normalde olayın buraya kadar olan kısmı olağanüstü, imkansız.

ve "anti-itfayeci" diye bir kavram uyduralım, bu arkadaş tv, telefon gibi hiç bir iletişim aracının olmadığı bir köyde büyümüş, hayatında hiç itfaye, itfayeci diye bir şey duymamış olsun.

bu yüzden anti-itfayeci arkadaş bu çatıdan atlama olayıma inanmadığını söylüyor.

ben de "ama yanımda itfayeciler de vardı ve aşağıya kocaman bir trambolin yerleştirmiştiler yani 10 katlı binadan düşmeme rağmen itfayecinin beni koruyacak gücü var" diyorum.

dikkat edin burda hiçbir yardımcı güç olmadan atladım ve burnum bile kanamadı demiyorum.

peki tam bu noktada tartışılması gereken nedir?

tabiki de "itfaiyeci diye biri var mı, varsa nasıl biridir, ne kadar güçlüdür" gibi konular. yoksa öbür türlü gereksiz bir tartışmanın içinde buluruz kendimizi

bu arada; olay ateisti mucizeye inandırmak değil ki inanıp inanmaması önemli değil. önemli olan mucize ve tanrı ilişkisinin kendi içinde tutarlı olması.

örneğin bazen "yunan, çin mitolojisindeki mucizeler ile islam dinindeki mucizeler arasında ne fark var, nie onlara da inanmıyorsun" şeklinde sorular gelir.

doğaüstü, fizik yasalarına aykırı olaylar olma konusunda hiçbir farkı hatta gerekirse islam dinindeki aynı mucize başka bir dinde de olsun farketmez.

çünkü benim mucizeye inanıp inanmama nedenim mucizenin içeriği değil. gerçeklik bakımından islam'daki mucizelerden bile daha gerçekçi olabilir.

ama eğer o dinlerin tanrısının doğru ilah olduğuna inansaydım o zaman o dindeki mucizeleri de gayet rahat bir şekilde kabul ederdim.

yoksa örneğin "budizimde anlatılan mucizeler çok saçma o yüzden inanmıyorum" demiyoruz.

3)ateistlerin mucizeleri

şimdide mucize eleştirisi yapan ateistlere başka bir kısımdan yaklaşalım; örneğin mucize nedir soralım? veya bir ateist de mucizelere inanır mı?

özellikle kuantumun da hayatımıza girmesi ile neyin mucize neyin fizik yasalarına uygun olduğunu söylemek zorlaşıyor.

örneğin bir insanın aynı anda iki yerde görünmesine mucize diyebilirsiniz oysa kuantum alanında parçacık için bu gayet doğal.

veya bir şeyin tek geçmişi, tek tarihi olur değil mi? oysa kuantuma fiziğine göre aynı evrenin birden fazla geçmişi, tarihi var.

neyse bakın feynman, fizik dersleri kitabında paradoksu nasıl tanımlıyor

paradoks: gerçeklik ile sizin “gerçekliğin nasıl olması gerektiğine” dair hisleriniz arasındaki çelişkiden ibarettir.

kısacası sayın ateist bazı şeylere "kendi gerçekliğine göre" imkansız desen de o iş artık o kadar basit değil bilimde.

peki ateistlerin de mucizeleri var mı?

örneğin hz.musa'nın denizi yarma olayına inanmazken evrenin bir yaratıcı olmadan kendi kendine patladığına inanır.

oysa denizdeki su moleküllerinin aynı anda sağa ve sola dağılarak ikiye ayrılma olasılığı evrenin tesadüfen var olma olasılığından daha yüksek bir ihtimal

evrenin başındaki kütle-enerji oranı arasındaki hassas ayar kaç biliyor musunuz?

10 üzeri 10 üzeri 123 ve şuan bu sayıyı hayal bile edemezsiniz.

veya şunu diyeyim; vücudunuzdaki hücre sayısı 10^14 sadece, evrenin doğumundan günümüze kadar geçen saniye ise 10^20 şimdi var git sen 10 üzeri 10 üzeri 123 sayısını hayal et.

kütlecekimdeki hassas ayar 10^60 evet yani 1 sayısının yanına 60 tane sıfır ekleyin. bir ateist asanın yılan olabileceğine inanmazken bu sayının tesadüf olduğuna inanır.

veya zayıf nükleer kuvvetteki hassas ayar 10^100 ateist arkadaş bunun da bir yaratıcı olmadan ayarlanmış olduğuna inanır.

ama örneğin hz.yunus'un balığın karnında yaşabileceğine inanmaz.

örneğin dünyanın dışmerkezlik sayısı yüzdesi 2'dır.

hawking amca "eğer bu sayı 1'e yakın birşey olsaydı dünya güneşe en yakın noktaya ulaşınca okyanuslar kaynar güneşe en uzak noktada ise donardı" diyor.

bunun tesadüf olduğuna inanan ateist nedense hz.muhammed'in miraca çıkmasını imkansız buluyor?

veya örneğin protonlar eğer yüzde 0.2 oranında daha ağır olsaydı bozulacak nötronlara dönüşürdü.

zayıf nükleer kuvvet biraz daha zayıf olsaydı erken evren döneminde kozmostaki bütün hidrojen helyuma dönüşür ve yıldızlar olmazdı.

bu ve buna benzer yüzlerce hassas ve sabit sayı örneği verilebilir.

ve eğer bir yaratıcıyı kabul etmiyorsanız bunların tek denemede olma olasılığı bugün islam dinindeki mucize denilen olayların gerçekleşme olasılığından milyon kere milyon daha düşük bir olasılık.

demek ki sadece inançlı insanlar mucizelere sahip değil.

not: hassas sabitler kısmında hawking'in büyük tasarım isimli kitabından faydalanılmıştır.

ek olarak; denizin yarılması mucizesinde bir denizdeki su molekülü sayısını avagadro sabiti ile kolayca hesaplayabilir, bunların sağa ve sola dağılma olasılığını bulabiliriz. örneğin bir bardakta sudaki molekül sayısı hesabı;

1 mol su içerisinde 6.022 × 10^23 tane su molekülü bulunmaktadır. peki 1 mol su ne kadar su eder? bunun için de su moleküllerinin atomik kütlelerine bakmak gerekiyor.

su, bildiğiniz üzere h2o ile ifade edilmektedir. yani 2 hidrojen, 1 oksijen. hidrojenin atomik kütlesi 1.00784 u'dur (u: atomik kütle birimi). oksijen'inki ise 15.9994 u'dur.

bu durumda 1 su molekülü, (2 × 1.00784 u) + 15.9994 u = 18.01508 u kütleye sahiptir. işte 1 mol su da, aynı miktarda grama eşittir. yani 18.01508 grama.

aynı zamanda 1 mol içerisinde 6.022 × 10^23 tane su molekülü olduğunu söylemiştik. bu durumda, 18.01508 gram su içerisinde 6.022 × 10^23 tane su molekülü var demektir.

1 bardak suyun 200 gram su taşıdığını varsayacak olursak, basit bir hesapla bunun yaklaşık 6.6855 × 10^24 adet moleküle denk geldiğini buluruz.

yani bardağınızı her doldurduğunuzda, içine kabaca 6.6855 × 10^24 adet su molekülü koymaktasınız. 6'nın yanına 24 adet 0 koyacak olursanız, bu sayıyı elde edersiniz.

şöyle gösterelim: her 1 bardak suyunuzun için de 6.685.500.000.000.000.000.000.000 adet su molekülü vardır!

ayrıca colorado'daki bilimadamları, eski haritaları, uydu verileri ve bölgenin arkeolojik yapısını inceledikten sonra uyguladıkları bilgisayar modeliyle ''olayın sanıldığı gibi kızıldeniz'de değil, nil deltası yakınlarında nehrin döküldüğü noktada oluşan bir gölde gerçekleşebileceği'' sonucuna vardı.

araştırmaya göre, doğudan yaklaşık saatte 100 kilometre hızla, 12 saat süreyle esen rüzgarlar, bu noktada suların iki tarafa doğru açılmasını sağlıyor. bu da, yaklaşık 3 kilometre uzunluğunda, 5 kilometre genişliğinde bir kara geçişi yaratıyor.

ve rüzgarların 100 km hızına çıkması hiç de zor veya imkansız değil ki japonyadaki tsunamilerde 220 km hızı bulduğu olmuştur.

haber kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler/2010/09/100922_red_sea

4)neden günümüzde mucize yok?

bu konuda genelde iki soru tarzı ile karşılaşıyoruz;

a)öncekilere gösterildiği gibi bize de mucize gösterilse biz de iman ederdik, bizim suçumuz ne?

b)peygamberlere mucize ile yardım eden allah tecavüze uğrayan çocuklara neden yardım etmiyor?

öncelikle şunu bilmek gerek; mucizenin amacı zor duruma düşmüş kişiye yardım etmek değil inanmayanları aciz bırakmak. bu gerekirse peygamber de olsun.

evet, örneğin hz.ibrahim'in ateşe atılma olayı gibi bazı mucizelerde peygamberlere yardım edilmiş ama asıl amaç peygambere yardım değil diğer insanların buna şahit olması ve aciz kalması.

örneğin hz. eyüp çok uzun bir süre yatalak olarak, bütün vücudu yara bere içinde yaşamış bir peygamberdi.

peki eğer mucizenin asıl amacı "sadece peygambere yardım" olsa ilk olarak yardım edilmesi gereken hz.eyüp değil mi?

sadece o da değil genel olarak peygamber kıssalarına baktığımızda sürekli zorluklar, acılar içinde yaşadıklarını biliyoruz.

veya peygamberler dönemindeki bebekler, çocuklar mucize ile tecavüzden, doğal afetlerden korunuyor muydu ki günümüzdekiler için anında mucize insin.

"peygamberler dönemindeki çocuklar belli bir yaşa kadar hiç bir hastalığa yakalanmaz, hiç kimseden zarar görmezdi" şeklinde bir ayet veya hadis yok.

ayrıca örneğin sürekli hz.ibrahim'in hz.ismail'i tam kurban edecekken koç göndermesi olayından bahsederler. oysa orda da amaç hz.ismail'i kurtarmak değildi.

orda asıl amaç hz.ibrahim'in daha önce allah'a verdiği söz üzerinden kurban ibadetini farz kılmaktır. ve bu arada hz.ismail'in teslimiyeti hz.ibrahim'in güvenilirliği de ölçülmüş oluyor.

peki bizim suçumuz nedir, nie bize de peygamber mucize göstermiyor sorusuna gelirsek;

cevap "gördükleriniz yetmez mi?" yukarda "ateistlerin mucizeleri" kısmında hatırlarsanız evrendeki bazı hassas ayarlardan, sabit sayılardan bahsettim.

örneğin; evrenin doğumu için 10^123, kütle çekim kuvveti için 10^60, zayıf nükleer için 10^100 gibi...

evrenin genişleme hızından tutun proton, nötron ağırlığına kadar evrendeki ayarlar size mucize olarak yetmez mi? bir yaratıcının varlığına delil değil mi?

hatta bizzat kur'an evrene bakıp ordaki delilleri bulun diyor;

de ki “yeryüzünde dolaşın da yaratılışın nasıl başladığına göz gezdirin.” (ankebut 20)

inkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? hala inanmayacaklar mı? (enbiya 30)

benliklerinizin içinde de nice işaretler var. hâlâ bakıp görmeyecek misiniz? (zariyat 21)

meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın. kuşkusuz bunlarda inanan bir toplum için deliller vardır. (en’am 99)

veya "parmak uçlarınıza kadar da yaratırız" (kıyame 4) diyerek parmak izine, "gök ve yer bitişik iken biz ayırdık" (enbiya 30) diyerek bigbang'e,

"her şeyden çift yarattık" (zariyat 49) diyerek anti maddeye, "göğü kurduk ve genişletmekteyiz" (zariyat 47) diyerek evrenin genişlemesine, açıkça dünyanın en alçak bölgesine(rum 3) işaret eden kur'an mucize değil mi?

madde ve evrenin ezeli modeli kabul edildiği dönemlerde bile evrenin sonu ve başlangıcı(enbiya 104) olduğunu hatta daha önceleri yerin ve göğün duman şeklinde gaz ve toz bulutu olduğunu (fussilet 11) söyleyen kur'an mucize olarak yetmiyor mu?

bu ve buna benzer daha onlarca işaret, delil varken günümüzde mucize olmadığı söylenebilir mi?

kur'an mucizeleri; https://eksisozluk.com/ateist-olmak-uzere-olan-genclere-tavsiyeler--6130253

5)mucize gören herkes neden iman etmedi?

"dalgaların yükseldiğini, denizin bazı bölgelerinde yarılmalar oldugunu görsem kesin iman ederdim" diyen ateistler olsa da aslında o iş de o kadar kolay değil.

günümüzde öyle bir mucize olsaydı bile "yıllarca japonya'da, endonezya'da olan tufanlardan sadece biri" diyerek iman etmeyenler olurdu.

ki bilimadamları 12 saat sürecek 120 km hızında bir rüzgarla nil nehrinde yarıklar açılabiliceğini söylüyor.

oysa sadece geçen japonya'da gerçekleşen tufanın hızı saatte 220 km'ye ulaşmıştı bile. yani açıkçası bahane bulmak günümüzde buna benzer olaylar var.

veya bize aktarılan kaynaklarda o an inkarcılar ne demişti hatırlayın;

örneğin hz.musa'nın asasının büyük bir yılana dönüşüp diğer büyücülerin yılanlarını yemesine büyücüler iman ederken firavun "musa daha büyük hır büyücü, sihirbaz" diyerek iman etmedi.

veya hz.muhammed için mekkeli müşrikler "abdullah'ın yetiminin büyüleri göklere bile etki etmeye başladı" demişlerdi.

veya hz.isa gibi şuan suyun üzerinde yürüyen biri görsek "yüzey geriliminden dolayı basiliks kertenkelesi, dalgıç kuşu gibi canlılar da suda yürüyor. bu da kesin onun gibi bir şey"

diyerek basite indirgeyecek kabul etmeyecektik..

MÜSLÜMANLAR YAHUDİLERİ Mİ TAKLİT EDİYOR?

iddia: yahudi ve müslümanlar aynı ibadetleri, ritüelleri yapıyor. müslümanlar açıkça yahudileri taklit ediyor.
ilgili video; https://youtu.be/DZV4xUr6khU

açıkçası videonun ciddiye alınacak tek bir tarafı yok ki iddialar yeterince saçma ve gülüp geçilecek cinsten ama yinede madde madde değinelim;

1)zikir-kutlama

zikir; söz etme, anma demektir. dini literatürde de allah'ı anmak, övmek anlamlarına gelir. örneğin dua etmek, namaz kılmak, kuran okumak da bir zikirdir.

örneğin bir grup müslüman bir araya gelip sessizce allah'ı zikredebilir sonuçta bunu toplu veya tek başına yapmak arasında fark yok

ama bazı sapık tarikatların hoplayıp, zıplayarak hatta bildiğimiz diskotek partileri şeklinde yaptıkları saçma salak hareketler zikir değildir ve islam'da yeri yoktur.

2) türbe ziyareti

bir müslüman ölmüş akraba ve yakınlarının mezarlarını ziyaret edebilir ki bu ölümlerden ders çıkarmak için güzel bir uygulama.ama türbe ziyaret edip ölen kişiden yardım dilemek, mezarlık başında çeşitli ritüeller sergilemek sapıklıktır ve islam dininde yasaktır!

3)hafızlık

hafızlık yazıp kur'an ve tevrat okuyan çocukları göstermişler ki bu dünyanın herhangi iki yerinde kitap okuyan iki kişinin kitap okuma tarzlarının benzer olduğunu iddia etmek kadar ahmakçadır.

videodaki müslüman çocukların okurken sürekli başlarının aşağı yukarı sallamasının ise dini bir tarafı yok.

4)kurban-sünnet-örtünme

islam inancına göre ise zaten yahudilik ve hristiyanlık allahın gönderdiği tevhid dininden ayrılmış, bozulmuş dinlerdir. ama bozulmalara rağmen bazı ortak uygulamalar kalmış olabilir

evet bu üç uygulama ise semavi dinlerde ortak ki bu kopya olduğuna değil kaynaklarının aynı olduğuna delildir.

örneğin luka 2-21 bölümünde hz.isa'nin 8. günde sünnet olduğundan, elcilerin işleri 7-8 bölümünde hz.ishak'ın 18.günde sünnet olduğundan, tevrat-levililer 12-3 bölümünde ise çocukların sünnet edilmesinden bahsedilir

veya incil-korintililer 11-13 bölümünde kadının başını örtmesinden bahsedilir, tevrat-mısırdan çıkış 12-11 bölümünde fısıh kurbanından bahsedilir. incil-matta 6-16 bölümünde de oruçtan bahsedilir.

5)namaz

videoda yahudilerin namaz kıldığına dair kısım yalan.

islam düşmanları diğer dinlerde gördükleri bedenle yapılan her ibadeti namaz olarak isimlendirme gibi bir hastalığa yakalanmışlar sanırsam.

hatta bazıları hindularda güneşi selamlama anlamına gelen "surya namaskar" ritüelinin de isim benzerliğinden dolayı namazın kökeni olduğunu iddia ediyor

namaz ve namaskar hımm..bu kafayla hac sözcüğünün de "haç"tan geldiği iddia etmezler umarım

ama açıkçası, kendileri namazın kur'an'ın indiği dil olan arapça'da "salat" olduğunu ve "namaz" sözcüğünün ise daha sonraları farsça'dan türkçeye geçtiğini bilmeyecek kadar cahil tipler.

neyse yahudiler kısmına geri dönersek; yahudiler ayakta vücudu sallayarak, oturarak veya secde ederek çeşitli ilahi ve dualar okuyarak ibadet ederler ki bedensel olarak yapılan ritüeller zaten sınırlıdır. ve beden ile yapılan her ibadete namaz de-nil-mez

ayrıca başını eğme ve secde gibi hareketler evrensel olarak saygı anlamına gelir

namazda da bunların olması yahudilikten kopya olduğu anlamına gelmez ki secde olayı bir çok dinde görülür.

ayrıca yahudilik veya hristiyanlıkta namazın tıpatıp aynısı bir ritüel olsaydı bile bu sadece aynı kaynaktan geldiğine delil olur.ki örneğin meryem 31 ayetinde hz.isa'ya da namaz, zekat emirleri verildiği geçer.

6)ezan

pek emin olmamakla beraber yahudilerin ezan okuduğuna dair bilgi de yanlış sanırsam! bildiğim kadarıyla yahudiler kutsal günleri olan cumartesi gününe girdiklerini veya oruç günlerini "şofar" adı verilen alete üfleyerek haber verirler.

videoda yahudi ezanı diye gösterdikleri de olsa olsa herhangi birinin kafasına göre eline mikrofon alıp ilahi söylemesi olabilir.

İNCİL'DE HZ.MUHAMMED

hatırlatmamızı yapalım önce; ne incilde hz.isa'nın son peygamber olduğu ne de tevratta hz.musa'nın son peygamber olduğu söylenmez.ve her iki kitabın da bazı ayetlerinde bir kurtarıcı, bir peygamber geleceğinden haber verilir.

incil'de ise tevrat'a göre daha net ifadeler geçtiğini söyleyebiliriz ki özellikle yuhanna'nın 14, 15 ve 16. bölümlerinde açıkça faraklit adında birinin geleceğinden bahseder. hristiyanlar ise gelecek kişinin hz.muhammed değil, o bölümlerde şeytanın kastedilmiş olduğunu söylerler.
not 1: incilin bu ayetlerinde parantez içinde faraklit için şeytan diye yazarlar.

not 2 :şunu da belirteyim; kapıda hediye olarak dağıtılan incillerde bu parantez olayı geçmez ama kilisenin içinde siyah kaplı "kitabı mukaddes" yani incil ve tevratın birleşimi olan kitapta ilgili bölümde parantez içinde "şeytan" yazar.

not 3: bazı hristiyan sitelerindeki açıklamada da faraklit'in bir insan değil kutsal ruh olduğu şeklinde savunma yapılmıştır.

peki şimdi gelin faraklit denilen kişinin hz.muhammed mı, kutsal ruh mu yoksa şeytan olması mı daha mantıklı ona bakalım;

hz.isa dedi; “eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutun. ben de rab’den dileyeceğim ve o size başka bir faraklit verecektir; ta ki, daima sizinle beraber olsun.” dünya o'nu kabul edemez. çünkü o'nu ne görür, ne de tanır. siz o'nu tanıyorsunuz. çünkü o aranızda yaşıyor ve içinizde olacaktır. (yuhanna, bâb 14, âyet: 15-16)

özellikle bu ayetin "onu ne görür ne de tanır" ve "içinizde olacaktır" gibi kısımlardan gelecek olanın kutsal ruh olduğu söylenir bazı hristiyanlar tarafından. o zaman 3 eleştiri;

1)hristiyanlık inanıncına göre kutsal ruh sonradan gelen bir şey değil tam tersine her zaman var olan ve peygamberler ile birlikte olan bir şey.

2)ayrıca yunanca da cinsiyetci dillerden biri ve zamirler zamirler eril, dişil, cansız ve cinsiyetsiz diye ayrılır.

incil'in yunanca nüshalarında ise faraklit için eril zamir kullanılmış oysa kutsal ruh olsaydı cinsiyetsiz zamir kullanılması gerekirdi.bkz : çanakkale onsekiz mart üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi 2012/1, cilt 1, sayı 1 (sayfa 11-25) ]

3)prof. dr. maurice bucaille, bu anlayışı reddederek paraklit’in (parakletos) hz. isa’dan sonra gelecek, hz. isa gibi bir peygamber olduğunu yunan dili etimolojisine dayanarak şöyle açıklar:

“burada öne sürülen insanlara bildirme işi hiçbir surette kutsal ruh’un işlerinden olan bir ilhamdan ibaret değildir. aksine kendisini belirleyen yunanca kelimedeki yayma kavramı sebebiyle, onun açıkça maddi bir niteliği vardır. şu halde yunanca ‘akouo’ ve ‘laleo’ fiilleri bir takım maddi işleri ifade ederler ve bu fiiller ancak işitme ve konuşma organlarına sahip bir varlıkla ilgili olabilirler. dolayısıyla bu fiilleri kutsal ruh’a uygulamak mümkün değildir. [ tevrat, inciller kur’an-ı kerim ve bilim – maurice bucaille ]

not: wikipedia incil'in hangi dilde yazıldığına dair net sağlam bir kaynak olmadığını söylüyor ama genel olarak en eski incillerin aramice, ibranice ve yunanca dillerinde olduğu bilinir.

devam edelim; kutsal ruh olamaz gelecek kişi, peki neden şeytan olmasın? o zaman faraklit ile ilgili diğer ayetlere bakalım;

hz. isa dedi;“benim adımla rabbin göndereceği faraklit size her şeyi öğretecek ve size söylediğim her şeyi hatırınıza getirecektir.” (yuhanna, bâb 14, âyet: 26)

"benim adımla gönderecek" deniliyor demek ki gelen kişi isa gibi övülen, değerli biri

"size söylediğim her şeyi hatrınıza getirecek" deniliyor demek ki gelen kişi hz.isa ile aynı tebliği yapacak

hz. isa dedi; “faraklit geldiği zaman iman edesiniz diye, gelmeden önce size şimdi söyledim.”(yuhanna, bâb 14, âyet: 29)

gelecek kişiye de iman edin yani sözlerine uyun deniliyor

h.isa dedi; "artık sizinle uzun uzun konuşmayacağım. çünkü bu dünyanın egemeni geliyor. onun benim üzerimde hiçbir yetkisi yoktur." (yuhanna, bab 14, ayet 30)

"dünyanın egemeni" diyecek kadar övüyor gelecek kişiyi

hz. isa dedi; “rab’den size göndereceğim faraklit geldiği zaman, o benim hakkımda tanıklık edecektir.”(yuhanna, bâb 15, âyet: 26)

gelecek kişinin hz.isa'yı da hatırlatacağı, ona tanıklık edeceği söyleniyor

hz. isa dedi; “ama size gerçeği söylüyorum, benim gitmem sizin için yararlıdır. çünkü gitmezsem, faraklit gelmez.ama gidersem onu size gönderirim.”(yuhanna, bâb 16, âyet: 7)

hz.isa gelecek kişinin insanlar için kendisinden daha hayırlı biri olduğunu söylüyor

hz. isa dedi; “...ama faraklit gelince sizi tüm gerçeğe yöneltecektir. çünkü kendiliğinden konuşmayacaktır. ne işitirse onu söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir.” (yuhanna, bâb 16, âyet: 13)

gelecek kişinin de gerçeği getireceğini ve sadece aldığı vahyi iletecegini söylüyor

ayrıca hz.muhammed'den bahsedilen necm 3-4 kur'an ayetlerine bakalım; o, nefis arzusu ile konuşmaz, (size okuduğu) ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. (necm 3-4)

hz. isa dedi; “...o faraklit beni yüceltecek, çünkü benimkinden alacak ve size bildirecek.” (yuhanna, bâb 16, âyet: 14)

gelecek kişinin hz.isa'yı da yücelteceği ve hz.isa ile aynı tebliğ üzerine geleceği söyleniyor.

hz. isa dedi; o gelince günah, doğruluk ve gelecek yargı konusunda dünyayı suçlu olduğuna ikna edecektir (yuhanna, bâb 16, âyet 8)

gelecek kişi yanlışlarımızı bize gösterip suçlu olduğumuzu hatırlatacak

1)öncelikle hristiyanlık inancında şeytan da kutsal ruh gibi sürekli var olan biri yani "sonradan" gelen biri değil.

2)ama asıl soru şu; hz.isa tarafından bu kadar övülen bir kişi sizce şeytan olabilir mi?

buraya kadar özetlersek;

1)"sonradan gelecek" birinden bahsediliyor oysa hem kutsal ruh hem de şeytan sürekli var olan kişilerdir

2)gelecek kişi her seferinde hz.isa tarafından övülüyor bu yüzden şeytan olamaz

3)faraklitten bahseden ayetlerde eril hitap kullanılmıştır oysa kutsal ruh veya şeytan için cinsiyetsiz zamir kullanılmalıydı

4)faraklit'ten bahseden kısımlarda dilin etimolojisine baktığımızda gelen kişinin bir "insan" gibi duyan, konuşan biri olması gerektiği çıkıyor.

şimdi de incilde açıkça bir peygamber geleceğini söyleyen ayetleri inceleyeceğiz. örneğin matta kısmına bakalım;

isa dedi ki: "sahte peygamberlerden sakının! onlar size kuzu postuna bürünerek yaklaşırlar, ama özde yırtıcı kurtlardır. (matta bab:7, ayet: 15)

gördüğünüz gibi hz.isa havarilere tavsiye veriyor, peki tavsiye ne için verilir? gelecek için, geçmiş için tavsiye verilmez.

peki bir insan neden sahte peygamberlerin özelliklerini anlatır? çünkü vahiy alan doğru peygamber de olduğu için

devam edelim;

onları meyvelerinden tanıyacaksınız. dikenli bitkilerden üzüm, devedikenlerinden incir toplanabilir mi? (matta bab:7 ayet:16)

bunun gibi, her iyi ağaç iyi meyve verir, kötü ağaç ise kötü meyve verir.(matta bab:7 ayet:17)

iyi ağaç kötü meyve, kötü ağaç da iyi meyve veremez.(matta bab:7 ayet:18)

iyi meyve vermeyen her ağaç kesilip ateşe atılır. (matta bab:7 ayet:19)

böylece sahte peygamberleri meyvelerinden tanıyacaksınız. (matta bab:7 ayet 20)

gördüğünüz gibi devamında gerçek peygamber ve sahte peygamber arasındaki farkı anlamaları için bir analoji kuruyor

eğer hz.isa'dan sonra gerçek bir peygamber olmasaydı açıkça "benden sonra gelen herkes yalancıdır kimseye inanmayın" derdi değil mi?

demek ki gerçek bir peygamberin geleceği kesin. ki zaten yuhanna kısmında gelecek kişiden bahsediyor ve "alemin egemeni" diyecek kadar övüyor

bu kısım ister istemez aklımıza "ve seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik" denilen enbiya 107 ayetini getiriyor.

isa onlara şunu sordu: "kutsal yazılar'da şu sözleri hiç okumadınız mı? 'yapıcıların reddettiği taş, işte köşenin baş taşı oldu.
rab'bin işidir bu, gözümüzde harika bir iş!' (matta bab:21 ayet:42)

"bu nedenle size şunu söyleyeyim, tanrı'nın egemenliği sizden alınacak ve bunun ürünlerini yetiştiren bir ulusa verilecek.(matta bab:21 ayet:43)

hz.isa açıkça havarilerine de egemenliğin kendilerinden alınıp başka bir ulusa verileceğini söylüyor.

yahudi yetkililer yahya'ya, "sen kimsin?" diye sormak üzere yeruşalim'den kâhinlerle levililer'i gönderdikleri zaman yahya'nın tanıklığı şöyle oldu açıkça konuştu, inkâr etmedi "ben mesih değilim" diye açıkça konuştu. (yuhanna bab:1 ayet 19-20)

onlar da kendisine, "öyleyse sen kimsin? ilyas mısın?" diye sordular. o da, "değilim" dedi. "sen beklediğimiz peygamber misin?" sorusuna, "hayır" yanıtını verdi. (yuhanna bab:1 ayet 21)

bu ayetlerde ise 3 kişiden bahsediliyor; mesih yani hz.isa, hz.ilyas ve "o peygamber"

peki hz.isa'dan sonra beklenilen, hem tevratta hem de incil'de bahsedilen "o peygamber" kim olabilir?

uyarı-not-açıklama

"diğer kitaplarda son peygamber" serisi ile ilgili başta yapmam gereken bir açıklamayı burda yapayım;

"bu kitapların bozulmuş olduğunu söylemiyor musunuz, neden burdan ayetleri delil getiriyorsunuz" şeklinde bir eleştiri yapılıyor.

biz bu ayetler hz.muhammed'e işaret ediyor derken "tevrat'ın veya incil'in bu ayetlerine iman ettik, kesin doğrudur, bunlar vahiydir" demiyoruz tabiki.

bir müslüman olarak kur'an'a iman ediyoruz ama "diğer kitaplarda da böyle kısımlar var ve burda anlatılan kişi olsa olsa son peygamber hz.muhammed'dir" diyoruz.

kaynaklar

TEVRATTA HZ.MUHAMMED

öncelikle şunu not olarak düşelim; ne incilde hz.isa'nın son peygamber olduğu ne de tevratta hz.musa'nın son peygamber olduğu söylenmez.ve her iki kitabın da bazı ayetlerinde bir kurtarıcı, bir peygamber geleceğinden haber verilir.

örneğin tevratta; hagay 2 ayet 6-7, yeşeya 42, yasanın tekrarı 18 ayet 18 gibi bölümlerde açıkça bir peygamberin, kurtarıcının geleceğinden bahseder.

peki tevratta hangi bölümler hz.muhammed'e işaret eder?

1)şöyle dedi: "rab sina dağı'ndan geldi, halkına seir'den doğdu ve paran dağı'ndan parladı. (tevrat-yasanın tekrarı bab:33 ayet: 2)

burda rab'dan kasıt allah'ın mesajının gelmesi. peki sina dağı, seir ve paran dağı neresi oluyor?

sina dağı yahudi, hıristiyan geleneklerinde hz. mûsâ’ya tevrat’ın verildiği yer olarak kabul edilir. seir ise hz.isa'ya incil'ın indiği yerdir. paran ise arapça haliyle "faran" hz.muhammed'ın doğduğu, vahiy aldığı yerin yani mekke'nın eski ismi.

paran'nın mekke olduğu tevrattan da anlaşılır. yaratılış bab: 21 bölümünde hz.ibrahim'in eşi hacer'ın ve oğlu ismail'in su arama hikayesi geçer ve o kısımda 21. ayette "paran çölü'nde yaşarken annesi ona mısırlı bir kadın aldı" yazar.

bu olay islam kaynaklarından bildiğimiz zemzem kuyusu arama hikayesi ve mekke civarında geçer ki zemzem kuyusu mekkededir.

kısacası açıkça vahyin hz.musa ve hz. isa'dan sonra paran dağlarından hz.muhammed ile süreceği söyleniyor tevratın bu bölümünde.

2)su kuyusu arama hikayesinin anlatıldığı kısmın 18. ayetine bakalım;

"kalk, oğlunu kaldır, elini tut. onu büyük bir ulus yapacağım." (tevrat-yaratılış bab:21 ayet:18)

peki yanındaki oğlu kim, ismail! hz.isa israilogullarındandı yani hz.ismail'ın soyundan değildi ama islam kaynaklarından bildiğiniz gibi hz.muhammed'in soyu hz.ismail tarafından hz.ibrahim'e dayanır.

3)yine örneğin tevrat-yeşeya bab:42'nin bütün bölümünde bir peygamberin geleceğinden bahseder ve 8.ayette şöyle geçer;

"ben rab'bim, adım budur. onurumu bir başkasına, övgülerimi putlara bırakmam." (tevrat-yeşeya bab:42 ayet:8)

peki ne diyorsunuz, hz.muhammed'in putları yıkıp "la ilahe illallah" lafzını getirmesini anlayabilir miyiz?

4)yine aynı bölümün 11. ayetinde gelecek peygamberden bahsederken kedar'dan da bahsedilir;

bozkır ve bozkırdaki kentler, kedar köylerinde yaşayan halk sesini yükseltsin. sela'da oturanlar sevinçle haykırsın, bağırsın dağların doruklarından. (tevrat-yeşeya bab:42 ayet:11)

peki kedar kimdir, kimlerdir? yahudi kaynaklarına göre hz.ismail, kedar soyundandır ve hz.muhammed de ismail soyundan olduğuna göre acaba peygambere işaret edildiğini söyleyebilir miyiz?

kedar soyu, link;
https://kutsal-kitap.net/bible/tr/index.php?mc=1&sc=354

not: ayrıca aynı ayette "bozkır" olarak çevrilen kelime bazı kaynaklarda "çöl" olarak da geçiyor.

ayrıca bazı notlar;

not 1) tevrat-hagay bab:2 ayet:6-7 kısmında ha-mim-dal köklerinden oluşup arapça'da muhammed ile aynı kökten olan "himyada" şeklinde bir isim geçtiği söyleniyor ama tevratın türkçe çevirisinde böyle bir isim yok

not 2) hz.şuayb'ın suhufunda "müşeffeh" tevratta ise "münhemenna" olarak muhammed ismi geçtiği iddia edilir ama türkçe çevirilerde bu isimlere rastlayamadım.

not 3)
"yasanın tekrarı" kısmının diğer ismi "tesniye"
"yeşeya" kısmının diğer ismi "işeya"
"yaratılış" kısmının diğer ismi "tekvin"

kaynaklar

https://incil.info/

https://kutsal-kitap.net/bible/tr/index.php?mc=1&sc=354

HİNDU METİNLERİNDE HZ.MUHAMMED(SAV)
öncelikle şunu not düşeyim; bu paylaşımda anlatacaklarım kendi şahsi çalışmam değil.
incil ve tevrat okusam da maalesef henüz hindu kutsal kitaplarını okumak nasip olmadı.

o yüzden hindistanlı yazar ve sanskritçe uzmanı da olan prof. dr. pundit vaid prakash ve hindistanlı müslüman vaiz zakir naik'in bu konudaki çalışmalarından faydalanacam. yanlış bir bilgi varsa da sorumluluk bana ait değil:) keyifli okumalar
şunu da baştan not edelim; hindu metinlerde tanrının ismi "bhagwan", son peygamberin ismi ise "kalki autar" olarak geçer.

hindu kutsal metinlerine göre "kalki autar"ın babasının adı 'vishnu-bhagat' ve annesinin adı da 'somanib' olarak bahsedilir.

sanskritçe’de "vishnu"nun manası "allah" ve "bhagat"ın manası da "köle-kul" manasına gelmektedir. buna göre 'vishnu-bhagat'ın manası "allah'ın kulu" yani arapça anlamıyla "abdullah" anlamına gelmektedir.

yine sanskritçe bir kelime olan anne adı 'sumuti' ise "barış içinde, huzurlu, sakin" manalarına gelmektedir. çok ilginçtir bu da arapça'daki "amine" ismi ile aynı anlamda.

not: yazar prakash anne ismi için "somanib" geçtiğini söylerken zakir naik "sumuti" geçtiğini söylüyor. o yüzden ikisini de ekledik.

yine hinduların kutsal kitapları vedalar, upanişadlar ve puranalar'a göre son peygamberin çölün hakim olduğu bir adada dünyaya geleceği söyleniyor.

hz.muhammed'in dünyaya geldiği yer de ’jazeeratul arab’’ olarak bilinen arap yarımadası.

hinduların dini kitaplarında son peygamber "kalki autar"ın zeytin ve hurmalıkların olduğu bir yerde yaşayacağı söyleniyor. ki yine özellikle peygamberimizin bölgesinde bulunan ağaçlar bunlar.

yine ayrıca kalki autar"a ilk vahyin bir mağarada bhagwan’ın çok özel bir elçisi tarafından getirileceği bildiriliyor. hz. peygambere de ilk vahiy hira mağarasında allah'ın elçisi cibril tarafından getirilmişti

hindu metinlerinde ayrıca "kalki autar"ın bhagwan'ın ona göndereceği çok süratli özel bir at ile dünyanın etrafını dolaşacağı ve yedi cenneti/gökyüzünü dolaşacağı haber veriliyor.

burada hz. peygamber'in miraç olayı ve burak tarafından göğe yükselişi ile aynı olay.

hindu kitaplarında "kalki autar"ın bhagwan tarafından destekleneceği ve özel elçilerinin ona savaşta destek vereceğine de vurgu yapılıyor. bu da bedir savaşında meleklerin yardımını akla getiriyor.

hindu kutsal metinlerinde bunların yanı sıra "kalki autar"ın çok iyi at, ok ve kılıç kullandığına da değiniliyor. ki kur'an'daki peygamber kıssalarına bakarsanız özellikle savaşçı özelliği ile ön olanda olan hz.süleyman ve hz.muhammed var.

ayrıca hindu kutsal kitabı olan vedalar'ın mantra bölümünde gelecek kişi için; "o narasansah'tir, barış prensi'dir. düşmanlarının arasında bile emniyettedir" kısmı geçer.

burdaki "narasansah" sözcüğünün anlamı "övülen" demek. bu da zaten arapçada "muhammed" isminin anlamı.

hindistanda ortaya çıkan diğer bi din olan budizm'ın kurucusu buda'nin da kendisinden sonra gelecek kişinin ismini verdiği söylenir. bu isim palice dilinde "matteya", sanskritçede "maitreya", burmacada "armidia"

bunların arapça karşılığı ise "rahmet" ve bildiğiniz gibi enbiya 107 ayetinde hz.muhammed için "alemlere rahmet" sıfatı kullanılır.

not 1: bu bilgiler hindistanlı sanskritçe uzmanı da olan prof. dr. pundit vaid prakash çalışmaları sonucunda yazdığı kitap ile bize ulaşmıştır. ve kitabında yazarın bizzat kendisi kalki'nin hz.muhammed olduğunu vurgulamıştır.

hindistan'da tartışmalara sebep olan bu kitap “the last kalki autar” adıyla ingilizce çevirilmesi düşünülüyor.

not 2: bu kitabın bir benzeri a. h. vidyarthi ve u. ali tarafından ele alınmış ve "doğu kutsal metinlerinde hz. muhammed" adıyla yayınlanmıştır

neyse devam edersek; aynı şekilde hindistanlı müslüman zakir naik de bi videosunda hindu bir kızın sorusuna cevap olarak aynı şeylerden bahsediyor.

hatta zakir naik tek tek ayet numarası da vererek daha net bi açıklama yapıyor. önceki yazdıklarımıza ek olarak;

vedalar, rigveda 53/9 bölümünde kalki'nin "tanrıya dua eden" anlamındaki isminin geçtiği ki bu da arapça'da peygamberin "ahmet" ismine denk geliyor

ayrıca kalki puran bölüm 2 ayet 15'de kalki'nin madhay ayının 12'sinde dünyaya geleceği ve bunun da peygamber doğum tarihi olan rebi-ul evvel'in 12'si olduğunu söyler.

ayrıca soylu bir ailede dünyaya geleceği yazıyor ki peygamberimiz o zamanın önde gelen kureyş kabilesinin mensubu.

yine ayrıca kalki puran bölüm 2 ayet 5'de kalki autar'ın 4 büyük arkadaşı olacağı geçiyor ki 4 büyük halifeye işaret ediyor diyebiliriz.

bu ve buna benzer birkaç benzerlik daha var ama kayda değer olmadığı için eklemedim.

ayrıca şunu tekrardan not düşelim; hem incil, hem tevrat hem de hindu metinleri vedalar'da geçen bu benzerliklere kur'an'a iman eder gibi iman etmiyoruz.

veya bozulmuş bu kitapların bu kısımlarını kesinlikle allahtan geldiğine de iman etmiyoruz. sadece bu tür benzerliklerin dikkate değer olduğunu söylüyoruz ve büyük ihtimalle hz.muhammed'e işaret ettiğini iddia ediyoruz

kaynaklar

https://en.m.wikipedia.org/wiki/Kalki

https://www.beautifulislam.net/hinduism/hindu_scriptures_p.html

https://youtu.be/1KlvTMu3XMg

https://youtu.be/DCEdad6zuWk

ALLAH SANAR MI?
iddia: cin suresi 5.ayette "sanmıştık" fiili geçiyor oysa sanmak, yanılmak kullara özgü bir şey.

önce ilgili ayete bakalım;  şüphesiz biz, insanların ve cinlerin allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk. (cin 5)

ortada basit bir kırpma olayı var. bu ayette konuşan allah değil cinler. cinlerden bir grubun konuşması aktarılmış ki bu aktarma surenin ilk ayetinden başlıyor.

cin suresi 1-8 ayetleri arası;

1,2. (ey muhammed!) de ki: "bana cinlerden bir topluluğun (kur'an'ı) dinleyip şöyle dedikleri vahyedildi: "şüphesiz biz doğruya ileten hayranlık verici bir kur'an dinledik de ona inandık. artık, rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız."

3. "doğrusu rabbimizin şanı çok yücedir; ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk."

4. "demek bizim beyinsiz olanımız, allah hakkında doğruluktan uzak sözler söylüyormuş."

5. "şüphesiz biz, insanların ve cinlerin allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk."

6. "doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da, cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı."

7. "gerçekten onlar da, sizin sandığınız gibi, allah'ın hiç kimseyi öldükten sonra tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı."

8. "kuşkusuz biz göğe ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı ışıklarla dolu bulduk."

BEDEVİYE GÖRE CENNET
iddia: kuran'daki cennet tasvirleri genelde çölde olmayan ve bir çöl bedevisinin hayalini kurduğu şeyler. bu da açıkça islam inancının bölgesel bir bedevi inancı olduğunun kanıtlarından biri!

cennetteki yaşam ile ilgili genel olarak ayette geçenler; ırmak, yeşil geniş bahçeler, çeşitli meyveler, köşkler.. vb. peki bunlar sadece çöl ikliminde yaşayan birinin hayalleri mi? beş dakikalığına gözlerinizi kapatın ve yaşamak istediğiniz çevreyi hayal edin.

şuan nerde olduğunuz önemli değil; ister manchester'ın bir köyünde, ister eskimolarda bir iglonun içinde, ister çin'de keşmekeş bir trafikte, ister brezilya'da uyuşturucu çetelerinin olduğu bir mahallede veya ister afrikada safari yapan bir kafilede olun..aşağı yukarı aynı şeyleri hayal edeceksiniz.

yeşil geniş bir bahçe en azından komşular ile kavga etmek istemiyorum ve aynı zamanda gönlümce gürültü yapmak istediğim bir bahçe. geniş bir villa ve trafikten uzak, sessiz rahat bir ortam da olsun, peki tamamen sessiz mi? hayır aslında yakınlarda akan bir şelalenin şırıltısı ve ağaçlardaki kuş cıvıltıları hiç fena olmaz.

ee tabiki parmağımı şıplattığım anda bana istediğim her yiyecek ve içeceği getiren hizmetçiler de olsun, hatta sınırsız olsun..

ayetlerde anlatılan cennet tasvirlerine baktığımızda aslında ortalama her insanın istediği şeyler.ki yeterli imkanı olan her zengin işadamı aşağı yukarı bu şekilde bir hayat kuruyor kendisi için.

veya bilmiyorum bir apartman dairesinde sürekli komşular ile kavga etmek isteyen bir milyarder var mıdır:). bazen olduğumuz durumdan çok fazla bunaldığımız için ekstrem bazı şeyler istediğimiz oluyor;

örneğin yazın 45 derece sıcakta "şuan buz küpleri ile dolu bir havuz olsa içine girerim" veya -15 soğuktan her an titrediğimiz bir kış günü "şuan kaynar su olsa içine atlarım" dememiz gibi.

ama bunlar kesinlikle normal şartlar altında kabul hayalini kurduğumuz şeyler değil. ve dikkat edin genelde yeşillik, ağaçlar ile dolu, serin ırmak kenarlarını cennette benzetiriz.

ayetlerde anlatılan cennete benzediği için mi? hayır tam tersine o ortam hoşumuza gittiği için cennete benzetiyoruz.

ki ayetlerdeki cennet tasvirlerini hiç okumamış biri bile "cennetten bir parça" şeklinde hoşnutluğunu belirten cümleler kuruyor.

ayrıca insan 13 ayetine bakalım;

orada koltuklar üzerine kurulmuş olarak bulunurlar. orada ne yakıcı sıcak görürler, ne de dondurucu soğuk. (insan 13)

şimdi farzedelim ki peygamber "yakıcı güneş olmayacak" kısmını yanında çölde yaşayan insanlar için uydurdu peki "dondurucu soğuk olmayacak" kısmını neden uydursun?

son olarak şunu diyeyim; ayetlerdeki cennet tasvirleri hayal edebilmemiz için verilmiş sınırlı örnekler olmak ile birlikte

allah çoğu ayette isteyecegimiz her güzel şeyin olacağını ve orda nimetlerin sınırsız olduğundan bahseder.

MEKKE'DE SABIR MEDİNE'DE SALDIR

iddia: mekke ayetleri genelde hoşgörü ve sabırdan bahsederken medine ayetleri ise sertlikten, savaşmaktan bahsediyor. bu muhammed'in mekke döneminde henüz güçsüzken, medine'ye geçtikten sonra, giderek güçlenmiş olmasından doğmuştur

islam'ın mekke döneminde çok büyük acılar yaşandı, fazlaca müslüman kanı döküldü. iman ettiğini söyleyen köleler efendileri tarafından türlü türlü işkencelere maruz kaldı.

hatta ömrünün sonuna kadar sırtındaki kırbaç izleri ile yaşayan sahabeler vardı. müslüman oldu diye ailesi tarafından reddedilen veya evde aç, susuz hapsedilenler oldu.müslümanlar hz.ömer islamiyete geçene kadar da gizli gizli ibadet ediyor ve saklanıyorlardı! evet bu dönemde ayetler daha çok iman, tevhid ve sabır konularını içerir.

medine ayetleri daha çok ceza kanunları, cihad ve ibadetleri içerir ama "güçlü" olduğumuz kısmı uydurma!örneğin en basitinden mekkeli müşrikler ile yapılan 3 büyük savaştaki asker sayılarına bakalım;

bedir savaşı;
müslüman:350 müşrik:1100
uhud savaşı;
müslüman:750 müşrik3:200
hendek savaşı;
müslüman:3 bin müşrik:10 bin

gördüğünüz gibi cihad ayetleri inip savaşma emri verilince de müslümanlar güçsüzdü ve sayıca her seferinde müşriklerin üçte biriydi.ki savaş teklifini yapan da veya buna zorlayanlar da her seferinde müşrikler olmuştur.

örneğin müşriklerin, hicret eden müslümanların mallarını yağmalaması üzerine bedir savaşı başlamıştır.daha sonra bedirde kaybeden müşriklerin lideri intikam için uhud'da savaş teklifi yapması üzerine uhud savaşı gerçekleşmiştir.

hendek savaşı ise müslümanlar için tam bir savunma savaşı. müslümanlar bulundukları medine şehrinin etrafına hendekler kazıp düşmanı beklemişlerdir.

not: cihad kelime anlamı olarak "çabalamak, gayret etmek" anlamlarına gelip her türlü islami faaliyet için kullanılabilir. bu paylaşımda da savaş anlamında kullanılmıştır.

ayrıca diyelim ki cidden rakipten daha güçlü olduktan sonra savaşmış olsalardı bile bunda kötü niyet aranmaz.çünkü tarih boyunca her zaman savaş taktiği bu olmuştur; güçsüzken geri çekil savunmaya geç, güçlenince saldır

henüz 10-15 kişi iken bütün mekke müşriklerine kılıç çekip savaşmalarını beklemek mantıklı olmaz. ki türlü türlü işkencelere rağmen onlara boyun eğmemeleri bile tarihte görülmemiş büyük bir direniş ve iman örneğidir!

hatta müslümanlar güçlendikten sonra saldırıya geçen taraf bile olsa mekke döneminde çektikleri işkencelerden dolayı en doğal haklarıdır.

kendileriyle savaşa girişilen mü'minlere, zulme uğramalarından dolayı, savaş izni verildi... (hac 39)

zulme uğratılışı ardından kendini savunana gelince, böyleleri aleyhine yol aranmaz. (şura 41)

peki medine ayetleri daha mı kuralcıydı?

mekke ayetlerinin daha çok imani konuları, medine ayetlerinin ise daha çok helal, haram ve yasakları içermesi de gayet doğal bir durumdur.buna kendi hayatımızdan örnek verelim ki aslında her insanın bir mekke ve bir de medine dönemi olur.

1)şöyle ki; islam'ı ilk defa duyduğunuz ve öğrendiğiniz yıllarınızı mekke dönemine benzetebilirsiniz. yeni öğrenmeye başlayan kişi dikkat etmesi gereken konuları henüz bilmediği için daha pozitif yaklaşmak lazım.

örneğin namaz kılarken gülüyor olsun ona "bu günah bunu nasıl yaparsın" diyerek kızamazsınız çünkü işin ciddiyetini henüz öğretmediniz.

öbür türlü bu; henüz abaküs kullanan birinden calcülüs matematiğini anlamasını beklemekten farksızdır.

2)ayrıca ilk yıllarda asıl amaç iman, tevhid alt yapısını oluşturmaktı.

o yüzden konular daha çok, allah'ın bir ve tek olması, peygamberin allah tarafından gönderilen elçiler veya putların faydasız taşlar olduğu üzerine kuruluydu.

iman altyapısı oluştuktan sonra içki, zina gibi yasaklara ve ibadetler gibi dini görevlere sıra geldi. (gerçi namaz ibadeti ilk tebliğden beri vardı)

bütün bunları göz önüne aldığımızda medine ayetlerinin cihad, ibadet, tesettür, helal ve haram gibi daha zor kurallar içermesinden daha normal bir şey olamaz!

ZENGİNLİK VE LİDERLİK İÇİN PEYGAMBER OLDU
iddia: muhammed zenginlik ve liderlik için peygamber olduğunu söyledi, milleti kendi tarafına topladı.

bak canımın içi ateist yarın çık işlek bir meydana de ki maddi durumum kötü o yüzden peygamber olduğumu ilan ediyorum. ne sanıyorsun altına bir jeep çekip seni maldiv adalarına başkan yapacaklarını mı? ben söyleyeyim ne yapacaklarını;

büyük ihtimalle arkadan biri ensene bi tane koyar, yürü git o zaman yutubır ol, der ki bu iyi ihtimal veya elli kişilik bir esnaf ordusu seni a noktasından b noktasına kadar kovalar, denemesi beleş, buyur hemen yarın dene

neyse, ciddiyet lütfen deyip devam edelim; bu tür iddialar o zamanki atmosferi göz önüne bulundurmadan ortaya atılmış absürd iddialar. öncelikle bildiğiniz gibi o dönemin ticaretle uğraşan zengin kadınlarından biri olan hz.hatice'nin teklifi üzerine hz.muhammed ile evlilikleri gerçekleşti

ve artık rahat, maddi durumu iyi, zengin bir eşi ve çocukları olan bir adamdı. peki gayet huzurlu düzgün bir hayatı olan bir adam neden huzurunu bozsun?

huzurunu bozmak diyorum çünkü peygamberliğini ilan ettikten sonra başına gelmeyen bela kalmadı.şiddet gördü, taşlandı, bazı akrabaları tarafından hor görüldü, ölümle tehdit edildi vesaire

örneğin peygamberliğinin altıncı senesinde müşrikler müslümanlara boykot uyguladı. ve mekke'ye gelen kervanların müslümanlara ile alışveriş yapmasına ya izin vermiyorlardı veya pahalıya satmalarını istiyorlardı.

ve bu boykot tam üç sene sürdü, bu süre boyunca peygamber eşi hz.hatice'nin servetini müslümanlar için harcadı.

peki zenginlik için yola çıkan bir adam neden tam tersine zenginliğinden oluyor? sahtekar biri olsa neden 3 sene dayansın bu sefalete? daha en başından "tamam vazgeçtim bize karışmayın ben de huzuruma bakayım" diyebilirdi değil mi?

veya hz.osman gibi zengin sahabeler de vardı.bu sahabeler de aynı şekilde malını mülkünü harcadı. neden? ki örneğin peygamber hz.osman'a servetini bana ver dese hz.osman tereddüt etmeden kabul ederdi.

sonuçta peygambere anam babam sana feda olsun diyen bir adamdan bahsediyoruz değil mi? bu şekilde peygamber kolayca zenginliğine zenginlik katardı ama yapmadı.

veya müşriklerin önde gelen liderleri "gel bu işten vazgeç, kadın istiyorsan kadın, mal-mülk, para istiyorsan onu verelim" dediğinde neden reddetti?

ne sanıyorsun ateist, "lider olmak istiyorum, ee tamam oldu da bitti maşallah" şeklinde basit bir olay olduğunu mu?

bir daha söylüyorum yarın çık sokağa peygamberliğini iddia et!

ayrıca en başında peygamberin tarafına daha çok fakirler, köleler toplandı. zengin olmak isteyen adam ne yapsın bunları?

boykotta onları besleyip, kendine neden yük etsin? ki yine ayrıca ilk yıllarda işkenceden kurtarmak için onlarca köle alıp azat ediyorlardı. zenginlik peşinde olan peygamber ve sahabeleri neden köleler için parasını harcasın?

yine ayrıca peygamberlik ilanının üstünde altı sene geçmesine rağmen müslüman olanların sayısı henüz 40 bile değildi.

yahu altı sene ticaret ile uğraşsan zaten dönemin zenginleri arasına girersin bunun yerine neden 40 kişi ile uğraşsın?

sahtekarlık olsa zenginlik için olsa çoğunuz bir iki sene sonra "yaptık olmadı, üstüne başımıza fakirleri, köleleri yük olarak aldık" dersiniz değil mi? veya zenginlik için böyle bir yola girmiş kaç kişi tanıyorsunuz da böyle bir iddiada bulunuyorsunuz?

neyse verilen örnekler yeterli sanırım, ki buna benzer yüzlerce örnek verilebilir peygamber hayatından. umarım iddianın ne kadar saçma olduğunu anlamışsındır. diyeceğim o ki burdan da sana pay çıkmaz sayın ate

not: daha detaylı açıklama için "abdullah oğlu muhammed" adlı yazımızı okuyun

İKİ MANTIK HATASI

Bu yazıda teoloji, felsefe tartışmalardaki basit iki soruna açıklık getireceğiz. maddeler kısaca aşağıdaki gibi;

1)bir şeyin doğruluğu ona olan bağlılık ile ölçülemez

2)bir soru için binlerce şık olması, doğru bir şıkkı olmadığı anlamına gelmez

ilk madde ile başlayalım; bu madde daha çok inançlı kişileri alakadar eden bir meseleyi içeriyor. örneğin şu şekilde cümleler duymuşsunuzdur

biliyor musun sayın müslüman bir cain de senin islâm'a bağlı olduğun gibi cainizm'e bağlı!

yada biliyor musun? sen allah yolunda ölümü göze aldığın gibi bir budist de siddhartha gautama için ölümü göze alıyor? veya bir kaodaiist de kaodaizm'e kalpten delicesine inanıyor?

ilk maddeyi tekrarlayalım; "birşeyin doğruluğu ona olan bağlılık ile ölçülemez"."neden taoizm dogru dindir", sorusunun cevabı "çünkü ben taoizm'i çok seviyorum ve bu dine çok bağlıyım" olamaz.

birşeyi delicesine sevmenin, ona sadık olmanın neden doğruluk için bir şey ifade etmediğine birkaç örnek ile değinelim; örneğin silahlı bir terör grubuna bağlı kişi de savunduğu görüşe delicesine bağlı olabilir. peki bu davasına sadık olması, o dava uğruna ölmesi onun dogru olduğunu mu gösterir? yada uyuşturucu çetesi üyeleri de mesleğini yada görev arkadaşlarını çok sevebilir.

hatta bir hırsız için "en iyi kişi, en sevdiği kişi" ona en çok faydası olan tecrübeli bir hırsız arkadaştır!
yada dünyaca ünlü şizofren seri katilleri bilirsiniz, örneğin elizabeth bathory namı diğer "kanlı kontes".

bu kadın 612 bakire kızı kaçırtıp, bu kızlara tepesinden asılı bir kafeste, işkence çektirmiş; kafesten akan kanlarla ise duş almıştır. ve bundan zevk alıyordu, işini de gayet titizlikle yapar ve mesleğine de sadıktır. peki bu bağlılık ve sadakat dogru bisey yaptığını kanıtlar mı?

sonuç olarak verdiğimiz örneklerden de yola çıkarak bir gruba, idolojiye, partiye, takıma, çeteye olan bağlılık o grubun doğruluğunu kanıtlamadığı gibi bir dine olan bağlılık da o dinin doğruluğunu kanıtlamaz.

belki eskiler babadan miras misali sorgulamadan kocakarı imanı ile iman ediyorlardı.ama yüzlerce ayet ve hadiste aklını kullanmaktan, düşünmekten, sorgulamaktan bahseden bir dinin üyeleri olarak bununla yetinemeyiz.en doğal sorulardan biri olan "islam'ın diğerlerinden farkı ne" sorusuna her müslüman cevap verebilmeli!

o yüzden islam'ın babadan miras değil de alın terimiz olması için sorgulamalıyız.ki sokrates'in de dediği gibi "sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez" ayrıca şunu da belirteyim; korkmayın sorgulamanız dininizden şüphe duyduğunuz anlamına gelmez.

ikinci maddeye gelirsek; özellikle deistlerden "amaan binlerce din var ve zaten hepsi aynı" tarzı cümleler duymuşsunuzdur.bu kaçamak cümleler "aslında dinler hakkında bir halt bildiğim yok, pek araştırmadım sadece hayatımı yaşamak istiyorum" demenin arka yüzüdür

tanrı tasavvurlarından ritüellere, ritüellerden alegorik halk öykülerine dinler arasında binlerce fark var.bütün bunlar teoloji ve felsefe çatısı altında incelenerek mantıklı, akılcı ve (bence en önemlisi) gerçekçi din bulunabilir.

tabi yine de doğru bir din bulunmadığını iddia ediyor olabilirsiniz. ama bunun savunması "bir çok din var hepsi yalan" gibi salakça bir cümle olmamalı.

örneğin, yüzlerce şıkkı olan bir soru için "bu kadar şık varsa kesin hepsi yanlıştır" veya "doğru şıkkı bulmak imkansız" gibi itirazlar geçersizdir

gerçi din mensuplarına sürekli araştırın, sorgulayın derken kendinizce kafanızda bir "bence dini" kurup uykuya daldığınızı görmek için fazla çaba sarfetmeye gerek yok

ne diyorsun uykuya devam mı?

KIZ ÇOCUĞUNU DİRİ DİRİ GÖMMEK
iddia: madem kız çocukları gömülüyordu peki erkekler kiminle evleniyordu? veya islam tarihinde ismi geçen kadınlar neden gömülmemiş? belli ki kızların gömülmesi olayı bir yalandan ibaret!

öncelikle "kız çocukları diri diri gömülürdü" cümlesinden her kız çocuğunun gömüldüğünü anlamak absürd olur.

peki kimler gömüyordu veya kimler gömmüyordu?

1)kız çocuğu gömmenin en önemli nedenlerinden biri geçim kaygısıydı ve gömenler daha çok fakir ailelerdi.

çölde kaynaklar son derece kıt ve erkek çocuk tarlada işçi avcılıkta avcı olarak görülürdü. bu yüzden de ekonomik hayata ve kabilenin çıkarının korunmasına katkıları kızlara nispetle daha fazlaydı.geçim kaygısı ve açlık korkusuyla sadece kızların değil, zaman zaman erkek çocukların da öldürüldüğü görülür.

örneğin; kebîre bt. ebî süfyân, hz. muhammed’e (sav) gelerek cahiliye döneminde dört oğlunu gömerek öldürdüğünü söylemiş, bunun üzerine peygamberimiz kendisine dört köle azat etmesini tavsiye etmiş, o da etmiştir (ibnü’l-esîr, v, 538; ibn hacer, viii, 93).

yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. onları da, sizi de biz rızıklandırırız. onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır. (isra 31 ayeti)

...fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. sizi de onları da biz rızıklandırırız...(enam 151)

2)vicdanı elvermeyenler de öldürmezdi.

her anne baba bu işi yapacak kadar vicdansız değildi ve topluma, kültüre rağmen gömmeyenler de vardı.ki gömenlerin içinde istemeye istemeye, sırf toplum içinde ayıplanmamak için gömenler de vardı.evet, maalesef kız çocuğu utanç kaymağı olarak görülüyordu.

kutsal kitabımız kur'an bunun ne kadar iğrenç ve kötü bir hüküm olduğuna şu ayetle değiniyor;

onlara birine dişi çocuğu olduğu müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. kendisine verilen kötü müjde yüzünden, halktan gizlenmeye çalışır; onu utana utana tutsun mu, yoksa taprağa mı gömsün? bak ne kötü hüküm veriyorlar!"(nahl, 58-59 ayetleri)

oysa peygamberimiz kız çocuklarını bir müjde, bir kurtuluş olarak görürdü;

her kim kız çocuğunu büyütür ve onlara iyi davranırsa, onlar kendisi için cehennem ateşine karşı kalkan olur." (buhari ve müslim)

her kim iki kız çocuğuna erginlik çağına kadar bakarsa, kıyamet gününde biz şöyle olacağız." diyerek iki parmağını birleştirdi."
(buhari talak 25, edeb 24; müslm zühd 42.)

3)ayrıca kız çocuklarının gömülmesinin bir diğer sebebi kabileler arası savaşlardır.

"kadınlar ve çocuklar savaşta genellikle korunmaya muhtaç" mantığıyla bakılırdı. erkek ise kabile için bir savaşçı yani güç demekti

4)çocukları gömmenin bir diğer sebebi; kız çocuklarının çolak, topal, kötürüm, kör, şaşı olması veya ciltlerinde alacalar, benekler bulunması gibi durumlarda onların uğursuz sayılmasıydı.

allah kıyamet sahnesinden bahsettiği tekvir suresinin başlarında o dehşetli günde bunun da hesabını soracağına değiniyor

o diri diri toprağa gömülen kıza, ‘hangi günah yüzünden öldürüldüğü sorulduğu zaman” (tekvîr 8-9 ayetleri)

genel olarak gömme sebepleri bunlar peki bu olay tam olarak nasıl oluyordu; kızını öldürmek isteyen kişilerin iki farklı uygulamasından söz edilir.

1)zamanı gelince kadın bir çukur açarak o çukurun başında doğumunu yapar. çocuk erkekse onu alıp götürür, kızsa çukura atarak üstünü toprakla örtüp öldürür.

2) kız çocuğu altı yaşına gelinceye kadar büyütülür. babası tarafından akrabalarına gideceği söylenerek temiz elbiseler giydirilip götürülür.sonra çölde önceden kazılmış olan bir çukura atılarak üzeri toprakla örtülür...

ayrıca, diri diri gömmenin yanında suda boğmak, kuyuya yahut uçuruma atmak veya boğazlamak suretiyle de çocuk öldürüldüğü oluyordu. (dârimî, “mu?addime”, 1)

not: cahiliye dönemi kız çocuklarının diri diri gömüldüğü yere "şübeyke kabristanı" denir.

peki sonra mı? sonra; salat ve selam olsun adı muhammed olan biri geldi. kızı fatıma'yı omuzunda taşıyıp mekke sokaklarında gezdiren bir peygamber.

kızı fatıma odaya girince ona olan saygısından ayağa kalkan peygamber. hutbe okurken bir taraftan da dizinin üzerinde oturan torunu hasan'ı öpen peygamber. namazda secde iken sırtına torunu hasan çıkan peygamber.erkek çocuğunu dizine oturtup kız çocuğunu yanına oturtan bir adamı azarlayacak kadar ince düşünen bir peygamber.

bir defasında akra bin habis, peygamberimizi hz. hasan'ı öperken gördü ve şöyle dedi:benim on çocuğum var; şimdiye kadar hiçbirini öpmedim. bunun üzerine peygamberimiz; "merhamet etmeyene merhamet olunmaz." buyurdu.

neyse anlatılacak çok şey var ama çok da uzatmaya gerek yok. sonuç olarak; her kız çocuğu gömülmez, bu olay daha çok fakir aileler arasında görülürdü.

not: belki çoğunuz bu vicdansızlığı nasıl yapabilirler diye soruyordur kendine o zaman size bir hatırlatma; yaptığınız kürtajların diri diri gömmekten çok da farkı yok!

kaynakça

https://islamansiklopedisi.org.tr/mevude

http://www.hanimlar.com/makale/cocuk-egitimi/peygamber-efendimizin-cocuk-sevgisi

CELAL ŞENGÖR; DAĞLARIN OLDUĞU YERDE DAHA FAZLA DEPREM OLUR

iddia: nahl 15 ayetinde dağların depremi engellediği söyleniyor oysa bilim bunun tam tersini söylüyor yani dağların olduğu yerde daha fazla deprem olur

ilgili video; https://www.youtube.com/watch?v=azpPOVduzPU
önce ilgili ayete bakalım;

sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlar; yolunuzu bulmanız için de nehirler, yollar ve nice işaretler meydana getirdi. insanlar yıldızlarla da yollarını bulurlar.
(nahl 15-16)

bildiğiniz gibi jeolog celal sengör'ün bir tv programında bunu dile getirmesi ile bu iddia son dönemlerde tekrardan alevlendi.

peki bir yerbilimci celal şengör yanlış bir şey mi söyledi? hayır yanlış değil, dediği gibi "dağların olduğu yerde daha fazla deprem olur"

peki ayet bilimsel olarak hatalı mi?

hayır ayet de bilimsel olarak hatalı değil! peki nasıl oluyor bu çelişki değil mi? hayır değil.aslında celal şengör orda bilimi de kullanarak bir laf cambazlığı yapıp verdiği bilgiyi ayet ile birbirinin zıttı gibi anlatıyor. oysa dikkatli dinlerseniz çok basit bi safsata var ortada:)

ayete dikkat edin "dağların olduğu yerde deprem olmaz" denilmiyor, dağlar depremi engeller, sarsıntıyı azaltır diyor.peki siz olmayan bir şeyi engelleyebilir veya azalatabilir misiniz? tabiki de hayır! aslında tam tersine deprem olacak ki "depremi engeller" cümlesini kurabilelim

yani dağların olduğu yerde deprem olur hatta dağların olduğu yerde deprem olmasından daha doğal bir şey olamaz.

bunu bir analoji ile anlatayım;

en fazla polis nerde olur? en fazla suçlunun olduğu bölgede olur değil mi? peki bu polisin suçluları suç için teşvik ettiği anlamına gelir mi? hayır, tam tersine polis suçu engellemek için orda olur/oluşur. yani birinin "polis suçları engeller" cümlesi gayet doğru bi cümledir değil mi?
haa işte tam burda celal şengor'ün dediği şuna benziyor; "hayır efendim polis suçları engellemez tam tersine polisin olduğu yerde daha fazla suç ve suçlu var"

şimdi yaptığı safsatayı gördünüz mü:)

tabii karşısına genelde 20-25 yaşlarında imam hatip veya ilahiyat öğrencileri getirildiği için şengör'ün işi daha kolay.veya yanlış bilgi bile verse ünvanını, konumunu kullanıp kendini haklı çıkaracak bir seviyede

dağlar ve depreme geri gelirsek;

jeolog veya inşaat mühendisi olmanıza gerek yok, lise coğrafya bilgisi görmeniz bunu bilmeniz için yeterli; dağlar da deprem de levha hareketleri sonucu oluşur yani ikisi de aynı bölgede oluşan "sonuçtur". (1) ama celal şengör sebep ve sonucu karıştırarak burda depremin sebebi sanki dağlarmış gibi anlatarak safsata yapıyor.

peki dağ, levha hareketi sonucu oluştuktan sonra ayete göre bulunduğu bölgenin sarsıntısına son vermeli değil mi?

"engellemek" sözünü geçse bile ayette aslında sarsıntıları tamamen engelleyeceği değil azaltacağı söyleniyor! peki bunu nerden anlıyoruz?

dikkat etmeniz gerek bir diğer nokta ayette; "yeri sarsmaması için" değil "sizi sarsmaması için" deniliyor.ki aslında depremler çoğu yerde sürekli olur, örneğin şuan sizin olduğunuz yerde de deprem oluyor olabilir ama bu 3 şiddtinin altında olduğu için hissetmiyorsunuz.yani yer sarsılsa da biz sarsılmıyoruz. (2)
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQZcagBYLVzp_XUO3E5DrIaE9-OlBn0t3MYT_bg6kMsSjllFBeHh_gIlfItivEOkI9ZC-hPqAZHGTUF-UDqtKr5D2gmCS79gbx8jC2JcCzgmvXBZDkmn7LLZOIKiDNEyHpUHyM3VVKkvVt/s320/6_deprem_siddet_buyukluk_tablosu.jpg

peki dağlar sarsıntıyı azaltır mı? bilimsel olarak doğru mu bu?

..dağları da birer kazık yapmadık mı?(nebe 7)

modern bilimin keşfettiği bilgilerden biri olan dağların kökleri olduğuna dair bilgi gördüğünüz gibi açıkça ayette bahsedilmekte.

bildiğiniz gibi dağların yüksekliği hesaplanırken deniz seviyesinden üstü hesaplanır. peki ya bu seviyenin alt kısmı? wikipedia'nın verdiği bilgiye bakalım

yüksek dağlar, kuzey denizlerinde yüzen buzdağları gibidir; büyük ve derin kökleri yeraltında, küçük ve sivri tepeleri ise yerüstünde bulunur. dağ kütlesinin tüm hacminin 9/10'unu kök, 1/10'unu ise yüksek zirveler oluşturur, tıpkı su içinde yüzen buz kütleleri gibi.(3)örneğin zirvesi yeryüzünden yaklaşık 9 km yukarıda olan everest dağı’nın 125 km’den fazla kökü vardır.

not: wikipediadaki bilgi için "izostazi" diye aratın. izostazi; yerkabuğunun kütleleri ve yoğunlukları birbirinden farklı büyük parçaları arasındaki denge durumuna denir.

dünyaca ünlü deniz altı jeologlarından biri olan prof. siaveda ise; kıtalardaki dağlar ve okyanuslardaki dağlar arasındaki temel fark materyalindedir… fakat her ikisinde de dağları destekleyen kökler vardır. (4)

eski abd ulusal bilimler akademisi başkanı olan frank press "the earth" adlı kitabında dağların kazık şeklinde kökleri olduğuna değiniyor

ayrıca belçikalı bir sismolog olan thierry camelbeeck 2016'daki bir yazısında "dağların parçalanmasının deformasyona bunun da depremlere yol açtığına" değinmişti (5)

aslında dağların kökleri olmasa bile sadece ağırlıklarından gelen basınç ile sarsıntıları azaltabilir ve nahl 15 ayeti yine haklı çıkardı.bunun için lise coğrafyası görmenize de hatta dağların nasıl oluştuğunu bilmenize de gerek yok. şöyle ki;hareket halinde olan bir cismin (örneğin bir topaç veya masada titreşen bir telefon) üzerine yukardan elinizle basınç uygularsanız o hareketin azalamasından veya durmasından daha doğal bir şey olamaz.

ki ayette aslında "dağ" anlamına gelen kelime kullanılmamıştır. arapça'da dağ "cibal" demek ayette ise "revasi" kelimesi kullanılmış bunun yerine.revasi ise bir yerde sabit olmak, bir baskı unsuru olmak anlamlarına gelir ki ayetin bağlamına göre dağ olarak çevrilmiş.

yine ayrıca ayette "deprem" anlamında bir kelime yok, ayette geçen "temide" sözcüğü sarsıntı anlamına gelir ki burdan sadece deprem anlamı çıkarılamaz.

peki dağların kökü olduğuna dair bilgi kur'an'ın mucizesi mi yoksa önceki kaynaklarda geçiyor muydu?

tevratta; mezmurlar-18:7, yasanın tekrarı-32:22, mezmurlar-104:5, yunus, 2:6 kısımlarında dağların temelleri olduğu geçer.ayrıca her zamanki gibi sağlam bir kaynak verilmeden turan dursun saçmalıklarına dayandırılarak islam'dan önceki şiirlerde de bu bilginin geçtiği söylenir.

o zaman en basit soruyu soralım; jeoloji, orografya bilgisi olmayan peygamber bu bilginin doğru olduğunu nerden biliyordu da tevrat ve eski şiirlerden kopyaladı?

tevrat'ın yaratılış bölümünün başında bilime ters olan kısımları kopyalamak yerine neden özellikle modern bilim tarafından kanıtlanan doğru bilgileri kopyaladı?

neyse sonuç olarak; nahl 15 ve nebe 7 (dağların kökleri) ayetlerinde verilen bilgi yanlış değil tam tersine modern bilim tarafından desteklenir. celal şengör ise ayeti çarpıtarak bir safsataya başvuruyor.

kaynaklar

1) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Dağ

2) http://www.koeri.boun.edu.tr/sismo/bilgi/xMercalli.htm 

3) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/İzostazi

5) https://tr.euronews.com/2016/08/24/daglarin-parcalanmasi-depremleri-tetikliyor

6) https://teknoseyir.com/durum/980636

BİLİM, İNANÇ VE FELSEFE'DEN 10 KISA BİLGİ

1)bilimi tek gerçek olarak görmek ve metafiziği boş görmek kendi ayağına sıkmaktır. çünkü bilimin tek gerçek olduğu görüşü dahi metafiziksel bir görüştür

2)bilim her şey değildir ve her şeye cevap vermez. en basitinden örneğin ahlak kavramını açıklayamaz bilim. bilim size hidrojen bombasını ürettirebilir ama bunu kullanmanın ahlaklı olup olmadığını söylemez

3)karl popper'ın dediği gibi; bir teorinin bilimsel olması için doğrulanabilir değil yanlışlanabilir olması gerekli.

örneğin; şimdiye kadar gördüğümüz bütün kuğular beyaz olsun. "her kuğu beyazdır" cümlesi doğru olsa da "acaba bir gün siyah bir kuğuya rastlar mıyız" sorusu bir köşede durduğu için eksik kalıyor doğruluğu.ve avustralya kıtası kesfedilince siyah kuğu olduğunu gördük ve yanlışlanan bir madde ile daha sağlam bilimsel bir cümle kurduk; "her kuğu beyaz değildir" ki bilimin en temel özelliği yanlışlanabilir olmasıdır.

4)teori sözcüğü halk arasında varsayım veya herhangi bir kaç kişinin şahsi fikri gibi anlamlarda kullanılsa da bilimde bu şekilde değildir.bilimsel olarak teori; bir olgunun, sürekli olarak çeşitli gözlem ve deneyler ile doğrulanmış olmasıdır.

5)ateistlerin "bilimadamlarının çoğu ateist" iddiası yanlış olmakla beraber hiçbir şey ifade etmez. çünkü "tanrı" kavramı bilimin değil felsefenin çalışma alanına girer. tanrının varlığı ile ilgili argümanlardaki öncüller bilimden faydalanabilir ama bilimsel olarak tanri var veya yok denilemez.

ayrıca dünyanın en iyi bilimadamlarının bile felsefe bilgisi kıt olabilir.

6)günlük dilde her ne kadar "bilimsel gerçek" gibi ifadeler kullansak da aslında bilim için gerçek kavramı değil "doğru" kavramı uygundur. çünkü değişen doğrulardır gerçekler ise değişmez

7)inancın bir tarihi olamaz, insanoğlu varolduğu andan beri inanç da vardır ve bunu sadece bir tanrı veya dini inanç olarak sınırlamayın. insanoglu hayatının her evresinde bir şeylere illaki inanır, tıpkı dna testi yapmamanıza rağmen anne ve babanızın gerçekten anne ve babanız olmasına inanmanız gibi.

8)ateizm inançsızlık değil inançtır! ateizm yanlış veya doğru olabilir değil mi? örneğin eğer bir tanrı varsa ateizm yanlış yada bir tanrı yoksa ateizm doğru olur.

bir şeyin doğrulanması veya yanlışlanması için doğruluk değeri alabilecek en az bir önermeyi içermesi gerekir. oysa hiçbir konuda inanç sahibi olmayan birinin herhangi bir konuda yanılıyor olması mümkün değildir.ateizm yanılma ihtimali içerdiği için inançsızlık olarak tanımlanamaz!

9)günlük hayatta kanıtı olmayan yanlışlanamayan konulara inanç denilse de felsefe inanç kavramı bu kadar dar değildir.inanç gerekçelendirilmiş ve gerekçelendirilmemiş olarak ikiye ayrılır.örneğin; bilgi de inançtır ve buna gerekçelendirilmiş doğru inanç kısaca gdi denir.

10)"felsefe gereksizdir" cümlesi gereksizdir ve yanlıştır. zira felsefenin gereksiz olduğunu iddia edip gerekçe sunmak da felsefenin alanına girer.

"hocam bu günlük hayatta nerde işimize yarayacak" diye soranlara günlük hayatta işine yarayacak 10 bilgi, güle güle kullanın
KISA 3 İDDİA

1)salat etme
2)ebu talip iman etmeme
3)ebu leheb cehennem

iddia 1: salat duadır, secdedir ve ahzap 56 ayetinde allahın peygambere salat ettiği geçiyor. muhammed kitabı yazarken kendini övmeyi de ihmal etmiyor belliki.

önce ilgili ayete bakalım;

allah ve melekler peygambere salât ediyorlar; ey iman edenler, siz de ona salât ve selâm okuyun. (ahzap 56)

salat sadece dua, namaz, secde değildir aynı zamanda övgü, destek, tebrik, saygı gibi anlamlara da gelir. bu ayetteki salat için en uygun anlam da "peygambere allah'ın rahmet etmesi ve onudesteklemesi" dir. ki ayette allah aynı şekilde bizden de peygambere salat etmemizi istiyor, bu;

"ey peygamber! allah’ın selamı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun" diyerek onu övmekle de olur.

veya salatı "destek" olarak da anlayacaksak; allahın onu koruması ve müminlerin de islam icin onunla beraber mücadele etmesi anlamlarına da gelir.

kısaca;

allah'ın salat etmesi; rahmet, onu korumak
meleklerin salat etmesi; övgü, destek
insanların salat etmesi; övgü, onunla beraber mücadele etmek, yardım etmek

iddia 2: muhammed'e en yakın amcası olan ebu talip bile inanmamış, iman etmeden ölmüştür. belli ki amcası da sahtekar olduğunu biliyordu.

yeterince saçma bir mantık yürütme ve safsata. peki bu mantıkla gidelim; peygamberin ve islam'ın en büyük düşmanlarından biri ebu süfyan'dı ama bu adam daha sonra islam ile şereflendi.

peki şimdi " islam'a bu kadar nefretle bakan bir adam bile iman ettiyse o zaman ben kesinlikle iman etmeliyim" demeli miyim? veya hz.hamza'yı öldüren vahşi bile iman ettiyse islam kesinlikle doğru dindir desem..

ayrıca ebu talip islamiyetin henüz yeni yeni yayıldığı yıllarda yani ilk vahiyden 9 yıl sonra 619 yılında vefat etti. ki onun vefatından 3 yıl önce yani 616 yılında bile müslüman sayısı henüz 40-50 kişiydi. yani demek istediğim işin ciddiyetini henüz kavramamış olabilir o yillar.

mantıksal olarak her ne kadar yanlış olsa da bu tür karar verilmesi zor meselelerde psikolojik olarak çevremizden etkileniriz.o yüzdendir ki tabulara zıt kararlar almada ilklerden olmak zor iştir

ali gibi, hatice gibi, ebubekir gibi, zeyd gibi..

iddia 3:tebbet suresinde ebu leheb'in ateşe yani cehenneme gideceği söylenir ve ebu leheb muhammed'in öz amcası. merhametli olması ile tanınan bir insan amcası için nasıl bu kadar zalim olabilir?

bu iddiada ateist arkadaş farkında olmadan aslında güzel bir noktaya parmak basıyor. kabileleri, ataları, aile bağları ile övünen bir cahiliye toplumu var ortada. eğer hz.muhammed sahtekar biri olsaydı öz amcasını cehennem ile kötülemek yerine tam tersine ona iyi davranır, bir şeyler teklif edip kendi tarafına çekerdi.

kendi kabilesinin de desteğini aldığı anda işi daha da kolaylaşırdı. ama bunu yapmaması ve hatta "amcam olsan bile allah'a iman etmedikçe kurtuluşun yok" mesajını vermesi samimiyetin göstergesidir.

İNSTAGRAM: yek1k_
TWİTTER: yek_1_

Yorumlar

Popüler Yayınlar