YEK1-PDF (2.BÖLÜM)
İÇİNDEKİLER
1. ONLARI YAKALADIĞINIZ YERDE ÖLDÜRÜN-BAKARA 191
2. MÜŞRİKLERİ BULDUĞUNUZ YERDE ÖLDÜRÜN-TEVBE 5
3. GÖRÜNMEZ AYETLER
4. HZ.İSA-HORUS İDDİASI
5. ALLAH NEDEN İBADET ETMEMİZİ İSTİYOR
6. 3999 VE 4000 DİN ARASINDAKİ FARK
7. DİNE BAĞLILIK VE DOĞRULUK
8. BENİ KURAYZA KABİLESİ
9. SAVAŞLARIN NEDENİ DİNLER Mİ?
10. CEHENNEMLİK İNSAN YARATMAK
11. AHLAK NEREDEN GELİR
12. NEDEN FAKİRLER DE ORUÇ TUTUYOR
13. İSRAİLOĞULLARI ÜSTÜN IRK MI
14. İYİ ATEİST SONSUZ CEHENNEM
15. AHZAP 53 İDDİALARI!
16. UYKU İÇİN AYET UYDURDU?
17. HZ.MUHAMMED DİYE BİRİ YAŞADI MI?
18. İKİ KALPLİ YARATMADI
19. NEDEN ATEİSTSİN?
20. PEYGAMBERLER ARASI FARK
BLOG SİTESİ: https://yek1blog.blogspot.com/
İNSTAGRAM: 111YEK111
ONLARI YAKALADIĞINIZ YERDE ÖLDÜRÜN-BAKARA 191
iddia: onları nerede yakalarsanız öldürün ayeti islamın vahşet dini olduğunu gösterir.
Öncelikle bişeyden bahsetmek istiyorum: Kur’an-ı Kerim ayetlerini indiği bağlamdan, zamandan ve zeminden ayrı okuyamazsınız. Eğer bunlardan ayrı okursanız, elinizde kuru bir metin kalmış olur. Dolayısıyla, istediğiniz her türlü anlamı metne yükleyebilirsiniz. Bu bağlamda, ayetlerin nüzul sebebini bilmek, indiği zamanı ve zemini bilmek, amacını bilmek çok büyük önem arz ediyor. peki bu ayet hangi olay için indi?
Dikkat ederseniz ayette bir fitneden bahsediliyor peki nedir bu fitne?
Fitne: Bu âyette: hak dinden döndürmek için işkence etmek mânasınadır. Bu yüzden ayette "fitne adam öldürmekten daha kötüdür" der. Bu âyet, böyle bir işkencenin, hürmetli aylara riayet edip etmemeden daha mühim olduğu gerekçesiyle, işkenceyi durdurmak için savaş ilanına izin vermiştir.
Bakara Suresi’nin bu konuyu anlatmaya başladığı yerlere bakarsanız çok iyi bir şekilde görürsünüz ki, kafirler savaş başlatmış ve Müslümanlar bu durumda nefis-i müdafaa yapıyor. Bu durumda, nefis-i müdafaayı kabul etmeyecek yoktur herhalde. Zaten ayetlerin iniş sebebinde bu anlaşılıyor. Yani Müslümanlar saldırı değil savunma durumundalar.
Mekke müşrikleri, ashabdan bazılarına hürmetli aylarda işkence etmişler, onlar da dayanıp şehid olmuşlardı.
Ayrıca iddia sahipleri bakara 193 ayetindeki "din yalnız Allah'ın oluncaya kadar savaşın" kısmını da bağlamdan kopararak önümüze sunarlar;
Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vaz geçerlerse, düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.(bakara 193)
Peki fitne neydi? İşkence ve adam öldürme! Ayette açıkça bu eziyetler bitinceye ve huzur sağlanıncaya kadar Allah yolunda savaşın deniliyor.
Bir de ayetin bir öncesine bakalım;
Bakara 190: Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.
Bu ayette olayın bir nefsi müdafaa olduğu açıktır. Ayrıca böyle bir fitne yani zulüm olduğu sürece Müslümanların buna karşı durması en doğal hakklarıdır. Örneğin Filistinde annesi öldürülen çocuğun elindeki taş ile tanklara karşı durması yada Arakan'daki gencin silahlanıp ailesini koruması en doğal hakkıdır. Zulme uğrayan kim olursa olsun zalime karşı savaşmak en doğal hakkıdır.
İnsan başkasına haksızlık yapmaktan sakınacağı gibi, başkalarını haksızlık yapmaktan da alıkoymağa çalışmalıdır; bu bir görevdir. Şu var ki, kendimize yahut bir başkasına yapılan haksızlığı giderme konusunda bazı İslamî ölçüler vardır; bunlara uyulması gerekir.
Mesela, bir kötülük, bir haksızlık görüldüğünde onun el ile, olmazsa dil ile önlenmesi, o da olmazsa kalben o işe karşı olmakla mukabele edilmesi Peygamberimiz (asv)'ın bir emridir.
Ayrıca "sizle savasmadıkça siz de onlarla savaşmayın" ve " aşırı gitmeyin" şeklinde Müslümanları uyarıyor ayet. Çünkü islamda savaşın da bir şerefi vardır.
Ayetleri toplu bir şekilde incelediğimizde gayet doğal bir savunmadan bahsettiğini görüyoruz.
MÜŞRİKLERİ BULDUĞUNUZ YERDE ÖLDÜRÜN-TEVBE 5
Kur'an'ın en sert ayeti diyebiliriz🙂ayetin baş kısmını okuyup wooow deyip gözbebekleri büyüyen arkadaşlar önce bi sakin olsun.. hadi başlayalım👉
Öncelikle hemen sonraki iki ayete bakalım;
Tevbe Suresi 6-7. ayetler:
6.Eğer Allah'a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah'ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir
7.Allah'a ortak koşanların Allah katında ve Resûlü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız başkadır. Bunlar size karşı dürüst davrandığı sürece, siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah kendine karşı gelmekten sakınanları sever.
Önceki ayete de bakalım;
Tevbe4:Ancak Allah'a ortak koşanlardan, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiç kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.
Diğer ayetlere ve özellikle ilk ayete bakınca ortada bir anlaşma olduğu ve müşriklerden bir grup bu anlaşmayı bozması üzerine bir savaş çıkıyor.
Tevbe1:Allah ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere kesin bir uyarıdır.
Ayetlerden anlaşıldığı üzere; müşrikler ve Müslümanlar arasında daha önce bir antlaşma yapılmış. Ve müşriklerden bir kısmının bu antlaşmayı bozması üzerine savaş çıkmış.Ayette sadece antlasmaya uymayıp savaş çıkaranlar ile savasılması gerektiğini ve savaşta yine aşırıya gitmemek hatta savaştıklarından dolayı karşı taraf pişman olur/vazgeçerse artık onlara karşı gelmememiz gerektiğinden bahsediyor. Ayrıca karşı tarafta birisi pişman olup güvence isterse de onu kabul edin ve yardım edin(Güvenli gördüğü yere kadar götür.) diyor.
Anlayacağınız üzere Kur’an’ın, kimseye karışmayan ve fesat/bozgunculuk çıkarmayan bir kişiye karşı hiçbir ayeti yoktur. İster inansın, ister inanmasın; bozgunculuk/fesat çıkarmayan kişilere hiçbir şey yapılamaz!
Ayrıca bu ayette özellikle "müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün" kısmı üzerinde durmak istiyorum. Gördüğünüz üzere bu ayetler bir savaş döneminden bahseder. Soğuk savaş yada sıcak savaş farketmez. Ve bir savaş ayetini normal günlük ayeti gibi yorumlayamazsınız. Bu yüzden bir savaş ayetinde bu tür sert bir söz yada bakara 191 deki "onları yakaladığınız yerde öldürün" tarzı sözler geçebilir.
Örneğin; İstanbul savaşı sırasında Fatih sultan Mehmet "bütün Bizans askerlerini kılıçtan geçirin" diye bağırarak orduyu cesaretlendirse bu gayet doğal biseydir. Çünkü ortada bir savaş var ve bu bir savaş tabiri. Ama bunu günlük hayatta kullanmayız. Yada örneğin Mustafa Kemal'in " size yaşamayı değil ölmeyi emrediyorum" şeklinde bir sözü var. Bu söz savaş esnasında söylenmiş bir söz. Bu söze bakıp da kimse kendi kafasına sıkmaz herhalde demi? Bu sözde ne kastediligi açıktır. İşte bu açıdan baktığımızda aslında bu ayetlerin o durum için gayet normal bir söz olduğu ortadadır. Bu ayete bakıp inançsız komşusunu öldüren bir Müslüman bulamazsın değil mi?
Ayrıca ilgili ayetin devamında onları kuşatın, yakalayın,esir alın veya gözaltında tutun tarzı şeyler de her savaşta görülebilen bir uygulamadır.Hatta ayetin sonunda hiçbir savaşta göremeyeceginiz bir merhamet var. Eğer pişman olup tövbe ederlerse yani artık Müslüman olup namazlarını kılarsalar onları serbest bırakın.Müslümanlar suç işlemiş gözaltında tutulan birini serbest bırakmak zorunda değil ki gayet haklı bir sebeble gözaltında ama pişman olması bile onu kurtarıyor. İste burda da çok açıkça görüyoruz ki cihadın niyeti öldürmek değil yaşatmak ve huzuru sağlamaktır.
GÖRÜNMEZ AYETLER
Hac Suresi 39. ayet – Kendilerine savaş açılanlara savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğratıldılar. Allah onlara yardıma elbette kadirdir.
Mumtehine Suresi 8. ayet – Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmeden, onlara adaletli davranmaktan men etmez! Allah, adaleti ayakta tutanları sever.
Şura Suresi 40. ayet – Bir kötülüğün cezası, tıpkısı bir kötülüktür. Fakat affedip barışmayı esas alanın ücretini bizzat Allah verir. O, zalimleri hiç sevmez.
Şura Suresi 41. ayet – Zulme uğratılışı ardından kendini savunana gelince, böyleleri aleyhine yol aranmaz.
Şura Suresi 42. ayet – Aleyhine yol aranacak olan şu kişilerdir ki, insanlara zulmederler ve yeryüzünde haksız yere saldırılarda bulunurlar, taşkınlıklar sergilenler. İşte böyleleri için acıklı bir azap vardır.
İsra Suresi 33. ayet – Allah’ın saygıya layık kıldığı cana haklı bir sebep yokken kıymayın. Kim haksızlıkla öldürülürse, onun velisine yetki/söz hakkı vermişizdir. Ama o da öldürmede sınır tanımazlık etmesin. Çünkü kendisine yardım edilmiştir.
Nahl Suresi 126. ayet – Eğer ceza ile karşılık verecekseniz, ancak size yapılan kötülüğün türü ve miktarı ile karşılık verin. Eğer sabrederseniz, elbette ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
Maide Suresi 8. ayet – Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetenler olun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin! Adaletli olun. Bu korunup sakınanlar için daha uygundur.
Fussilet Suresi 34. ayet – Güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz! Kötülüğü, en güzel tavırla sav! O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sımsıcak bir dost gibi oluvermiştir.
Enfal Suresi 61. ayet – Eğer barışa eğilim gösterirlerse sen de buna yanaş ve Allah’a tevekkül et. Çünkü O, en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir.
Bakara Suresi, 193. ayet: (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.
Nisa Suresi, 90. ayet: Ancak sizinle aralarında andlaşma bulunan bir kavme sığınanlar ya da hem sizinle, hem kendi kavimleriyle savaşmak (istemeyip bun)dan göğüslerini sıkıntı basıp size gelenler (dokunulmazdır.) Allah dileseydi, onları üstünüze saldırtır, böylece sizinle çarpışırlardı. Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle savaşmaz ve barış (şartların)ı size bırakırlarsa, artık Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır.
Hucurat Suresi, 9. ayet: Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.
Bakara Suresi, 190. ayet: Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.
Nisa Suresi, 75. ayet: Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?
Bakara Suresi, 191. ayet: Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir.
Bakara Suresi, 192. ayet: Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir.
Tevbe13:Yeminlerini bozan bir kavimle savaşmayacak mısınız? Ve (onlar) resûlü (yurdundan) çıkarmaya kalkıştılar (karar verdiler) ve sizinle (savaşa) ilk defa başlayanlar onlardır. Onlardan korkuyor musunuz? (Halbuki) Allah, şâyet mü’minlerseniz, O’ndan korkmanız için daha çok hak sahibidir.
Fussilet 34:İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.
Yunus99:Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?
Bakara256:Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
HZ.İSA-HORUS İDDİASI
iddia: Hz.isa diye biri hiç yaşamadı, hikayesi de Antik Mısır mitolojisindeki Gök tanrısı Horus'tan kopyalanmış.
Araştırma yoksunu her ateist/deist vb. sitede bu iddiaya rastlayabilirsiniz. Yalan ve iftiralar ile beslenen bizim zavallı hikaye sever ateistler hikaye uydurmaktan bıkmazlar.
Maalesef birçok yalandan bir tanesi olan "isa-horus" iddiası da ateist sitelerin birbirinden kopyala-yapıştır yapması ile internet ortamına yayıldı!
Sırayla cevaplara geçelim!👉
Yalan 1: "ikisinin de annesi bakire"
Horus'un annesi bakire değildir. Horus'un babası Osiris, Seth tarafından öldürülmüştür.Mitolojiye göre Horus'un annesi Isis, büyü yaparak Osiris'i yani kocasını hayata döndürmüştür. Ve Horus anne ve babasının cinsel birlikteliği sonucu doğmuştur.
Yalan 2: "ikisi de 25 aralıkta doğdu"
Horus, 25 Aralık'ta doğmamıştır. Horus; modern veya antik takvimlerde aralık'a bile denk gelmeyen, Antik Mısır Takvimi'ndeki Tamamlayıcı Günler'in (epagomenal days) 5.'sinde doğmuştur. Bu da 24-28 Ağustos'a denk gelir.
Başka kaynaklara göre ise Horus'un doğumu "khoiak" sezonunda kutlanırdı. Bu da ekim, Kasım aylarına denk gelir. Kısaca Horus'un doğumunun Aralık ayı ile alakası yok!
Kaldı ki Hz. İsa'nın 25 Aralık'ta doğduğu da sonradan kabul edilen bir şeydir ve İncil'de de geçmez! Hatta farklı Hristiyan kültürlerinde farklı günlerde kutlanılabilmektedir. Aynı şekilde hz.İsa'nın doğum tarihi İslam kaynaklarında da geçmez!
Yalan 3: "ikisine de 3 bilge adam geldi"
Hiçbir kaynakta Horus'a dair Şark Yıldızı ve üç bilge adam/üç kral iddiasıyla ilgili kanıt yoktur.
İncil, İsa'yı ziyarete gelenin "üç bilge adam" olduğunu söylemez.Hatta Gelen adamların sayısını da söylemez.
Yalan 4: "ikisi de zulümden kaçmak için Mısıra götürüldü"
Yalan 5: "ikisi de çocuk yaşta tapınakta eğitim gördü"
Bu iki yalan için araştırmaya bile değmez! Bir an bu iki iddianın dogru olduğunu kabul edelim;🙂
Düşünsenize bizim zeki ateist farklı zamanlarda İstanbul'u fetheden iki komutanın hikayesinin kopya olduğunu iddia ediyor
Yada küçük yaşta Kur'an kursuna giden iki kişinin hikayenin kopya olduğunu iddia ediyor. Büyük benzerlik doğrusu👏
Bu kafayla bu yaşa kadar yaşamanız bile tıp tarihinde mucize!
Yalan 6: "ikisi de 30 yaşında vaftiz edildi"
Bırakın Horus'un vaftiz edilmesini, Horus' un hayatında "Anup" isimli birinin olduğu bile kaynaklarda geçmez!
Yalan 7: "ikisinin de 12 havarisi var"
Horus'un 12 havarisi yoktur. 4 tane yarı ilâhi havarisi vardır. Bunlara "heru-shemsu (Horus'un takipçileri)" denilmiştir ve bunun yanında 16 tane de insan havarisi vardır.
Ayrıca Horus'un, ona bazı savaşlarda yardım eden ve sayısı tam olarak bilinmeyen "Mesniu" isimli takipçileri de vardır.
Yalan 8: "ikisi de mucize gösterdi, su üstünde yürüdü"
Yalan 9: "ikisi de ölü diriltti"
Mitolojide Tanrı olarak betimlendiği için Horus'un mucizeler göstermesi de normaldir. Ancak ölüleri dirilttiği veya suda yürüdüğü de hiçbir kaynakta geçmez.
Mitolojide ölü dirilten Horus'un annesi İsis'tir. Horus, Asar'ı (Lazarus'u) diriltmedi. Osirus, Mısırlılardaki Asar'ın Yunan dilindeki karşılığıdır. Osirus, Horus'un babasıydı ve efsaneye göre Seth, onu öldürdü.
Isis, Horus'a gebe kalmak için Osirus'u (Lazarus) diriltti. Yani Lazarus'u dirilten de Horus değildir bu zaten imkânsızdır.
Yalan 10: "ikisine de aynı sıfatlar verildi"
Horus mitolojik bir Tanrı olduğu için illaki bir takım sıfatlar verilir.Horus'un sıfatları: “Büyük Tanrı”, “Güçler Şefi”, “Cennetin Efendisi” ve “Baba'nın İntikamı” . Hz. İsa sıfatları: Mesih, iyi çoban, kutsal oğul.
Kısaca verilen sıfatları birbiri ile alakası bile yok. Ki lider birine verilen sıfatlar kısıtlı olduğu için tarihte aynı sıfat ile anılan birçok lider bulabiliriz.
Ayrıca hz.Isa'ya verilen sıfatları İslam kabul etmez. İslam dinine göre hz. İsa sadece Allah'ın peygamberidir.
Yalan 11: "ikisi de çarmıha gerildi, öldü tekrar dirildi"
Horus zamanında(mö.3000) çarmıh diye birşey yoktu! Çarmıh ılk defa Büyük İskender(mö.336-323) tarafından kullanılan bir işkence yöntemidir!
Ayrıca Mitoloji'ye göre Horus, asla ölmemiştir. Güneş Tanrısı Ra ile birleşmiştir ama ölmemiştir.
Dolayısıyla çarmıha da gerilmemiştir, hiçbir yere gömülmemiştir ve 3 gün sonra da dirilmemiştir. Sadece her gün bitiminde "öldüğü" ve gün doğarken dirildiği söylenir mitolojiye göre!
Kaynak:
http://coldcasechristianity.com/2017/is-jesus-simply-a-retelling-of-the-horus-myth/
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Horus
https://incil.info
https://www.quora.com/Was-the-Egyptian-God-Horus-born-on-the-25th-of-December-What-about-other-Gods-compared-with-Jesus-in-Zeitgeist-Is-Zeitgeist-based-on-lies-or-facts-What-do-you-think-and-what-do-you-know-about-it
http://www.gotquestions.org/Jesus-myth.html
https://strangenotions.com/horus-manure/
http://skepticproject.com/articles/zeitgeist/part-one/#horus
http://www.hristiyanforum.com/forum/showthread.php?t=337689
ALLAH NEDEN İBADET ETMEMİZİ İSTİYOR
Ahlâk temeli konusunu işleyen iki tane gönderi paylaştık. Her ikisinde de "dinsiz ahlâk mümkün müdür, ahlâk nedir" gibi konuları ele aldık. O gönderileri okumayan kaldıysa okumasını tavsiye ediyorum. Şimdi cevaba başlayalım.
Sınava hazırlanan öğrencilere şu tarz bir şeyin önerildiğini görmüşsünüzdür, "bir kağıda şunları şunları yaz masana yapıştır" vs. Böylece o öğrenci, motive edici hatırlatıcı notları gördükçe kendisini derslerine daha çok verecektir.
Allah birtakım emirleri ve yasakları, helalleri ve haramları bize bildirdikten sonra hiçbir ibadet istemeseydi, zamanla onları unutacaktık. Çünkü insan, diğer hayvanlar gibi hayatta kalmaya odaklıdır aslında. Bu hayvanî motivasyon içinde ahlâkî kuralları ihmal edebilmekteyiz. Örneğin yalan söylemenin günah olduğunu bilmemize rağmen kimi zaman yalan söylüyoruz.
Zina yapmanın günah olduğunu bilmemize rağmen gerek cinsel birleşme gerek göz zinası gibi zinanın her çeşidine bulaşabiliyoruz. Üstelik de bunları ibadetin farz olduğu bir dinin mensupları olarak yapabiliyoruz.
Oysa ki ibadetler bize Allah'ın rızasını ve emirlerini hatırlamalı, ve hatırlatır da. Hiçbir ibadeti yapmayan bir insan mı nefsanî arzularına daha kolay kulak verir, yoksa günde 5 vakit namazını ve duasını ihmal etmeyen bir kul mu?
Örneğin İslâm dini zinayı yasaklamıştır. Namazlarını kılmayan ve Allah'ın karşısındaki acizliğini ve ahireti unutan bir insan, zinaya daha kolay yönelecektir. Elbette ki toplum düzenini bozan ve Allah'ın sevmediği ahlâksız bir davranış olan zinadan uzak durmak, günde 5 kere Allah'ı hatırlayan ve ona secde eden biri için daha kolaydır.
Kul hakkı yeme, yalan söyleme, adaletli ol, zinaya yaklaşma diyen Yüce Allah'ı her zikrettiğimizde onun emirlerini de hatırlarız. Bu da insanı, makro ölçekte ise toplumu düzene getirmek demektir.
Sonuç olarak Allah, kibirli olduğu veya haşa ihtiyaç duyduğu için değil, kendisini hatırlayarak dinî atmosferde kalmamızı ve onun rızası yolunda yürümemizi istemektedir.
3999 VE 4000 DİN ARASINDAKİ FARK
iddia: “Birçok din var ve İslam da bunlardan sadece bir tanesi. Dinsiz birisi 4000 dini reddederken Müslüman birisi de 3999 dini reddediyor.” yani aramızda çok da bir fark yok.
Not:Öncelikle bu paylaşımda İslâm dininin diğer dinlerden üstünlüğüne değil, bu iddianın mantıktan ne kadar yoksun olduğuna değinecez.
Not 2: İddianın asıl sahibi günümüz ünlü ateistlerinden Richard Dawkins.
ilk bakışta mantıklı gelse de aslında en absürd iddialardan biri olduğunu baştan söyleyeyim.
&&&&&&&&&
Bu iddiada "1" tane farkın sanki bir şey ifade etmediğini ima ederler.
"Oysa buradaki fark zaten sahip olunan şeylerin farkı değil. Bir şeye sahip olmak ve olmamanın farkıdır!"
Bir dine inanmakla hiç inanamamak arasında felsefî olarak uçurum vardır. Oradaki fark 1 gibi durur ama kıyas durumunda olamaz.
Örnegin bu iddia; annesi ölmüş birinin yanına gidip "üzülme aslında benim ile senin aranda pek bir fark yok sadece benim senden 1 tane fazla annem var" demek kadar saçmadır.
&&&&&&&
Oysa hayatımızda bir anne olması ve olmaması arasında korkunç bir fark var.
Yada çocuğu olmayan bir çiftin yanına gidip "aslında bizim sizden sadece 1 tane fazla çocuğumuz var" demek gibi. Çocuk hasretiyle tutuşan o karı koca herhalde bu söz karşısında kafayı yerdi
2) Ayrıca burdaki bir diğer hata "bütün dinleri aynı seviyede" görmektir. Oysa dinler arasında mantıki ve felsefi açıdan da büyük farklar var.
Örneğin; Prens Philip Mountbatten'i Tanrı kabul eden Yaohnanen inancını, İslam ile bir tutmak için ileri derece ..... olmak lazım😊
&&&&&&&
Buna bir örnek vermek gerekirse;
Örnegin; Evrenin doğumu nasıl oldu sorusuna "bence Evren salçalı ekmekten çıkmış" diyerek bu fikrini Bigbang teorisi ile bir tutmak..
Bigbang'i salçalı ekmek ile bir tutmak nasıl bir akıl tutulması ise İslam ve Yaohnanen inancını da aynı kategoriye sokmak aynı seviyede bir akıl tutulmasıdır!
Sonuç olarak, burada önemli olan kaç tane fikrin reddedildiği değil, hangisinin daha sağlam, akılcı bir temele dayandığıdır.
DİNE BAĞLILIK VE DOĞRULUK
Biliyor musun sayın Müslüman bir Cain de senin İslâm'a bağlı olduğun gibi Cainizm dinine bağlı! Yada biliyor musun bir Sih de senin gibi sihizm dinine sadık ve o da tek dogru yolun kendi yolu olduğunu düşünüyor? Yada biliyor musun? Sen Allah yolunda ölümü göze aldığın gibi bir Budist de Siddhartha Gautama için ölümü göze alıyor? Biliyor musun bir Kaodaiist de Kaodaizm dinine kalpten inanıyor ve seviyor? Peki şimdi söyle bakalım hangisi din doğru?
Evet, daha önce nonteist(ateist,deist,agnostik vb..) kişilerden bu ve bunlara benzer cümleler duymuş olabilirsiniz. Kafaya şüphe tohumu ekmek amacı ile ortaya çıkan bu cümlelerdeki mantık hatasına değinecez.
Not: bu paylaşımda neden İslâm dinini seçtin kısmına değil sadece kullanılan mantığın neden hatalı olduğuna değinecez.
Aslında mantık hatası bariz ortadadır; "birşeyin doğruluğu ona olan bağlılık ile ölçülemez". "Neden musevilik dogru dindir", sorusunun cevabı "çünkü ben Museviliği çok seviyorum ve bu dine çok bağlıyım" olamaz. Aynı şekilde bir dine inanan kişi sayısına yada o dinin artış oranına da bakılarak doğru din olduğu sonucuna varılamaz. Yada her teist bireyin dinine delicesine bağlı olmasına bakıp da dinlerin hepsi yalanlanamaz.
Birşeyi delicesine sevmenin, ona sadık olmanın neden doğruluk için bisey ifade etmediğine bikaç örnek ile değinelim;
Örneğin bir silahlı terör grubuna bağlı kişi de savunduğu görüşe delicesine bağlı olabilir. Peki bu davasına sadık olması, o dava uğruna ölmesi onun dogru olduğunu mu gösterir? Yada uyuşturucu çetesi üyeleri de mesleğini yada görev arkadaşlarını çok sevebilir.
Hatta bir hırsız için "en iyi kişi, en sevdiği kişi" ona en çok faydası olan tecrübeli bir hırsız arkadaştır! Peki iki hırsızın birbirini yada soygunu sevmesi yaptıklarının dogru olduğunu gösterir mi?
Evet, para için değil de zevk için ,heyecan için hırsızlık yapanlar da var!
Yada dünyaca ünlü şizofren seri katilleri bilirsiniz, örneğin Elizabeth Bathory namı diğer "kanlı kontes". Örneğin bu kadın 612 bakire kızı kaçırtıp, bu kızlara tepesinden asılı bir kafeste, işkence çektirmiş; kafesten akan kanlarla ise duş almıştır. Ve bundan zevk alıyordu, işini de gayet titizlikle yapar ve mesleğine de sadıktır. Peki bu bağlılık ve sadakat dogru bisey yaptığını kanıtlar mı?
Sonuç olarak verdiğimiz örneklerden de yola çıkarak bir gruba, idolojiye, partiye, takıma, çeteye olan bağlılık o grubun doğruluğunu kanıtlamadığı gibi bir dine olan bağlılık da o dinin doğruluğunu kanıtlamaz. O yüzden nonteist(ateist,deist,agnostik vb.) kişinin bu şekilde tartışmaya girmesi hatalı bir yaklaşımdır.
BENİ KURAYZA KABİLESİ
iddia: İslâm ordusu savaş olmamasına haksız yere Kurayza kabilesinin erkeklerini öldürdü ve çocuk ile kadınlarını da esir olarak aldı.
Çoğu ateistin peygamber dönemi ile ilgili olarak bildiği tek tarihi bilgi budur belki de! Olayın arka planına bakmadan ateist sayfa ve sitelerden öğrendikleri bir olayı çarpıtarak bize sunarlar. Peki olayın aslı nedir bakalım👉
Hicretin 5. senesi. (Milâdî 627) Benî Kurayza Yahudilerinin Peygamberimiz olan anlaşmalarına göre, Hendek savaşında düşman tarafından sarılan Medine'yi Müslümanlarla elele vererek korumaları gerekiyordu. Fakat, bunu yapmadılar Müslümanlara ihanet ettiler Üstelik anlaşma hükümlerini hiçe sayarak müşrikler ile bir olup Müslümanlara karşı savaştılar.
Peygamberimizin barış için gönderdiği heyete hakarette bulundular ve,"Resûlullah da kim oluyormuş? Muhammed'le aramızda ne ahid vardır, ne de akid." dediler. Hattâ daha da ileri giderek Peygamberimiz için küstahça sözler, küfürler bile sarfettiler.
Bununla da yetinmediler. Medine üzerine baskınlar düzenleyerek, Müslüman âile ve çocukları kılıçtan geçirme teşebbüsüne bile kalkıştılar. Hendek savaşında 10 bini bulan düşman ordusu büyük bir hezimete uğrayarak geri çekilmişti. Harpte müşrikler yanında yer alan Kurayzaoğulları da hayal kırıklığı içinde Medine'ye iki saatlik mesafede bulunan sağlam kalelerine çekilmişlerdi. İslam ordusu savaştan hemen sonra bu hainlerin üstüne yürüdü!
Ordudan önce yola çıkarılmış olan Hz. Ali, Kurayzaoğulları kalelerine yaklaşarak, sancağı kalenin dibine dikti. Kurayza kabilesi kaleye sığınmış ve yaptıkları hainlikten hiç te pişman değillerdi ki peygambere küfür ve hakaret etmeye devam ediyorlardı. Hatta hz.Ali geri dönüp peygambere kaleye çok yaklaşmamasını önermişti çünkü peygamber küfürleri duyar ve üzülür diye düşünecek kadar güzel kalpliydi hz.Ali!!
Daha sonra karşılıklı ok atışları ile savaş başladı. Kabile teslim olmaya niyetleri yoktu hatta müsrikler yardım haberi gelince daha da sürdürmeye devam ettirdiler savaşı. Oysa ki müşrikler de onları kandırmıştı yardım göndermediler. Kurayza kabilesinin reislerinden biri olan Ka'b bin Esed onlara hz.Muhammed'in Tevratta anlatılan peygamber olduğunu ve peygamberligini kabul etmelerini için çağrıda bulunuyordu. Ama kabile kibirlerine yenik düşüp bunu kabul etmedi ve savaşa devam etti! Hatta Tevratta kutsal gün olan cumartesi gününde bile Müslümanları gafil avlamak için savaştılar. Çünkü Müslümanlar onların Cumartesi günü savaşmalarını beklemediği için kabileye saldırmadı o gün ama onlar kendi inanç değerlerini bile cigneyecek kadar ihanet içindeydiler.
Benî Kurayza Yahudileri, yirmi beş gece süren savaştan sonra, başka çare kalmadığını anlayarak teslim olmayı kabul ettiler. Haklarında hüküm vermek üzere de Peygamberimizden bir hakem tayin edilmesini istediler. Peygamberimiz,
"Ashabımdan istediğinizi hakem olarak seçiniz." buyurdu. Kurayzaoğulları,
"Biz, Sa'd bin Muaz'ın vereceği hükme göre teslim oluruz." dediler.
Peygamber; "Ey Sa'd! Bunlar, senin hükmüne göre teslim olmayı kabul ettiler. Haydi, onlar hakkındaki hükmünü bana açıkla.
O ara Sad'ın vereceği kararı her iki taraf kabul edeceğine dair söz verdi. Sad bütün yaptıkları ihanetleri gözden geçirerek savaşa katılan erkeklerin öldürülmesini emretti.
Bu emir aynı zamanda Tevrata da uygundu. Kurayza kabilesi Tevrata da uygun olan bu hükme boyun eğdiler.
Bu arada birkaç kişi de affa uğradı. Bunlar, daha önce Müslümanlara bazı iyiliklerde bulunmuşlardı. İyilik gören sahabîler, onların affını isteyince, Resûl-i Ekrem de onları affetti.
Evet ortada bir savaş var büyük bir ihanet var! Ve ihanetin cezası dünya üzerindeki çoğu yasaya göre ölümdür! Rivayetlere göre 400 yada 900 kişi denilse de öldürülen kişi sayısı tam olarak belli değil.
Şimdi söyleyin bakalım; Müslümanlar haksız yere mi kabileyi öldürdü? Önce antlaşma yaptığın Müslümanlara ihanet edecek onlara yardım etmeyeceksin hatta daha da ileri gidip düşmana yardım edeceksin, daha sonra da bundan pişman olmayıp Müslümanlara ve liderine küfürler edeceksin! O da yetmez Medine'de emniyetsiz kalan Müslüman eşleri ve çocuklarını öldürmeye kalkışacaksın! Kesinlikle ortada affedilmeyecek bir ihanet var! Ki Müslümanlar gayet haklı bir sebeple savaştılar.
”Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.” [Mümtehine Suresi, 8]
”Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü’minlere, savaşma) izni verildi…”(Hac Suresi, 39)
iddia: İslâm ordusu savaş olmamasına haksız yere Kurayza kabilesinin erkeklerini öldürdü ve çocuk ile kadınlarını da esir olarak aldı.
Çoğu ateistin peygamber dönemi ile ilgili olarak bildiği tek tarihi bilgi budur belki de! Olayın arka planına bakmadan ateist sayfa ve sitelerden öğrendikleri bir olayı çarpıtarak bize sunarlar. Peki olayın aslı nedir bakalım👉
Hicretin 5. senesi. (Milâdî 627) Benî Kurayza Yahudilerinin Peygamberimiz olan anlaşmalarına göre, Hendek savaşında düşman tarafından sarılan Medine'yi Müslümanlarla elele vererek korumaları gerekiyordu. Fakat, bunu yapmadılar Müslümanlara ihanet ettiler Üstelik anlaşma hükümlerini hiçe sayarak müşrikler ile bir olup Müslümanlara karşı savaştılar.
Peygamberimizin barış için gönderdiği heyete hakarette bulundular ve,"Resûlullah da kim oluyormuş? Muhammed'le aramızda ne ahid vardır, ne de akid." dediler. Hattâ daha da ileri giderek Peygamberimiz için küstahça sözler, küfürler bile sarfettiler.
Bununla da yetinmediler. Medine üzerine baskınlar düzenleyerek, Müslüman âile ve çocukları kılıçtan geçirme teşebbüsüne bile kalkıştılar. Hendek savaşında 10 bini bulan düşman ordusu büyük bir hezimete uğrayarak geri çekilmişti. Harpte müşrikler yanında yer alan Kurayzaoğulları da hayal kırıklığı içinde Medine'ye iki saatlik mesafede bulunan sağlam kalelerine çekilmişlerdi. İslam ordusu savaştan hemen sonra bu hainlerin üstüne yürüdü!
Ordudan önce yola çıkarılmış olan Hz. Ali, Kurayzaoğulları kalelerine yaklaşarak, sancağı kalenin dibine dikti. Kurayza kabilesi kaleye sığınmış ve yaptıkları hainlikten hiç te pişman değillerdi ki peygambere küfür ve hakaret etmeye devam ediyorlardı. Hatta hz.Ali geri dönüp peygambere kaleye çok yaklaşmamasını önermişti çünkü peygamber küfürleri duyar ve üzülür diye düşünecek kadar güzel kalpliydi hz.Ali!!
Daha sonra karşılıklı ok atışları ile savaş başladı. Kabile teslim olmaya niyetleri yoktu hatta müsrikler yardım haberi gelince daha da sürdürmeye devam ettirdiler savaşı. Oysa ki müşrikler de onları kandırmıştı yardım göndermediler. Kurayza kabilesinin reislerinden biri olan Ka'b bin Esed onlara hz.Muhammed'in Tevratta anlatılan peygamber olduğunu ve peygamberligini kabul etmelerini için çağrıda bulunuyordu. Ama kabile kibirlerine yenik düşüp bunu kabul etmedi ve savaşa devam etti! Hatta Tevratta kutsal gün olan cumartesi gününde bile Müslümanları gafil avlamak için savaştılar. Çünkü Müslümanlar onların Cumartesi günü savaşmalarını beklemediği için kabileye saldırmadı o gün ama onlar kendi inanç değerlerini bile cigneyecek kadar ihanet içindeydiler.
Benî Kurayza Yahudileri, yirmi beş gece süren savaştan sonra, başka çare kalmadığını anlayarak teslim olmayı kabul ettiler. Haklarında hüküm vermek üzere de Peygamberimizden bir hakem tayin edilmesini istediler. Peygamberimiz,
"Ashabımdan istediğinizi hakem olarak seçiniz." buyurdu. Kurayzaoğulları,
"Biz, Sa'd bin Muaz'ın vereceği hükme göre teslim oluruz." dediler.
Peygamber; "Ey Sa'd! Bunlar, senin hükmüne göre teslim olmayı kabul ettiler. Haydi, onlar hakkındaki hükmünü bana açıkla.
O ara Sad'ın vereceği kararı her iki taraf kabul edeceğine dair söz verdi. Sad bütün yaptıkları ihanetleri gözden geçirerek savaşa katılan erkeklerin öldürülmesini emretti.
Bu emir aynı zamanda Tevrata da uygundu. Kurayza kabilesi Tevrata da uygun olan bu hükme boyun eğdiler.
Bu arada birkaç kişi de affa uğradı. Bunlar, daha önce Müslümanlara bazı iyiliklerde bulunmuşlardı. İyilik gören sahabîler, onların affını isteyince, Resûl-i Ekrem de onları affetti.
Evet ortada bir savaş var büyük bir ihanet var! Ve ihanetin cezası dünya üzerindeki çoğu yasaya göre ölümdür! Rivayetlere göre 400 yada 900 kişi denilse de öldürülen kişi sayısı tam olarak belli değil.
Şimdi söyleyin bakalım; Müslümanlar haksız yere mi kabileyi öldürdü? Önce antlaşma yaptığın Müslümanlara ihanet edecek onlara yardım etmeyeceksin hatta daha da ileri gidip düşmana yardım edeceksin, daha sonra da bundan pişman olmayıp Müslümanlara ve liderine küfürler edeceksin! O da yetmez Medine'de emniyetsiz kalan Müslüman eşleri ve çocuklarını öldürmeye kalkışacaksın! Kesinlikle ortada affedilmeyecek bir ihanet var! Ki Müslümanlar gayet haklı bir sebeple savaştılar.
”Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.” [Mümtehine Suresi, 8]
”Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü’minlere, savaşma) izni verildi…”(Hac Suresi, 39)
SAVAŞLARIN NEDENİ DİNLER Mİ
iddia: Dünyadaki en büyük savaşların, katliamların nedeni dinlerdir. Dinler olmasaydı daha huzurlu daha yaşanılabilir bir hayat olacaktı.
Bu iddiayı çoğu ateist site/sayfada görebilirsiniz. Bunu iddia edenler büyük ihtimalle bugünkü Ortadoğunun haline bakıp bu kanıya varıyorlar. Halbuki gerçek böyle değildir.Araştırma, öğrenme yeteneğinden yoksun olarak ortaya atılmış bu iddiaya araştırma verileri ile cevap vermek en iyisi olacak.Alan Axelrod ve Charles Phillips tarihteki bütün savaşların analizini yaparak "Encyclopedia of wars" yani "Savaş Ansiklopedisi" kitabını yazdılar. Analize göre 1763 savaş listelediler ve bu savaşların sadece 123 tanesi dini nedenlerden dolayı yapılmış.
Analize göre tüm savaşların yüzde 7'lik kısmı din savaşıdır ve tüm savaş ölümlerinin sadece yüzde 2'lik kısmı dini savaşlara aittir. Ayrıca bu 123 savaşın 66 tanesi dünyanın en büyük iki dini olan İslâm ve Hristiyanlık arasında yaşanmış.
Haçlı seferleri İslâm fetihleri, Fransız Din savaşları, reconquista, otuz yıl savaşları tarihte görülen din savaşlarına örnektir.
Gördüğünüz gibi dünyadaki savaşlar dinler yüzünden çıkmamış hatta tam tersine en büyük kitlesel katliamları Mao zedong, Josef stalin, Pol Pot, Kim ıl sung gibi dinsiz kişilerin yaptığı tarihi bir gerçektir! Bu katliamları ateizm adına yaptıklarını tabi iddia etmiyoruz ama ortada bunlar gibi gerçekler varken savaşlar dinler yüzünden çıkıyor demek de cahillikten başka birşey değildir.
Dünyadaki savaş nedenleri çoğunlukla; devletler arası menfaatler, ekonomik çıkarlar, siyasi çatışmalar, sömürgecilik gibi birçok sebepten dolayıdır.Ayrıca bir İslâm ülkesinin yaptığı her savaş din savaşı değildir. Kendi ülke menfaatleri yada liderlerin şahsi sorunundan dolayı da savaş çıkmış olabilir ve bu "din savaşı" kategorisine girmemeli..
Sonuç olarak; araştırma verilerinin ortaya koyduğu sonuca dayanarak bu iddianın çürük olduğu ve bilgisizce ortaya atıldığı bir gerçektir.
Kaynaklar:
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Din_savaşları
https://m.huffpost.com/us/entry/1400766
CEHENNEMLİK İNSAN YARATMAK
iddia: Allah bazı insanların seçimlerine göre cehennemi hakedeceğini biliyordu. Buna rağmen neden onların sonsuz cehenneme gitmelerini engellemek için yaratmaktan vazgeçmedi?
Bu soru müslüman, ateist farketmeksizin belki de en çok sorulan soruların başında geliyor diyebiliriz! Sorunun kökeninde, Allah’ın merhametli olması ile insanların cehenneme gitmesine izin vermesi arasında bir çelişki iddiası ortaya koyulmaya çalışılıyor! İnsanlar bu soruyu sorduğunda neredeyse verilen cevapların hepsi Kader bahsi ile ilgili. Yani verilen cevap, Allah’ın insanı zorlamadığı, insanın cehennemi kendisinin seçtiği ile ilgili.
Ancak insanlar bunu sormuyorlar. Allah’ın her şeye gücü yetiyorsa, neden cehenneme gidecekleri bildiği halde yarattı diye soruyorlar. O zaman "zaman" terimi ile başlayalım;
Hiç zaman üzerine düşündünüz mü bilmiyorum ama gerçekten çok enteresan bir fenomen. Biz zamanı, hayatı düzenlemek için kullanıyoruz ama esasında, zaman somut bir şey değil.Zaman felsefesi, felsefenin anlaşılması en karmaşık konularından biri.
Allah zamana tabii mi?
Günümüzde en geçerli bilimsel teori olan Big Bang teorisi bize, zamanın da bir başlangıcı olduğunu söylüyor.
Eğer maddenin ve zamanın bir başlangıcı varsa, bu, onların ezeli olamayacağını gösterir. Eğer madde ve zaman ezeli değilse, yaratıcı olan ezeli bir varlığın madde ve zamandan bağımsız olması gerekir.
Yaratıcı, nasıl kendi yarattığı mekanın içine sığdırılamazsa, kendi yarattığı zamanın da içine sığdırılamaz.
ABD’li astrofizikçi Hugh Ross konuya ilişkin şunu söylüyor:
“Zaman, olayların meydana geldiği boyut olduğuna göre, eğer madde, Big Bang’la ortaya çıkmışsa, o halde evreni ortaya çıkaran sebebin evrendeki zaman ve mekândan tümüyle bağımsız olması gerekir. Bu da bize Yaratıcı’nın evrendeki tüm boyutların üzerinde olduğunu göstermektedir.”
Allah için nedensellik ilkesi var mı?
Zamana tabi olmamanın doğal bir sonucu olarak, öncelik ve sonralık kavramlarının da Allah için kullanılamayacağını anlamamız zor değil. Yani, nedensellik bağı biz insanlar için geçerlidir, Allah için nedensellik ilkesi geçerli değildir."Her sonucun bir nedeni vardır."
Zira Allah, için öncelik ve sonralık kavramlarından bahsedemeyiz. O’nun yaratmayı dilemesi, yaratılanın cehenneme gideceğini bilmesi, yaratılanın hayata gelmesi, yaşaması, ölmesi ve cehenneme gitmesi bir zaman çizgisine tabii değil. Öyleyse, sorumuza geri dönecek olursak, Allah’ın cehennemlikleri önceden bildiği halde neden onları yarattı sorusu bu açıdan anlamsızlaşmaktadır.
Yani, bir nevi tüm bunlar aynı anda gerçekleşmiş olaylar gibidir. Anlaşılması için ‘aynı anda gerçekleşmiş gibidir’ diyorum zira Allah için ‘an‘ kavramından bile bahsetmek mümkün değil.Kısacası, Allah’ı, insanın plan yapması gibi düşünüp, ‘ben Murat’ı yaratmak istiyorum ama Murat kötü işler yapıp cehenneme gidecek, cehennemde acı çekecek, o halde ben Murat’ı yaratmaktan vazgeçiyorum‘ gibi bir kurgu içinde olması düşünülemez.
Bu da demek oluyor ki, Allah’ın bir insanı yaratması ve cehennemlik olması farklı zamanlarda, birbirinin peşi sıra gerçekleşen hadiseler değil ki, Allah cehenneme gidecek insanı yaratmaktan vazgeçsin.
Mutlak irade, neden-sonuç ilişkisi dahil, tüm gerekçe ve nedenlerden bağımsız, hiç bir şarta ve koşula tabi olmayan iradedir. Allah, bu irade ile, tüm varlığın ve insanın yaratılmasını murad etmiştir. Bu demek oluyor ki, Allah, yaratmasında, sonuçları değerlendirerek vazgeçme gibi bir eylemin içinde olamaz.
Belki insan olarak, ‘ben –haşa– tanrı olsam, birinin cehenneme gideceğini biliyorsam onu yaratmaktan vazgeçerdim, o insan boşa acı çekmezdi’ tarzında bir düşünce içine giriyoruz.
Yani burada, önce bir yaratmayı dileme, sonra da bu dilemeden vazgeçme gibi bir durum söz konusu. Bu durum, insan zihni için, normal bir zihinsel aktivite. Lakin Allah’ın eylemlerini buna benzetmemiz mümkün değil.
O bir şeyi murad edince, o şey gerçekleşir. Kararından dönme gibi bir durum Allah için söz konusu olamaz. Öyle bir şeyi zaten Allah baştan hiç murad etmez.
Ayrıca Allah diyelim ki, bir kişinin özgür iradesini yanlış yönde kullanacağını biliyordu ve bunu bildiği için o insanı yaratmaktan vazgeçti. Bu durumda, Allah, o insanın özgür iradesini kullanarak yaşamasını dilemesi ile ilgili kararının aksine bir karar vererek, o insanın özgür iradesini elinden almış olurdu.
Bir nevi, müdahale etmeyeceği özgür iradeye, ta başından, kökten müdahale etmiş olurdu.
Evet, o insanın iradesini kötü yönde kullanıp cehenneme gitmesi hoş bir şey değil, ancak yine de yarattığı iradeye saygısı gereği, o insanı yaratmaktan vazgeçmiyor. Eğer vazeçseydi, bu durumda Allah zorunlu olarak sadece cennetlikleri yaratmış olurdu ki, bu durumda özgür iradeli varlıklar yaratma iradesinin zıttına bir eylem içinde bulunmuş olurdu.
Ki zaten özgür iradesi olmayan hep iyi olanı yapan bir grup var ve biz onlara melek diyoruz! Kötülük olmasaydı insanın kötülüklere maruz kalması mümkün olmazdı ve kötülükler üzerinden insanın manevi olarak gelişmesi ve Allah’ı hatırlaması, yükselmesi de söz konusu olmazdı.
Aslında melek tarzı bir hayatta kötülük olmadığı için iyilikten de bahsedemeyiz, çünkü iyiliği anlamlı kılan kötülüğün varlığındır. Ve bu şekilde altın ve demir arasındaki farkın farkına varıyoruz!
Kötülük ve iyilik hayat kavramının yapıtaşları, kilitaşları gibidir. Özgür irade ile özgür birey olmak için kötülüğü de yapma irademiz olmalı, her zaman doğruyu olanı yapmamız yanlış olanı yapmamızdan kaynaklanıyorsa biz özgür değiliz demektir. Ve özgür irade olmayan hayat bir anlam, bir değer ifade etmez, dedim ya demir ve altın arasındaki fark yok olur!!
Bu soru müslüman, ateist farketmeksizin belki de en çok sorulan soruların başında geliyor diyebiliriz! Sorunun kökeninde, Allah’ın merhametli olması ile insanların cehenneme gitmesine izin vermesi arasında bir çelişki iddiası ortaya koyulmaya çalışılıyor! İnsanlar bu soruyu sorduğunda neredeyse verilen cevapların hepsi Kader bahsi ile ilgili. Yani verilen cevap, Allah’ın insanı zorlamadığı, insanın cehennemi kendisinin seçtiği ile ilgili.
Ancak insanlar bunu sormuyorlar. Allah’ın her şeye gücü yetiyorsa, neden cehenneme gidecekleri bildiği halde yarattı diye soruyorlar. O zaman "zaman" terimi ile başlayalım;
Hiç zaman üzerine düşündünüz mü bilmiyorum ama gerçekten çok enteresan bir fenomen. Biz zamanı, hayatı düzenlemek için kullanıyoruz ama esasında, zaman somut bir şey değil.Zaman felsefesi, felsefenin anlaşılması en karmaşık konularından biri.
Allah zamana tabii mi?
Günümüzde en geçerli bilimsel teori olan Big Bang teorisi bize, zamanın da bir başlangıcı olduğunu söylüyor.
Eğer maddenin ve zamanın bir başlangıcı varsa, bu, onların ezeli olamayacağını gösterir. Eğer madde ve zaman ezeli değilse, yaratıcı olan ezeli bir varlığın madde ve zamandan bağımsız olması gerekir.
Yaratıcı, nasıl kendi yarattığı mekanın içine sığdırılamazsa, kendi yarattığı zamanın da içine sığdırılamaz.
ABD’li astrofizikçi Hugh Ross konuya ilişkin şunu söylüyor:
“Zaman, olayların meydana geldiği boyut olduğuna göre, eğer madde, Big Bang’la ortaya çıkmışsa, o halde evreni ortaya çıkaran sebebin evrendeki zaman ve mekândan tümüyle bağımsız olması gerekir. Bu da bize Yaratıcı’nın evrendeki tüm boyutların üzerinde olduğunu göstermektedir.”
Allah için nedensellik ilkesi var mı?
Zamana tabi olmamanın doğal bir sonucu olarak, öncelik ve sonralık kavramlarının da Allah için kullanılamayacağını anlamamız zor değil. Yani, nedensellik bağı biz insanlar için geçerlidir, Allah için nedensellik ilkesi geçerli değildir."Her sonucun bir nedeni vardır."
Zira Allah, için öncelik ve sonralık kavramlarından bahsedemeyiz. O’nun yaratmayı dilemesi, yaratılanın cehenneme gideceğini bilmesi, yaratılanın hayata gelmesi, yaşaması, ölmesi ve cehenneme gitmesi bir zaman çizgisine tabii değil. Öyleyse, sorumuza geri dönecek olursak, Allah’ın cehennemlikleri önceden bildiği halde neden onları yarattı sorusu bu açıdan anlamsızlaşmaktadır.
Yani, bir nevi tüm bunlar aynı anda gerçekleşmiş olaylar gibidir. Anlaşılması için ‘aynı anda gerçekleşmiş gibidir’ diyorum zira Allah için ‘an‘ kavramından bile bahsetmek mümkün değil.Kısacası, Allah’ı, insanın plan yapması gibi düşünüp, ‘ben Murat’ı yaratmak istiyorum ama Murat kötü işler yapıp cehenneme gidecek, cehennemde acı çekecek, o halde ben Murat’ı yaratmaktan vazgeçiyorum‘ gibi bir kurgu içinde olması düşünülemez.
Bu da demek oluyor ki, Allah’ın bir insanı yaratması ve cehennemlik olması farklı zamanlarda, birbirinin peşi sıra gerçekleşen hadiseler değil ki, Allah cehenneme gidecek insanı yaratmaktan vazgeçsin.
Mutlak irade, neden-sonuç ilişkisi dahil, tüm gerekçe ve nedenlerden bağımsız, hiç bir şarta ve koşula tabi olmayan iradedir. Allah, bu irade ile, tüm varlığın ve insanın yaratılmasını murad etmiştir. Bu demek oluyor ki, Allah, yaratmasında, sonuçları değerlendirerek vazgeçme gibi bir eylemin içinde olamaz.
Belki insan olarak, ‘ben –haşa– tanrı olsam, birinin cehenneme gideceğini biliyorsam onu yaratmaktan vazgeçerdim, o insan boşa acı çekmezdi’ tarzında bir düşünce içine giriyoruz.
Yani burada, önce bir yaratmayı dileme, sonra da bu dilemeden vazgeçme gibi bir durum söz konusu. Bu durum, insan zihni için, normal bir zihinsel aktivite. Lakin Allah’ın eylemlerini buna benzetmemiz mümkün değil.
O bir şeyi murad edince, o şey gerçekleşir. Kararından dönme gibi bir durum Allah için söz konusu olamaz. Öyle bir şeyi zaten Allah baştan hiç murad etmez.
Ayrıca Allah diyelim ki, bir kişinin özgür iradesini yanlış yönde kullanacağını biliyordu ve bunu bildiği için o insanı yaratmaktan vazgeçti. Bu durumda, Allah, o insanın özgür iradesini kullanarak yaşamasını dilemesi ile ilgili kararının aksine bir karar vererek, o insanın özgür iradesini elinden almış olurdu.
Bir nevi, müdahale etmeyeceği özgür iradeye, ta başından, kökten müdahale etmiş olurdu.
Evet, o insanın iradesini kötü yönde kullanıp cehenneme gitmesi hoş bir şey değil, ancak yine de yarattığı iradeye saygısı gereği, o insanı yaratmaktan vazgeçmiyor. Eğer vazeçseydi, bu durumda Allah zorunlu olarak sadece cennetlikleri yaratmış olurdu ki, bu durumda özgür iradeli varlıklar yaratma iradesinin zıttına bir eylem içinde bulunmuş olurdu.
Ki zaten özgür iradesi olmayan hep iyi olanı yapan bir grup var ve biz onlara melek diyoruz! Kötülük olmasaydı insanın kötülüklere maruz kalması mümkün olmazdı ve kötülükler üzerinden insanın manevi olarak gelişmesi ve Allah’ı hatırlaması, yükselmesi de söz konusu olmazdı.
Aslında melek tarzı bir hayatta kötülük olmadığı için iyilikten de bahsedemeyiz, çünkü iyiliği anlamlı kılan kötülüğün varlığındır. Ve bu şekilde altın ve demir arasındaki farkın farkına varıyoruz!
Kötülük ve iyilik hayat kavramının yapıtaşları, kilitaşları gibidir. Özgür irade ile özgür birey olmak için kötülüğü de yapma irademiz olmalı, her zaman doğruyu olanı yapmamız yanlış olanı yapmamızdan kaynaklanıyorsa biz özgür değiliz demektir. Ve özgür irade olmayan hayat bir anlam, bir değer ifade etmez, dedim ya demir ve altın arasındaki fark yok olur!!
AHLAK NEREDEN GELİR
İyi ve kötü yani ahlak nereden gelir? Temeli, altyapısı neye dayanır? Kime göre neye göre birşeye ahlaklı veya ahlaksız diyoruz? Bu paylaşımda bu soruların cevabına değinecez. Boston Üniversitesi Felsefe profesörü Peter Kreeft bu konuyu gayet güzel bir şekilde açıklıyor. Peki bakalım ne diyor?
Ateistler ahlakın temeli için evrim, akıl(mantık), vicdan, insan doğası ve faydalıcılık gibi tipik 5 kaynak ortaya atarlar. Oysa bunların hepsi de kusurlu argümanlar. Tek tek inceleyelim;
1)Ahlakın temeli neden evrim olamaz?
Evrime göre gelişmekte olan her ahlak değişebilir ve eğer iyi ile kötü zamanla değişiyorsa onları iyi veya kötü olarak yargılamak için iyi ve kötünün üstünde bir standart olmalı!
Örneğin bir zamanlar köleligin, toplumsal sınıflandırmaların kabul edildiği bir gerçektir, oysa hiçbir dönemde kabul edilmemesi lazımdı! Kreeft, ahlakın evrimsel bir bakış açısıyla, “Bir gün tekrar kabul edilmeyeceğini kim söyleyebilir?” Diye iddia ediyor."Eğer kabul edilmiş ve kabul edilebilir arasında bu ayrımı yapamazsanız, köleliği eleştiremezsiniz ve eğer bu ayrımı yapabiliyorsanız nesnel ahlaki kabul ediyorsunuz." Evrimsel süreç ahlak için kaynak olamaz çünkü değişken bir iyi-kötü tanımınız varsa bugün ahlaksız dediğiniz birşeye yarın ahlaklı diyebilirsiniz!
Biyolojik evrim olarak bakarsak; evrimin en önemli kuralı "güçlü yaşar zayıf ölür" kuralıdır. Peki toplumda çoğu yaşam fonksiyonu körelen zayıf yaşlıları öldürmek ahlaklı bir davranış olur mu? Ya da hasta veya sakat birini tedavi etmek yerine öldürmek dogru mu?
2)Akıl neden ahlak temeli olamaz?
Akıl yürütme suçluların iğrenç suçları işlemeye ilişkin muhakemeyi kullanması nedeniyle ahlakın kaynağı olma yeteneğine sahip değildir. Akıl hırsızlar icin bir soygun düzenleme gücüne de sahiptir yani sadece ahlaklı olanı yapmaya programlanmış değil.
Ya da Yahudilerin Nazilerden kaçmasına yardım etmek için yola çıktıkları gerçeği, akıl yürütmenin ahlaki bir kaynak olmadığını, çünkü akıl “kişinin bir yabancıyı kurtarmak için hayatını riske atmak çok mantıksız bir şey” olduğunu gösteriyor.
3)vicdan neden ahlak temeli olamaz?
Kreeft, vicdanın da aynı şekilde gerçek ahlak kaynağı olmadığını iddia etmeye devam ediyor. Bir örnek olarak, Nazi SS şefi Heinrich Himmler ve askerlerine göre Yahudilere karşı soykırım yapmak “doğru şeyi” olduğu inancı vardı!
"Sadece vicdanınız haklı mı ve vicdan tek başına ahlak kaynağı ise, Himmler'in yanlış olduğunu nasıl söyleyebilirsin?"
Senin vicdanın katliama kötü derken aynı katliam Hitler'in yada Mao'nun vicdanı için normal bir durum olabiliyor? Her birey kendi görüşüne göre bir vicdana sahiptir! Vicdanın kararları kişiden kişiye değişiyorsa sen Hitler'in kötü biri olduğunu o da senin iyi biri olduğunu söyleyemez.
4)insan doğası neden ahlakın temeli olamaz?
Kreeft, insan doğasının kötülüğe yol açabileceği ve insanların “bencil, kaba ve benmerkezci” gibi çoğu kınanacak şeye de yönlendirebilir. Hatta garip olan şu ki ahlaka olan ihtiyacımız zaten "insan tarafından gelen kötülüklerden" kaynaklanır!
Sen cansız bir maddeye yada atoma, elektrona, protona ahlaksız yada ahlaklı diyemezsin!
Yani ahlaksız sonuçların nedeni zaten insan doğası. Kötülüklerin nedeni olan insan doğası aynı şekilde kötülükleri engelleyen ahlak altyapısını nasıl oluşturabilir?
5)Faydacılık neden ahlak temeli olamaz?
Faydacılık: Bir toplumda çoğunluk için faydalı olan, çoğunluğa mutluluk veren bir şeyin ahlaklı olduğu görüşüdür.
Fakat bu argüman da ahlak için diğerleri gibi çok çürük bir temeldir! Çünkü çoğunluk kötü birşeyi isteme yoluna gidebilir. Kölelik örneğine geri dönelim.Örneğin; eski toplumlarda kölelik 100 kişiden 90 kişinin faydasina iken 10 kişinin zararına bir sistem ise faydacılığa göre "kölelik iyi birşeydir" demeniz lazım.
Yada ensest ilişkide her iki birey mutluluk duyuyor ve bu işi yaparken kimseye zarar vermiyorsalar "ensest iyi birsey" demeniz lazım. Oysa çoğunluk her zaman dogru olanı yapmaz, eğer iyi-kötü tanımınız çoğunluğa göre değişirse ahlakınızın temeli yoktur demektir!
Peki Ahlak nereden gelir??
Ahlak yasaları nedir? Fizik ve matematik yasaları "ne olduğunu" söylerken ahlak yasaları "ne olması gerektigini" söyler. Ancak fizik yasaları gibi bir şey sipariş eder, bu "bir şey" dogru insan davranışıdır. Ahlak fiziksel olarak mevcut değil bu yüzden ahlaksız atom veya ahlaklı gen gibi tanımlar yapamayız!
O zaman ahlak fiziksel dünyadan kaynaklanmıyor, yani doğa veya doğaüstü bir kaynağı olmalı.
Peki kim bu ahlak komutanı? Şimdi de bazı araştırma verilerine bakalım;
Son yapılan araştırmalar, ahlakın doğuştan geldiği fikrini destekler nitelikte görünüyor.Yale üniversitesi profesörü Paul Bloom önderliğinde, 2007 yılında bebekler üzerinde bir araştırma yapılıyor.
Bu çalışmaya göre, yürüyemeyen, konuşamayan hatta daha doğru dürüst desteksiz oturamayan bu bebeklerin ahlaki/etik yönlerinin belirli bir düzeyde gelişmiş olduğu saptanıyor.
Bu deneylerden birinde, kuklalar kullanılıyor. bu kuklalardan kimisi “yardımcı/iyi” bir rol sergilerken, diğer kuklalar “kötü ve hedefe ulaşmayı engelleyen” bir role bürünüyor.
Bebekler, daha sonra kendilerine sunulan bu kuklaların “iyi” olanını seçiyor, hatta kimisi “kötü” olan kuklaya karşı yargilayici davranıp, eliyle vurmaya başlıyor.
Hatta bu deneyin videosunda, çocukların renk seçimine dair seçim yaptığı riskine binaen; aynı renkteki kuklalar zıt karaktere büründürülüyordu. buna rağmen bebekler tekrar “iyi” olanını seçiyor, henüz elini kullanamayan bebekler ise gözlerini “iyi” olan kuklaya dikip uzun süre sadece ona bakıyordu
Profesör Paul Bloom, yaptığı araştırma hakkında: “bu bulgularla, bebeklerde etik değerin daha hayatlarının başında var olduğunun gözlemlendiğini” ifade etti.
Ayrıca araştırma kapsamında, küçük bir tepeye çıkmaya çalışan bir kukla gösterisi sunuldu. Diğer figür bu kuklanın çıkmasını engelliyor, bazen de çıkması için yardım ediyordu.Bu sunumun sonunda, 6 aylık ile 12 aylık arasında değişen bebeklerin, “ezici” çoğunlukta iyi kuklayı tercih ettiği saptandı.
Bu araştırmalar ışığında doğuştan ahlaki özelliklerimiz olmadığını söyleyen Sigmund Freud, Jean Piaget ve Lawrence Kohlberg gibi ünlü düşünürlerin yanıldıkları ortada! Modern bilimde ve psikolojide yapılan araştırmaların, insanın özünü reddetme eğiliminde olan hakim görüşü bir bir yıkmasının da materyalizm aleyhine olduğunu kolayca söyleyebiliriz.
Sonuç: mutlak ahlak yasalarının varlığını kabul etmemiz ve araştırmaların ahlağın doğuştan olduğuna işaret etmesi iyi ve kötünün yani ahlak temelinin yaratıcıya bağlı olduğunu açıklar!
Kaynak:
NEDEN FAKİRLER DE ORUÇ TUTUYOR
iddia: madem fakirlerin halinden anlamak için oruç tutuyoruz neden fakirler de oruç tutmakla mükellef?
Evet, burda da doğru bilinen bir yanlıştan bahsetmek istiyorum. Çoğumuz maalesef "oruç fakirlerin halinden anlamak için tutulur" cevabını verdiği için ortaya böyle bir iddia böyle bir sorun çıkıyor! Oysa orucun asıl amacı bu değil. Peki nedir asıl amaç?
Orucun Arapça karşılığı “savm veya sıyam” kelimesi olup, bu kelime “bir şeyden uzak durmak, kişinin kendini tutması ve engellemesi” manalarına gelmektedir.
Oruç Hz. Adem (as)'in şeriatı da dahil bütün peygamberlerin şeriatlerinde vardır. Bu yüzden başta Musevilik ve İsevilik olmak üzere çoğu dinde, kültürde farklı oruç şekillerine rastlayabilirsiniz. Peygamberimiz(s.â.v) döneminde ise Medine döneminde farz kılındı!
Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.(bakara 183)
Aynı ayette aslında orucun asıl nedeni açıklanıyor; "Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için"
Ki öncelikle oruç tutmamızın asıl amacı Allah'ın emri olmasıdır. Tabi bunun yanında Allah'ın neden emrettiğini bilerek oruç tutmalıyız.
Diğer ibadetlerde olduğu gibi oruçda da asıl amaç nefsi arzuları dindirip çirkin işlerden uzak durup bir disiplin bir kişisel girişim sürecine girip ne yaptığının, ne için yaşadığının farkına varmaktır.
On bir ay nasıl yaşamamız gerektiğini anlamak için bir aylığına eğitim almaktır. Bu tıpkı hayatın keşmekeşliğinden beş dakikalığına çıkıp bir köşede çay içerek ne yaptığını ne ettiğini düşünmek gibi!
Bu şekilde Müslüman olma bilincine vararak Allah'ın rızasını kazanmış oluyoruz.Sonuç olarak evet bu da diğer ibadetler gibi bizim faydamıza yoksa Allah'ın derdi bizi aç bırakmak değil.
Tabiki bunun yanında küçük yada büyük ölçekte toplumsal faydaları da var! Örneğin; açlığın, yoksulluğun ne olduğunu anlayıp toplumsal yardımlaşmayı sağlar.
Ayrıca oruç yalan, dedikodu, küfür, argo gibi kötü filleri de azaltarak kişisel bir terbiye sağlar.
Ayrıca en başta dediğimiz gibi farklı faydaları olsa da oruçta asıl amaç Allah rızası olmalı.
Hz. Ali (radıyallâhu anh) diyor ki:
- Karşılığında bir menfaat umarak yapılan ibadet, ticaretçinin ibadetidir.
- Korku sebebiyle yapılan ibadet kölenin ibadetidir.
- Allah'ın nimetlerine şükretmek maksadıyla yapılan ibadet, hür olan kimsenin ibadetidir. (Ali el-Kârî, Mirkâtü'l-Mefâtih, 2/135)
Sonuç olarak; oruçta asıl amaç fakirin halinden anlamak değil, bu yüzden fakir zengin farketmeksizin her Müslümana farz kılındı!
Not:Ramazanda kazandığınız maneviyatı diğer 11 ayda kaybetmeyin!!
Evet, burda da doğru bilinen bir yanlıştan bahsetmek istiyorum. Çoğumuz maalesef "oruç fakirlerin halinden anlamak için tutulur" cevabını verdiği için ortaya böyle bir iddia böyle bir sorun çıkıyor! Oysa orucun asıl amacı bu değil. Peki nedir asıl amaç?
Orucun Arapça karşılığı “savm veya sıyam” kelimesi olup, bu kelime “bir şeyden uzak durmak, kişinin kendini tutması ve engellemesi” manalarına gelmektedir.
Oruç Hz. Adem (as)'in şeriatı da dahil bütün peygamberlerin şeriatlerinde vardır. Bu yüzden başta Musevilik ve İsevilik olmak üzere çoğu dinde, kültürde farklı oruç şekillerine rastlayabilirsiniz. Peygamberimiz(s.â.v) döneminde ise Medine döneminde farz kılındı!
Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.(bakara 183)
Aynı ayette aslında orucun asıl nedeni açıklanıyor; "Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için"
Ki öncelikle oruç tutmamızın asıl amacı Allah'ın emri olmasıdır. Tabi bunun yanında Allah'ın neden emrettiğini bilerek oruç tutmalıyız.
Diğer ibadetlerde olduğu gibi oruçda da asıl amaç nefsi arzuları dindirip çirkin işlerden uzak durup bir disiplin bir kişisel girişim sürecine girip ne yaptığının, ne için yaşadığının farkına varmaktır.
On bir ay nasıl yaşamamız gerektiğini anlamak için bir aylığına eğitim almaktır. Bu tıpkı hayatın keşmekeşliğinden beş dakikalığına çıkıp bir köşede çay içerek ne yaptığını ne ettiğini düşünmek gibi!
Bu şekilde Müslüman olma bilincine vararak Allah'ın rızasını kazanmış oluyoruz.Sonuç olarak evet bu da diğer ibadetler gibi bizim faydamıza yoksa Allah'ın derdi bizi aç bırakmak değil.
Tabiki bunun yanında küçük yada büyük ölçekte toplumsal faydaları da var! Örneğin; açlığın, yoksulluğun ne olduğunu anlayıp toplumsal yardımlaşmayı sağlar.
Ayrıca oruç yalan, dedikodu, küfür, argo gibi kötü filleri de azaltarak kişisel bir terbiye sağlar.
Ayrıca en başta dediğimiz gibi farklı faydaları olsa da oruçta asıl amaç Allah rızası olmalı.
Hz. Ali (radıyallâhu anh) diyor ki:
- Karşılığında bir menfaat umarak yapılan ibadet, ticaretçinin ibadetidir.
- Korku sebebiyle yapılan ibadet kölenin ibadetidir.
- Allah'ın nimetlerine şükretmek maksadıyla yapılan ibadet, hür olan kimsenin ibadetidir. (Ali el-Kârî, Mirkâtü'l-Mefâtih, 2/135)
Sonuç olarak; oruçta asıl amaç fakirin halinden anlamak değil, bu yüzden fakir zengin farketmeksizin her Müslümana farz kılındı!
Not:Ramazanda kazandığınız maneviyatı diğer 11 ayda kaybetmeyin!!
İSRAİLOĞULLARI ÜSTÜN IRK MI
"Ey İsrailoğulları! Sizlere ihsan ettiğim nimetimi ve sizi vaktiyle âlemdeki ümmetlere üstün tuttuğumu hatırlayın!" (Bakara, 2/122)
iddia: islam'da ırkçılık yok ve üstünlük sadece takvada ise bu ayette neden bir üstünlükten bahsediyor?
Ayette dikkat ederseniz geçmiş zamandaki bir üstünlükten bahsediyor ve şuan öyle bir üstünlükleri yok. Eğer bu üstünlük bir zamanlar var iken daha sonra ellerinden alınıyorsa demek ki ırk olarak bir üstünlük değil! Çünkü sonuçta ırkı zamanla değişmediği için üstünlüğü de değişmemesi lazımdı. Örneğin "japonlar üstündür" denilirse bunun sonsuza dek devam etmesi lazımdı!
Ki zaten İslam'da ırkçılığın şiddetle reddedildigini herkes biliyor!
"Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Hem de sizi şubeler ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız. Şüphesiz ki, Allah katında en şerefliniz, takvaca en ileride olanınızdır"(Hucurât sûresi, 13)
"Rabbiniz birdir. Babaniz da birdir. Hepiniz Adem'in cocuklarisiniz, Adem ise topraktandir. Arabin Arap olmayana, Arap olmayanin da Araap üzerine üstünlügü olmadigi gibi; kirmizi tenlinin siyah üzerine, siyahın da kirmizi tenli üzerinde bir üstünlügü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadir. Allah yaninda en kiymetli olaniniz O'ndan en cok korkaninizdir.(veda hutbesi)
Peki ayetteki üstünlükten kasıt Nedir?
Aslında dikkatli bakınca hemen bir önceki ayette bu üstünlüğün, farkın ne olduğu açıkça geçer;
Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler, onu gereği gibi okurlar. İşte bunlar ona inanırlar. Onu inkar edenlere gelince, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.(bakara 121)
Bu ayetten de anlayacağımız üzere israiloğullarına peygamberler gelmesi itibariyle bu üstünlük iman üstünlüğüdür! Daha sonraları yollarını şaşırıp peygamberleri inkar edince bu üstünlük onlardan gitti.
iddia: islam'da ırkçılık yok ve üstünlük sadece takvada ise bu ayette neden bir üstünlükten bahsediyor?
Ayette dikkat ederseniz geçmiş zamandaki bir üstünlükten bahsediyor ve şuan öyle bir üstünlükleri yok. Eğer bu üstünlük bir zamanlar var iken daha sonra ellerinden alınıyorsa demek ki ırk olarak bir üstünlük değil! Çünkü sonuçta ırkı zamanla değişmediği için üstünlüğü de değişmemesi lazımdı. Örneğin "japonlar üstündür" denilirse bunun sonsuza dek devam etmesi lazımdı!
Ki zaten İslam'da ırkçılığın şiddetle reddedildigini herkes biliyor!
"Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Hem de sizi şubeler ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız. Şüphesiz ki, Allah katında en şerefliniz, takvaca en ileride olanınızdır"(Hucurât sûresi, 13)
"Rabbiniz birdir. Babaniz da birdir. Hepiniz Adem'in cocuklarisiniz, Adem ise topraktandir. Arabin Arap olmayana, Arap olmayanin da Araap üzerine üstünlügü olmadigi gibi; kirmizi tenlinin siyah üzerine, siyahın da kirmizi tenli üzerinde bir üstünlügü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadir. Allah yaninda en kiymetli olaniniz O'ndan en cok korkaninizdir.(veda hutbesi)
Peki ayetteki üstünlükten kasıt Nedir?
Aslında dikkatli bakınca hemen bir önceki ayette bu üstünlüğün, farkın ne olduğu açıkça geçer;
Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler, onu gereği gibi okurlar. İşte bunlar ona inanırlar. Onu inkar edenlere gelince, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.(bakara 121)
Bu ayetten de anlayacağımız üzere israiloğullarına peygamberler gelmesi itibariyle bu üstünlük iman üstünlüğüdür! Daha sonraları yollarını şaşırıp peygamberleri inkar edince bu üstünlük onlardan gitti.
Aynı şekilde örneğin; hz.Nuh zamanında hz.Nuh'u kabul edenler inkar edenlerden daha üstündür yada hz. İsa'yı kabul eden havariler diğerlerine göre daha üstündür Allah katında! Yine aynı şekilde günümüzde de hz.Muhammed(s.â.v)'i kabul edenler daha üstündür Allah katında. Kısaca bu ayette de bahsedilen iman ve takva üstünlüğüdür.
Zaten çoğu dinde bu iman üstünlüğünü görmek mümkün. Bu dinlerin kavimsel yada ırksal bir üstünlüğü savunduğu anlamına gelmez.
Andolsunki, biz Musa ya kitap verdik ve ondan sonra ard arda resuller gönderdik. Ve Meryem oğlu İsa ya da apaçık deliller verdik ve onu Cebrail ile destekledik. Lakin sizlere ne zaman bir resul, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle geldiyse kibirlendiniz. Bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz. Dedilerki, kalplerimiz örtülüdür. Bilakis, inkarlarından dolayı Allah onları lanetledi. Bu yüzden pek azı iman eder. Bakara Suresi 87,88
Bu ayette de aynı topluluğun lanetlendigi geçer. Ama tabiki yine aynı şekilde ırk olarak değil inkar yüzünden lanetlendigi ayette bariz ortada.
Sonuç:
Ayetlerin açıklamalarından net olarak görüleceği üzere, Kuran’da Yahudiler ırk olarak ne lanetlidirler ne de diğer insanlardan üstündürler. Allah yarattığı tüm insanlar gibi, onların da durumlarını ırklarına göre değil takvalarına göre (Allah’a olan yakınlık,erdem) değerlendirmiştir.
Zaten çoğu dinde bu iman üstünlüğünü görmek mümkün. Bu dinlerin kavimsel yada ırksal bir üstünlüğü savunduğu anlamına gelmez.
Andolsunki, biz Musa ya kitap verdik ve ondan sonra ard arda resuller gönderdik. Ve Meryem oğlu İsa ya da apaçık deliller verdik ve onu Cebrail ile destekledik. Lakin sizlere ne zaman bir resul, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle geldiyse kibirlendiniz. Bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz. Dedilerki, kalplerimiz örtülüdür. Bilakis, inkarlarından dolayı Allah onları lanetledi. Bu yüzden pek azı iman eder. Bakara Suresi 87,88
Bu ayette de aynı topluluğun lanetlendigi geçer. Ama tabiki yine aynı şekilde ırk olarak değil inkar yüzünden lanetlendigi ayette bariz ortada.
Sonuç:
Ayetlerin açıklamalarından net olarak görüleceği üzere, Kuran’da Yahudiler ırk olarak ne lanetlidirler ne de diğer insanlardan üstündürler. Allah yarattığı tüm insanlar gibi, onların da durumlarını ırklarına göre değil takvalarına göre (Allah’a olan yakınlık,erdem) değerlendirmiştir.
İYİ ATEİST SONSUZ CEHENNEM
iddia: Sadece Allah'a inanmıyor diye birinin sonsuz cehenneme gitmesi adaletsizlik değil mi? Neden sadece yaptığımız iyilik ve kötülüğe göre hesaba çekilmiyoruz?
Küçük bir hikaye ile konuya giriş yapalım;
Örneğin bir çiftliğiniz var ve yurtdışına çıkmanız lazım bu yüzden çiftliği bir arkadaşınıza emanet ediyorsunuz. Arkadaşınıza da şunu diyorsunuz; "istediğin kişiyi davet edebilir ikramda bulunabilirsin malımı istediğin gibi kullanabilirsin ama gelen misafirlere çiftliğin gerçek sahibinin ben olduğumu söyle ve tanısınlar beni, benim çiftliğim olduğunu bilsinler.
Ama arkadaşınız gelen misafirlere sizden hiç bahsetmiyor sizi "yok" sayıyor ve kendisi çiftliğin sahibiymis davranıyor!. İkramlarda bulunuyor yardımlar ediyor ama sizin malınız ve mülkünüz ile..
Şimdi mantıklı ve tarafsız bi şekilde bakın bu kişi yardımsever mi yoksa yalancı ve nankör mü?
Yedik, içtik, doyduk, öldük ve sıra hesabı ödemeye geldi! Peki yardımsever bir ateist de aynı durumda değil mi Allah karşısında!
Sen kimin malı-mülkü ile yardım ettin sayın ateist? Evren çiftliğinin sahibi Allah'ın!
1)Peki sen yardım ederken mülkün gerçek sahibinin adını verdin mi? Hayır, parayı ben kazandım, ben dağıttım dedim! Evet, sen insanların karşısında yardımsever oldun ama Allah'ın karşısında nankör!
Sana evreni yaratanın Allah olduğunu söyle denildi ama sen öyle biri yok herşey kendi kendine oldu dedin! Gelen misafirlere neden yalan söyledin!
2)Yada bir dakika bir çelişki daha var! Bir ateist "yok" dediği birinden nasıl cenneti ister ki? Hatta "yok" dediği cenneti de isteyemez! Yokluktan bir varlık mi istiyor?
3)Kimin için çalıştıysan ondan maaş alırsın! A şirketinde çalışan biri B şirketinin patronundan maaş isteyemez!
Ateist iyiliği; vicdanını rahatlatmak ve mutluluk duymak için yapar. İyilik sonunda vicdanı rahatlıyor bundan haz duyuyor ise maaşını almıştır! Müslüman ise bunların yanında aynı zamanda Allah için iyilik yapar! O yüzden Allah'tan karşılık bekleyebilir!
4) Allah'a iman etmek ve etmemek göründüğü gibi basit bir olay değil! Bir ateist Allah'a inanmayarak sadece Allah'ı değil aynı zamanda Allah'ın yarattığı herşeyi ama herşeyi reddetmiş olur! Leptonlar, kuarklar, protonlar, atomlar, hücreler, canlılar, dağlar,taşlar, gezegenler, galaksiler, karadelikler...Aklına gelecek herşeyi reddetti! "Bunları Allah yapmadı" dedi! Evet her nefes alış verişini reddetti! Dostum bu adam benim senin gibi basit birini inkar etmedi! Kimi inkar ettiğinin farkında mısın?
Evet yapılan zarara göre ceza verilir! Düşünsene katilin biri bomba düğmesine basarak 1000 kişi öldürüyor! Sonra verilen müebbet cezasına karşı şöyle bir savunma yapıyor "ben birsey yapmadım ki sadece küçük minicik bir tuşa bastım"🙄
5)iman giriş kartı gibidir! Bir yıl boyunca çalıştığın sınava kayıt yapmadıysan o sınava girip de birşey kazanmasın! Allaha iman etmenin bir anlamı yoksa Müslüman olmanın da bir anlamı kalmaz. O zaman deistçe bir hayat süreriz!
6) İyi ateistlerin cehenneme gitmesi mantıksız da hz.Ebubekir, hz.Osman gibi büyük sahsiyetler ile aynı yere(cennete) gitmesi mi mantıklı?
7)Lise matematiginde limit konusunu görmüşsünüzdür. Limit hesabından gidelim; sonsuzdan hangi sayıyı çıkarırsan çıkar sonuç yine sonsuzdur! Allah'ın inançsız kuluna verdikleri sonsuzdur, kulun yaptığı iyilikler bu sonsuzluk karşısında sayısal olarak hiçbirşey ifade etmez! Yani bir bakkal hesabı ile çıkarma yapınca geriye yine Allah'ın nimeti ve rahmeti kalır!
8) Cehennem de cennet de katmanlara ayrılır. Yani yardımsever bir ateistin zalim, gaddar bir ateistten tabiki farkı var!
9) Bir de "iyi" tanımına değinelim; iyi ateist dediniz değil mi? Hangi ahlaka göre iyi, kime neye göre iyi?
Bir hırsıza göre hırsızlık iyidir, bir hayat kadınına göre de fuhuş yapmak! Cennete Allah'ın "iyi" tanımına uyan kişiler girecek. Peki Müslüman ile ateistin "iyi"tanımı aynı mı?
Fakirlere yardım, hayvanlara sevgi, yaşlılara merhamet, çocuklara gülücük, engellilere destek, haklının yanında haksızın karşısında, tarzı konularda aynı iyi kümesindeyiz. Peki ortalama bir ateist için kız arkadaşı ile aynı yatakta uyuması, sevişmesi ahlaken sorun değil iken Müslüman'a göre de böyle mi? İçki içmek iyi birsey mi mesela? Aslında birçok konuda "iyi" tanımımız aynı değil! Ki ateizmde belirli bir ahlak kuralı olmadığı için ateistten ateiste bile iyi tanımı değişir!
Kendi iyi tanımını oluşturan biri İslâm iyi tanımına uymuyor ise cennete nasıl "iyi" olarak girebilir ki?
Bir konuya daha değinelim; bir insan hangi konularda iyilik yaparsa iyi olur yada kaç tane iyilik yaparsa iyi olur?
Örneğin dışarda insancıl,hayvansever görünen biri sosyal medyada sürekli islama, peygambere küfür, hakaret ve alay ediyor ise bu kişi iyi midir? Fakirlere yardım eden bir ateist yalan ve iftiralar ile İslam'ı karalıyor ise bu iyi biri midir? Sadece yardımsever biri olması iyi olduğu anlamına gelir mi? Din,dil ırk farketmez demesine rağmen Müslüman ölümlerine ses çıkarmaması iyi olduğu anlamına gelir mi? Kediye mama verip Müslüman kadının tesettürüne karşı olmak iyi biri olduğu anlamına gelir mi?
Peki bir müslüman ne halt işlerse işlesin cennete mi gidecek?
Cennetin için 2 kural var! İman etmek ve ibadetlerini yapan,merhametli, iyi bir birey olarak yaşamak! Yani müslümanım demekle Müslüman olunmaz Müslüman gibi yaşamak da lazım! İslâm hayatında hiçbir değişiklik yapmadı ise ancak Müslüman olduğunu sanarak yaşarsın! Allah'ın yasak dedikleri, ibadet dedikleri umrunda değil ise neye göre Müslüman olduğunu söyleyeceksin?
Hele ki; merhametsiz, gaddar, katil, tecavüzcü biri olarak yaşayıp öldüysen İslâm'dan bahsetme! Açıkçası insanlıktan nasibini almamış biri İslâm'dan da nasibini alamaz!
iddia: Sadece Allah'a inanmıyor diye birinin sonsuz cehenneme gitmesi adaletsizlik değil mi? Neden sadece yaptığımız iyilik ve kötülüğe göre hesaba çekilmiyoruz?
Küçük bir hikaye ile konuya giriş yapalım;
Örneğin bir çiftliğiniz var ve yurtdışına çıkmanız lazım bu yüzden çiftliği bir arkadaşınıza emanet ediyorsunuz. Arkadaşınıza da şunu diyorsunuz; "istediğin kişiyi davet edebilir ikramda bulunabilirsin malımı istediğin gibi kullanabilirsin ama gelen misafirlere çiftliğin gerçek sahibinin ben olduğumu söyle ve tanısınlar beni, benim çiftliğim olduğunu bilsinler.
Ama arkadaşınız gelen misafirlere sizden hiç bahsetmiyor sizi "yok" sayıyor ve kendisi çiftliğin sahibiymis davranıyor!. İkramlarda bulunuyor yardımlar ediyor ama sizin malınız ve mülkünüz ile..
Şimdi mantıklı ve tarafsız bi şekilde bakın bu kişi yardımsever mi yoksa yalancı ve nankör mü?
Yedik, içtik, doyduk, öldük ve sıra hesabı ödemeye geldi! Peki yardımsever bir ateist de aynı durumda değil mi Allah karşısında!
Sen kimin malı-mülkü ile yardım ettin sayın ateist? Evren çiftliğinin sahibi Allah'ın!
1)Peki sen yardım ederken mülkün gerçek sahibinin adını verdin mi? Hayır, parayı ben kazandım, ben dağıttım dedim! Evet, sen insanların karşısında yardımsever oldun ama Allah'ın karşısında nankör!
Sana evreni yaratanın Allah olduğunu söyle denildi ama sen öyle biri yok herşey kendi kendine oldu dedin! Gelen misafirlere neden yalan söyledin!
2)Yada bir dakika bir çelişki daha var! Bir ateist "yok" dediği birinden nasıl cenneti ister ki? Hatta "yok" dediği cenneti de isteyemez! Yokluktan bir varlık mi istiyor?
3)Kimin için çalıştıysan ondan maaş alırsın! A şirketinde çalışan biri B şirketinin patronundan maaş isteyemez!
Ateist iyiliği; vicdanını rahatlatmak ve mutluluk duymak için yapar. İyilik sonunda vicdanı rahatlıyor bundan haz duyuyor ise maaşını almıştır! Müslüman ise bunların yanında aynı zamanda Allah için iyilik yapar! O yüzden Allah'tan karşılık bekleyebilir!
4) Allah'a iman etmek ve etmemek göründüğü gibi basit bir olay değil! Bir ateist Allah'a inanmayarak sadece Allah'ı değil aynı zamanda Allah'ın yarattığı herşeyi ama herşeyi reddetmiş olur! Leptonlar, kuarklar, protonlar, atomlar, hücreler, canlılar, dağlar,taşlar, gezegenler, galaksiler, karadelikler...Aklına gelecek herşeyi reddetti! "Bunları Allah yapmadı" dedi! Evet her nefes alış verişini reddetti! Dostum bu adam benim senin gibi basit birini inkar etmedi! Kimi inkar ettiğinin farkında mısın?
Evet yapılan zarara göre ceza verilir! Düşünsene katilin biri bomba düğmesine basarak 1000 kişi öldürüyor! Sonra verilen müebbet cezasına karşı şöyle bir savunma yapıyor "ben birsey yapmadım ki sadece küçük minicik bir tuşa bastım"🙄
5)iman giriş kartı gibidir! Bir yıl boyunca çalıştığın sınava kayıt yapmadıysan o sınava girip de birşey kazanmasın! Allaha iman etmenin bir anlamı yoksa Müslüman olmanın da bir anlamı kalmaz. O zaman deistçe bir hayat süreriz!
6) İyi ateistlerin cehenneme gitmesi mantıksız da hz.Ebubekir, hz.Osman gibi büyük sahsiyetler ile aynı yere(cennete) gitmesi mi mantıklı?
7)Lise matematiginde limit konusunu görmüşsünüzdür. Limit hesabından gidelim; sonsuzdan hangi sayıyı çıkarırsan çıkar sonuç yine sonsuzdur! Allah'ın inançsız kuluna verdikleri sonsuzdur, kulun yaptığı iyilikler bu sonsuzluk karşısında sayısal olarak hiçbirşey ifade etmez! Yani bir bakkal hesabı ile çıkarma yapınca geriye yine Allah'ın nimeti ve rahmeti kalır!
8) Cehennem de cennet de katmanlara ayrılır. Yani yardımsever bir ateistin zalim, gaddar bir ateistten tabiki farkı var!
9) Bir de "iyi" tanımına değinelim; iyi ateist dediniz değil mi? Hangi ahlaka göre iyi, kime neye göre iyi?
Bir hırsıza göre hırsızlık iyidir, bir hayat kadınına göre de fuhuş yapmak! Cennete Allah'ın "iyi" tanımına uyan kişiler girecek. Peki Müslüman ile ateistin "iyi"tanımı aynı mı?
Fakirlere yardım, hayvanlara sevgi, yaşlılara merhamet, çocuklara gülücük, engellilere destek, haklının yanında haksızın karşısında, tarzı konularda aynı iyi kümesindeyiz. Peki ortalama bir ateist için kız arkadaşı ile aynı yatakta uyuması, sevişmesi ahlaken sorun değil iken Müslüman'a göre de böyle mi? İçki içmek iyi birsey mi mesela? Aslında birçok konuda "iyi" tanımımız aynı değil! Ki ateizmde belirli bir ahlak kuralı olmadığı için ateistten ateiste bile iyi tanımı değişir!
Kendi iyi tanımını oluşturan biri İslâm iyi tanımına uymuyor ise cennete nasıl "iyi" olarak girebilir ki?
Bir konuya daha değinelim; bir insan hangi konularda iyilik yaparsa iyi olur yada kaç tane iyilik yaparsa iyi olur?
Örneğin dışarda insancıl,hayvansever görünen biri sosyal medyada sürekli islama, peygambere küfür, hakaret ve alay ediyor ise bu kişi iyi midir? Fakirlere yardım eden bir ateist yalan ve iftiralar ile İslam'ı karalıyor ise bu iyi biri midir? Sadece yardımsever biri olması iyi olduğu anlamına gelir mi? Din,dil ırk farketmez demesine rağmen Müslüman ölümlerine ses çıkarmaması iyi olduğu anlamına gelir mi? Kediye mama verip Müslüman kadının tesettürüne karşı olmak iyi biri olduğu anlamına gelir mi?
Peki bir müslüman ne halt işlerse işlesin cennete mi gidecek?
Cennetin için 2 kural var! İman etmek ve ibadetlerini yapan,merhametli, iyi bir birey olarak yaşamak! Yani müslümanım demekle Müslüman olunmaz Müslüman gibi yaşamak da lazım! İslâm hayatında hiçbir değişiklik yapmadı ise ancak Müslüman olduğunu sanarak yaşarsın! Allah'ın yasak dedikleri, ibadet dedikleri umrunda değil ise neye göre Müslüman olduğunu söyleyeceksin?
Hele ki; merhametsiz, gaddar, katil, tecavüzcü biri olarak yaşayıp öldüysen İslâm'dan bahsetme! Açıkçası insanlıktan nasibini almamış biri İslâm'dan da nasibini alamaz!
AHZAP 53 İDDİALARI!
"Ey iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe Peygamber’in evlerine girmeyin, ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber’i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber’in hanımlarından birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah’ın Rasul’üne rahatsızlık vermeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikahlamanız, asla caiz olmaz. Çünkü bu, Allah katında büyük (bir günah) tır."
Ahzap 53 ayeti ile ilgili 2 iddiaya cevap verelim!
iddia 1: "kendisinden sonra onun hanımlarını nikahlamanız, asla caiz olmaz" kısmına göre peygamberiniz kıskanç biriydi. Eşlerinden ayrılsa yada kendisi vefat etse bile kimsenin eşleri ile evlenmesine izin vermiyor!
Cevap:
Peygamberden sonra hanımları ile neden evlenilmez sorusu ayet carpıtmadan daha çok bilgisizlikten kaynaklanır. Peygamberimiz vefat ettikten sonra kalan hanımları ile nikah kıymak yasaktır çünkü peygamber hanımları Müslümanların annesi sayılır. Yeterli bir araştırma yapmayan ateistler bundan haberi olmayabilir ama Ahzap 6. Ayette buna değiniyor;
Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de mü’minlerin analarıdır. Aralarında akrabalık bağı olanlar, Allah’ın Kitab’ına göre, (miras konusunda) birbirleri için (diğer) mü’minlerden ve muhacirlerden daha önceliklidirler. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız başka. Bu (hüküm) Kitap’ta yazılıdır.(ahzap 6)
Ayete göre gerçekten müminleri doğuran anneleri olduklarına değil, müminlerin anneleri mertebesinde olduklarına işaret edilmiştir. Buna göre müminler, annelerini nikahlayamadıkları gibi, onları da nikahlayamazlar. Öz annelerine hürmet göstermek mecburiyetinde oldukları gibi onlara da aynı şekilde hürmet göstermelidirler!
Örneğin hz.aise'den "aişe annemiz" yada hz.hatice'den "hatice anamız" diye bahsederiz..Demekki kıskançlıktan değil ana olduklarından..ve birinin annesi ile evlenmesi tabiki de haram!
Ayrıca Bunun yanında; peygamber vefat ettikten sonra, hanımlarıyla evlenilmesi Müslümanlar içinde bir siyasi güç gibi görülebilir; bir rekabet haline getirilebilir, bu rekabetle hanımların sosyal hayatta yansıtılan ahlaki kimlikleri zedelenebilir, iki yüzlülerin iftiralarını çoğaltabilir veya evliliği gerçekleştiren kişi kendisine kutsiyet atfedebilirdi.
iddia 2: "Yemeği yediğinizde de hemen dağılın" ayetini Muhammed rahatlığı için uydurdu.
Öncelikle ayetin hangi olay için indigine bakalım; İbnü Abbas’tan rivayet olunduğuna göre, birtakım kimselere zaman zaman Resulullah (asm)’ın evinde yemek veriyordu. Bunlar bazen, yemekten önce yemeğe kadar bekliyorlar, yemekten sonra da hemen çıkıp gitmiyorlar, kısaca kendi evleri gibi kullanıyorlardı sonra bu ayet nazil oldu.Tabiki eşi, çocuğu olan her ev sahibi bundan rahatsız olur!
Ayrıca peygamber geceleri ibadet ediyor, Kur’an mutalaâları yapıyor, bazen mescidi nebevide Kur’an eğitimi alan kurralara ders veriyor ya da kısa bir süre dinleniyordu.
Dolayısı ile Allah’ın, müslümanları, peygamberin bu amellerinden uzak kalmasına sebep olmamaları konusunda uyarmasında mantıksız bir durum yoktur.
Bir de “Peygamber müminlere canlarından ileridir. Onun eşleri de müminlerin anneleridir.” (Ahzab, 33/6)
buyurulmakla, Peygamber (asm)’in müminlere canlarından daha ileri ve hanımlarının onların anneleri olması, müminlerin Resulullah (asm)’ın evine kendi evleri gibi izin almaksızın girebilmelerine caizlik verecek zannedilebilirdi.
İşte bu ayet hem böyle bir zanna yer olmadığını anlatıyor!
Ayetin evrensel yönü ise: misafirliğe gidildiğinde, ev sahibinin dinlenme/çalışma veya İslam faaliyeti gibi şahsi işlerini yürütme ihtimali dikkate alınarak geç saatlere kadar bulunulmaması bütün müslümanlara öğretilen bir edep kuralıdır. Toplumdaki bu tür saygı kuralları sadece peygamber için değil her Müslüman için geçerlidir.şöyle ki;
Nur Sûresi'nde de "Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere izin alıp sahiplerine selam vermeden girmeyin." (Nur, 24/27)
Peki bir de söyle bakalım;
Şayet rahatını düşünen biri, peygamberlik iddiasında nasıl bulunur?
Rahatını düşünen biri neden taifte taşlanmayi göze alıyor? Rahatını düşünen biri neden bütün kavmini karşına alıyor? Neden hakaretlere, eziyetlere direniyor! Müslümanlara boykot uygulandı ve aç kaldılar çoğu zaman, rahatını düşünen biri açlığı neden göze alır??
Sonuç: Her iki iddiada eksik bilgiden kaynaklanır! Oysa birbiri ile bağlantılı ayetlere veya ayetin hangi olay için indiğine baktığımızda taşlar yerine oturur! Bu yüzden lütfen bir iddiada bulunmadan önce daha iyi araştırma yapın!
Kaynak: Elmalılı M. Hamdi YAZIR, Kur'an-ı Kerim Tefsiri
Ahzap 53 ayeti ile ilgili 2 iddiaya cevap verelim!
iddia 1: "kendisinden sonra onun hanımlarını nikahlamanız, asla caiz olmaz" kısmına göre peygamberiniz kıskanç biriydi. Eşlerinden ayrılsa yada kendisi vefat etse bile kimsenin eşleri ile evlenmesine izin vermiyor!
Cevap:
Peygamberden sonra hanımları ile neden evlenilmez sorusu ayet carpıtmadan daha çok bilgisizlikten kaynaklanır. Peygamberimiz vefat ettikten sonra kalan hanımları ile nikah kıymak yasaktır çünkü peygamber hanımları Müslümanların annesi sayılır. Yeterli bir araştırma yapmayan ateistler bundan haberi olmayabilir ama Ahzap 6. Ayette buna değiniyor;
Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de mü’minlerin analarıdır. Aralarında akrabalık bağı olanlar, Allah’ın Kitab’ına göre, (miras konusunda) birbirleri için (diğer) mü’minlerden ve muhacirlerden daha önceliklidirler. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız başka. Bu (hüküm) Kitap’ta yazılıdır.(ahzap 6)
Ayete göre gerçekten müminleri doğuran anneleri olduklarına değil, müminlerin anneleri mertebesinde olduklarına işaret edilmiştir. Buna göre müminler, annelerini nikahlayamadıkları gibi, onları da nikahlayamazlar. Öz annelerine hürmet göstermek mecburiyetinde oldukları gibi onlara da aynı şekilde hürmet göstermelidirler!
Örneğin hz.aise'den "aişe annemiz" yada hz.hatice'den "hatice anamız" diye bahsederiz..Demekki kıskançlıktan değil ana olduklarından..ve birinin annesi ile evlenmesi tabiki de haram!
Ayrıca Bunun yanında; peygamber vefat ettikten sonra, hanımlarıyla evlenilmesi Müslümanlar içinde bir siyasi güç gibi görülebilir; bir rekabet haline getirilebilir, bu rekabetle hanımların sosyal hayatta yansıtılan ahlaki kimlikleri zedelenebilir, iki yüzlülerin iftiralarını çoğaltabilir veya evliliği gerçekleştiren kişi kendisine kutsiyet atfedebilirdi.
iddia 2: "Yemeği yediğinizde de hemen dağılın" ayetini Muhammed rahatlığı için uydurdu.
Öncelikle ayetin hangi olay için indigine bakalım; İbnü Abbas’tan rivayet olunduğuna göre, birtakım kimselere zaman zaman Resulullah (asm)’ın evinde yemek veriyordu. Bunlar bazen, yemekten önce yemeğe kadar bekliyorlar, yemekten sonra da hemen çıkıp gitmiyorlar, kısaca kendi evleri gibi kullanıyorlardı sonra bu ayet nazil oldu.Tabiki eşi, çocuğu olan her ev sahibi bundan rahatsız olur!
Ayrıca peygamber geceleri ibadet ediyor, Kur’an mutalaâları yapıyor, bazen mescidi nebevide Kur’an eğitimi alan kurralara ders veriyor ya da kısa bir süre dinleniyordu.
Dolayısı ile Allah’ın, müslümanları, peygamberin bu amellerinden uzak kalmasına sebep olmamaları konusunda uyarmasında mantıksız bir durum yoktur.
Bir de “Peygamber müminlere canlarından ileridir. Onun eşleri de müminlerin anneleridir.” (Ahzab, 33/6)
buyurulmakla, Peygamber (asm)’in müminlere canlarından daha ileri ve hanımlarının onların anneleri olması, müminlerin Resulullah (asm)’ın evine kendi evleri gibi izin almaksızın girebilmelerine caizlik verecek zannedilebilirdi.
İşte bu ayet hem böyle bir zanna yer olmadığını anlatıyor!
Ayetin evrensel yönü ise: misafirliğe gidildiğinde, ev sahibinin dinlenme/çalışma veya İslam faaliyeti gibi şahsi işlerini yürütme ihtimali dikkate alınarak geç saatlere kadar bulunulmaması bütün müslümanlara öğretilen bir edep kuralıdır. Toplumdaki bu tür saygı kuralları sadece peygamber için değil her Müslüman için geçerlidir.şöyle ki;
Nur Sûresi'nde de "Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere izin alıp sahiplerine selam vermeden girmeyin." (Nur, 24/27)
Peki bir de söyle bakalım;
Şayet rahatını düşünen biri, peygamberlik iddiasında nasıl bulunur?
Rahatını düşünen biri neden taifte taşlanmayi göze alıyor? Rahatını düşünen biri neden bütün kavmini karşına alıyor? Neden hakaretlere, eziyetlere direniyor! Müslümanlara boykot uygulandı ve aç kaldılar çoğu zaman, rahatını düşünen biri açlığı neden göze alır??
Sonuç: Her iki iddiada eksik bilgiden kaynaklanır! Oysa birbiri ile bağlantılı ayetlere veya ayetin hangi olay için indiğine baktığımızda taşlar yerine oturur! Bu yüzden lütfen bir iddiada bulunmadan önce daha iyi araştırma yapın!
Kaynak: Elmalılı M. Hamdi YAZIR, Kur'an-ı Kerim Tefsiri
UYKU İÇİN AYET
(Ey muhammed!) sana odaların ötesinden seslenenlerin çoğu, akılları ermeyen kimselerdir. eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu.
(Hucurat 4-5)
iddia: Muhammed kendi rahatına göre istediği gibi ayet yazdı! Hucurat 4-5 ayetlerini de uyku uyuyamaması üzerine uydurulmuş! Hem peygamberin uykusu neden kutsal bir kitapta yer alır?
Allah kitapta birçok konuyu peygamber yada büyük şahsiyetlerin hikayeleri ile anlatır.
Örneğin; sabretmeyi Hz. Eyüp kıssası ile, araştırma, sorgulamayı hz.ibrahim kıssası ile, iffetli olmayı hz.Yusuf kıssası ile anlatması gibi! Buna benzer olarak bazı kuralları hz.Muhammed(sav)'in hayatndan örnekler ile bize anlatır!
Ayetin indiği olay:Beni Temim'den yetmiş veya seksen kişi kadar bir heyet gelmişti. Öğle sıcağında mescide girmişlerdi, Resulullah henüz uyuyordu. "Ey Muhammed! Bizim yanımıza çık!" diye bağırdılar, bunun üzerine uyandı ve çıktı.Olayın devamında ise bir şikayette bulunuyorlar.
İslamda insanlara saygı göstermek gerekir ve bu bir edep kuralıdır.
Aynı şekilde uyuyan birini rahatsız etmek yada müsait olmadığı halde evine girmek yanlış bir durumdur! Ki peygambere daha fazla saygı göstermek gerekir. Bu fikir kendi içinde tutarlıdır. Çünkü eğer peygamber saygı görmezse, söylediği dinsel emirler toplum tarafından kaale alınmaz.
Allah da, bu tehlikeyi müslümanlardan uzak tutmak için peygambere karşı bir edep kuralını bildirmiştir.Ayetin evrensel yönüne bakınca; herkesin bu saygı kurallarını benimsemesi lazım.
Ayrıca iddiayı ortaya atan kişinin düştüğü bir diğer problem de, peygamberin öğle uykusu için ayet uydurabilecek kadar uykuyu sevmesi iddiasıdır.
Oysa uykusu için ayet uyduran bir insan, kendisine gece namazını farz kılmamalıydı.Bildiğiniz üzere teheccüd namazı, gecede uykunun en tatlı yerinde kalkıp namaz kılmaktır. Bu ibadet müslümanlara farz değilken, kabul edilen görüğe göre sadece peygambere farz kılınmıştır. Peygamber hayatı boyunca gece namazı kılmak zorundaydı.
Yine aynı şekilde uykuyu bu kadar seven biri sabah namazını neden uydursun?
Sonuç: İddia değeri bile olmayan bu iftiranın düşünülmeden ortaya atıldığı açıktır!
(Hucurat 4-5)
iddia: Muhammed kendi rahatına göre istediği gibi ayet yazdı! Hucurat 4-5 ayetlerini de uyku uyuyamaması üzerine uydurulmuş! Hem peygamberin uykusu neden kutsal bir kitapta yer alır?
Allah kitapta birçok konuyu peygamber yada büyük şahsiyetlerin hikayeleri ile anlatır.
Örneğin; sabretmeyi Hz. Eyüp kıssası ile, araştırma, sorgulamayı hz.ibrahim kıssası ile, iffetli olmayı hz.Yusuf kıssası ile anlatması gibi! Buna benzer olarak bazı kuralları hz.Muhammed(sav)'in hayatndan örnekler ile bize anlatır!
Ayetin indiği olay:Beni Temim'den yetmiş veya seksen kişi kadar bir heyet gelmişti. Öğle sıcağında mescide girmişlerdi, Resulullah henüz uyuyordu. "Ey Muhammed! Bizim yanımıza çık!" diye bağırdılar, bunun üzerine uyandı ve çıktı.Olayın devamında ise bir şikayette bulunuyorlar.
İslamda insanlara saygı göstermek gerekir ve bu bir edep kuralıdır.
Aynı şekilde uyuyan birini rahatsız etmek yada müsait olmadığı halde evine girmek yanlış bir durumdur! Ki peygambere daha fazla saygı göstermek gerekir. Bu fikir kendi içinde tutarlıdır. Çünkü eğer peygamber saygı görmezse, söylediği dinsel emirler toplum tarafından kaale alınmaz.
Allah da, bu tehlikeyi müslümanlardan uzak tutmak için peygambere karşı bir edep kuralını bildirmiştir.Ayetin evrensel yönüne bakınca; herkesin bu saygı kurallarını benimsemesi lazım.
Ayrıca iddiayı ortaya atan kişinin düştüğü bir diğer problem de, peygamberin öğle uykusu için ayet uydurabilecek kadar uykuyu sevmesi iddiasıdır.
Oysa uykusu için ayet uyduran bir insan, kendisine gece namazını farz kılmamalıydı.Bildiğiniz üzere teheccüd namazı, gecede uykunun en tatlı yerinde kalkıp namaz kılmaktır. Bu ibadet müslümanlara farz değilken, kabul edilen görüğe göre sadece peygambere farz kılınmıştır. Peygamber hayatı boyunca gece namazı kılmak zorundaydı.
Yine aynı şekilde uykuyu bu kadar seven biri sabah namazını neden uydursun?
Sonuç: İddia değeri bile olmayan bu iftiranın düşünülmeden ortaya atıldığı açıktır!
HZ.MUHAMMED DİYE BİRİ YAŞADI MI?
iddia: Muhammed adında bir peygamber yaşadığını nerden biliyoruz? Belki de birileri tarafından uydurulmuş bir peygamber figürü?
Belki bazılarınızın aklından şu geçiyordur "ortaya atılan iddianın saçmalığına mı güleyim yoksa adminin bu iddiayı ciddiye alıp cevap vermesine mi🙂"
Her ne kadar tarihçiler bu tür saçma iddiaları önemseme bile Zeitgeist ve Religulous gibi belgeseller ellerinde kaynak olmasa da bu tür iddialar atıyorlar ortaya.
Ki iddia sahibinin tek amacı Müslümanları uğraştırmak ama bu iddiayı ciddi ciddi savunan ateistler de var!
Neyse eksik kalmasın buna da değinelim;
Her branşın kanıt tanımı farklıdır. Örneğin hukukta şüpheden uzak olmasına dikkat edilirken, felsefede pratik ve teorik gözlemlere uygun olmasına dikkat edilir, bilimde ise elde edilmiş gözlem ve deneye bakılır.
Peki, Orta Çağ’ın başlarında yaşamış bir insanın yaşadığına dair nasıl bir kanıt olabilir? Bu dönemde yaşamış birinin kanıtı için doğum belgesi yada video kaydı tarzı şeyler istemek mantıklı olmasa gerek!
Ancak o dönemde o insan adına yazılmış belgeler ya da tarihçilerin bir şekilde ondan bahsettiği belgeler bir kanıt yükümlülüğü taşıyabilir.
Elbette Hz. Muhammed’in var olduğuna dair görülen en büyük tarihi kanıt koskoca "İslam tarihi!"
Kimileri “İyi de bunlar zaten çoğunlukla Müslümanların eserleri, tarafsız olmalarını bekleyebilir miyiz?” diyebilirler.
Peygamber’i konu alan gerek Müslümanların yazdığı gerekse Müslüman olmayanların yazdığı bütün bu eserler halk tarafından kurgulandı, Arap halkı bir araya gelip böyle bir oyun hazırladı ve Kur’an-ı Kerim’i o Arap halkı yazdı.” gibi bir söz söylemek dayanaksız bir komplo teorisinden öte bir şey olmayacaktır.
Peki İslam tarihi dışındaki birkaç kaynağa bakalım;
Robert G. Hoyland’ın İslâm’dan bahseden ilk kaynakları konu edindiği "Seeing Islam as Others Saw It" adında bir kitabı vardır. Kitabın içinde dönemin Müslüman olmayan kimselerin metinleri ve Müslüman olan kimselerin metinleri Yunan kaynakları, Kıpti ve Ermeni kaynakları, Doğu-Batı Suriye kaynakları, Latin kaynakları ve Çin kaynakları vardır.
Bu kaynaklarda Hz. Muhammed’ten bahsedilmektedir. Örneğin Temmuz 634 tarihinde yazılan Doctrina Jacobi (Jacob’ın Öğretileri) eserinde Araplar arasında peygamber olduğunu iddia eden bir kişinin olduğuna değinilir.
Papaz Thomas, 640 yılında yayınlanan eserinde Hz. Muhammed’ten söz eder.
Bagratuni Piskoposu Sebeos ise 660 yılında yazdığı eserinde bir tüccar olan Hz. Muhammed’ten söz eder.
John bar Penkaye ise 680’lerde yazdığı eserinde Hz. Muhammed’ten söz eder.
Süryani ortodoks Eddessa papazı Yakup(640-708) yıllarında kaleme aldığı eserinde hz.Muhammed'ten bahseder.
Yine aynı şekilde Corpus Scriptorum Christianorum Oriantalium eserinde de peygamberin ismi ve savaşları geçer.
Bununla beraber, Hz. Muhammed’in farklı ülkelerin krallarına yazdığı İslâm’a davet mektupları da elimizde bulunmaktadır.
Örneğin bunlardan bir tanesi olan Mısır hâkimi Mu-kavkıs'a Kahverengi bir deri üzerine siyah mürekkeple yazılmış olan on iki satırlık mektup Topkapı sarayında mukaddes emanetler kısmında bulunuyor.
Yine ayrıca İstanbulu fetheden komutanın Fatih olduğu nasıl ki tarihi kanıt ise Mekkeyi fetheden komutanın da hz.Muhammed oldugu açıkça tarihi kanıttır. Birine inanırken diğerini reddetmenin rasyonel bir sebebi olamaz!
Aslında bu tür absürd bir iddianın cevabını çok fazla uzatmaya gerek bile yok.
Günümüze ulaşan Kur'an örnekleri, o zamanda yapılan mabetler, yazılan mektuplar, hadisler, o dönemden kalan kutsal emanetler olsun, çevre ülkeler ile olan ilişkiler olsun, tarihçilerin kaynakları dahil binlerce tarihi belge ortaya konulabilir.
Ki peygamberin yaşamadığına dair elimize ulaşan tek bir tane tarihi belge de yok!
Sonuç: Açıkçası iddia değeri bile taşımayan bu tür itirazlara hafif bir tebessüm😊 ile cevap vermek bile iddiayı ciddiye alıp araştırma yapmaktan daha mantıklı!
Kaynaklar;
http://topkapimuzesi.com/node/25
https://mantiksalteizm.com/hz-muhammed-gercekten-yasadi-mi/
http://blog.milliyet.com.tr/bizans-kaynaklarinda-hz--muhammed/Blog/?BlogNo=327140
[1] R. G. Hoyland, “Seeing Islam As Others Saw It: A Survey And Evaluation Of Christian, Jewish And Zoroastrian Writings On Early Islam”(New Jersey: The Darwin Press, 1997), ss. 55-61.
[2] R. G. Hoyland, a.g.e., ss. 118-120.
[3] R. G. Hoyland, a.g.e., ss. 124-132.
[4] R. G. Hoyland, a.g.e., ss. 194-200
iddia: Muhammed adında bir peygamber yaşadığını nerden biliyoruz? Belki de birileri tarafından uydurulmuş bir peygamber figürü?
Belki bazılarınızın aklından şu geçiyordur "ortaya atılan iddianın saçmalığına mı güleyim yoksa adminin bu iddiayı ciddiye alıp cevap vermesine mi🙂"
Her ne kadar tarihçiler bu tür saçma iddiaları önemseme bile Zeitgeist ve Religulous gibi belgeseller ellerinde kaynak olmasa da bu tür iddialar atıyorlar ortaya.
Ki iddia sahibinin tek amacı Müslümanları uğraştırmak ama bu iddiayı ciddi ciddi savunan ateistler de var!
Neyse eksik kalmasın buna da değinelim;
Her branşın kanıt tanımı farklıdır. Örneğin hukukta şüpheden uzak olmasına dikkat edilirken, felsefede pratik ve teorik gözlemlere uygun olmasına dikkat edilir, bilimde ise elde edilmiş gözlem ve deneye bakılır.
Peki, Orta Çağ’ın başlarında yaşamış bir insanın yaşadığına dair nasıl bir kanıt olabilir? Bu dönemde yaşamış birinin kanıtı için doğum belgesi yada video kaydı tarzı şeyler istemek mantıklı olmasa gerek!
Ancak o dönemde o insan adına yazılmış belgeler ya da tarihçilerin bir şekilde ondan bahsettiği belgeler bir kanıt yükümlülüğü taşıyabilir.
Elbette Hz. Muhammed’in var olduğuna dair görülen en büyük tarihi kanıt koskoca "İslam tarihi!"
Kimileri “İyi de bunlar zaten çoğunlukla Müslümanların eserleri, tarafsız olmalarını bekleyebilir miyiz?” diyebilirler.
Peygamber’i konu alan gerek Müslümanların yazdığı gerekse Müslüman olmayanların yazdığı bütün bu eserler halk tarafından kurgulandı, Arap halkı bir araya gelip böyle bir oyun hazırladı ve Kur’an-ı Kerim’i o Arap halkı yazdı.” gibi bir söz söylemek dayanaksız bir komplo teorisinden öte bir şey olmayacaktır.
Robert G. Hoyland’ın İslâm’dan bahseden ilk kaynakları konu edindiği "Seeing Islam as Others Saw It" adında bir kitabı vardır. Kitabın içinde dönemin Müslüman olmayan kimselerin metinleri ve Müslüman olan kimselerin metinleri Yunan kaynakları, Kıpti ve Ermeni kaynakları, Doğu-Batı Suriye kaynakları, Latin kaynakları ve Çin kaynakları vardır.
Bu kaynaklarda Hz. Muhammed’ten bahsedilmektedir. Örneğin Temmuz 634 tarihinde yazılan Doctrina Jacobi (Jacob’ın Öğretileri) eserinde Araplar arasında peygamber olduğunu iddia eden bir kişinin olduğuna değinilir.
Papaz Thomas, 640 yılında yayınlanan eserinde Hz. Muhammed’ten söz eder.
Bagratuni Piskoposu Sebeos ise 660 yılında yazdığı eserinde bir tüccar olan Hz. Muhammed’ten söz eder.
John bar Penkaye ise 680’lerde yazdığı eserinde Hz. Muhammed’ten söz eder.
Süryani ortodoks Eddessa papazı Yakup(640-708) yıllarında kaleme aldığı eserinde hz.Muhammed'ten bahseder.
Yine aynı şekilde Corpus Scriptorum Christianorum Oriantalium eserinde de peygamberin ismi ve savaşları geçer.
Bununla beraber, Hz. Muhammed’in farklı ülkelerin krallarına yazdığı İslâm’a davet mektupları da elimizde bulunmaktadır.
Örneğin bunlardan bir tanesi olan Mısır hâkimi Mu-kavkıs'a Kahverengi bir deri üzerine siyah mürekkeple yazılmış olan on iki satırlık mektup Topkapı sarayında mukaddes emanetler kısmında bulunuyor.
Aslında bu tür absürd bir iddianın cevabını çok fazla uzatmaya gerek bile yok.
Günümüze ulaşan Kur'an örnekleri, o zamanda yapılan mabetler, yazılan mektuplar, hadisler, o dönemden kalan kutsal emanetler olsun, çevre ülkeler ile olan ilişkiler olsun, tarihçilerin kaynakları dahil binlerce tarihi belge ortaya konulabilir.
Ki peygamberin yaşamadığına dair elimize ulaşan tek bir tane tarihi belge de yok!
Sonuç: Açıkçası iddia değeri bile taşımayan bu tür itirazlara hafif bir tebessüm😊 ile cevap vermek bile iddiayı ciddiye alıp araştırma yapmaktan daha mantıklı!
Kaynaklar;
http://topkapimuzesi.com/node/25
https://mantiksalteizm.com/hz-muhammed-gercekten-yasadi-mi/
http://blog.milliyet.com.tr/bizans-kaynaklarinda-hz--muhammed/Blog/?BlogNo=327140
[1] R. G. Hoyland, “Seeing Islam As Others Saw It: A Survey And Evaluation Of Christian, Jewish And Zoroastrian Writings On Early Islam”(New Jersey: The Darwin Press, 1997), ss. 55-61.
[2] R. G. Hoyland, a.g.e., ss. 118-120.
[3] R. G. Hoyland, a.g.e., ss. 124-132.
[4] R. G. Hoyland, a.g.e., ss. 194-200
İKİ KALPLİ YARATMADI
iddia: Allah ayette insanı iki kalpli yaratmadığını söylüyor ise George Libbert nasıl iki kalpli olur?
Önce ilgili ayeti bakalım;
Allah bir adamın içinde iki kalb yaratmamış; ziharda bulunduğunuz eşlerinizi de anneleriniz (gibi) kılmamıştır. Evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız yapmamıştır. Bunlar ağızlarınızda dolaşan (hüküm ifade etmiyen) sözlerinizdir. Allah hakkı söyler ve doğru yolu gösterir. (Ahzap 4)
Not: George Libbert, 1906'da ölünce otopsi sonucu iki kalpli olduğu anlaşılan bir Alman vatandaşı. Kendisi aynı zamanda 3 bacaklı olarak doğmuştur.
Kuranda kalp sözcüğünün geçtiği ayetlere bakarsanız şunu farkedersiniz; Allah hemen hemen Kur'an'ın hiç bir yerinde kalp sözcüğünü kan pompalayan organ anlamında kullanmamış.
Kalp sözcüğü genelde mecazi olarak kullanılır. Bu ahzap 4 ayetindeki kalp sözcüğünü de bütün tefsir alimleri mecazi olarak yorumlamışlar.
Ateist arkadaş kalp sözcüğünün bu ayette organ olarak kullanıldığı konusunda ısrar ederse 1906 yılından önceki tefsirlere de bakabilir.
Bütün tefsirleri okumuş ve aynı zamanda Kuran'ı en az 6393747 kere okuyan ateist arkadaş acaba neye göre organ anlamında kullanıldığını iddia ediyor?
Peki ayetteki 2 kalpten kasıt nedir;
Cahiliye devrinde bir adam, karısının herhangi bir davranışına kızdığı zaman, ona, "sen bana anamın sırtı gibisin" derdi. Bunun üzerine karısı ona haram olurdu. Fakat bu boşanma sayılmazdı.
Yani kadın başkası ile evlenemediği gibi aynı zamanda kocasından da uzaklaşmış olurdu. Bir nevi ortada kalmış gibiydi.
Allah ayette bu uygulamanın yanlış olduğunu, bir kişinin hem anne hem de eş olamayacağını anlatır. Ayrıca evlatlık çocuğun biyolojik evlat sayılamayacağı da söyler.
Kısaca bu iki uyarıyı "iki kalp yaratmadı" diyerek mecazi olarak anlatmış ayette!
iddia: Allah ayette insanı iki kalpli yaratmadığını söylüyor ise George Libbert nasıl iki kalpli olur?
Önce ilgili ayeti bakalım;
Allah bir adamın içinde iki kalb yaratmamış; ziharda bulunduğunuz eşlerinizi de anneleriniz (gibi) kılmamıştır. Evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız yapmamıştır. Bunlar ağızlarınızda dolaşan (hüküm ifade etmiyen) sözlerinizdir. Allah hakkı söyler ve doğru yolu gösterir. (Ahzap 4)
Not: George Libbert, 1906'da ölünce otopsi sonucu iki kalpli olduğu anlaşılan bir Alman vatandaşı. Kendisi aynı zamanda 3 bacaklı olarak doğmuştur.
Kuranda kalp sözcüğünün geçtiği ayetlere bakarsanız şunu farkedersiniz; Allah hemen hemen Kur'an'ın hiç bir yerinde kalp sözcüğünü kan pompalayan organ anlamında kullanmamış.
Kalp sözcüğü genelde mecazi olarak kullanılır. Bu ahzap 4 ayetindeki kalp sözcüğünü de bütün tefsir alimleri mecazi olarak yorumlamışlar.
Ateist arkadaş kalp sözcüğünün bu ayette organ olarak kullanıldığı konusunda ısrar ederse 1906 yılından önceki tefsirlere de bakabilir.
Bütün tefsirleri okumuş ve aynı zamanda Kuran'ı en az 6393747 kere okuyan ateist arkadaş acaba neye göre organ anlamında kullanıldığını iddia ediyor?
Peki ayetteki 2 kalpten kasıt nedir;
Cahiliye devrinde bir adam, karısının herhangi bir davranışına kızdığı zaman, ona, "sen bana anamın sırtı gibisin" derdi. Bunun üzerine karısı ona haram olurdu. Fakat bu boşanma sayılmazdı.
Allah ayette bu uygulamanın yanlış olduğunu, bir kişinin hem anne hem de eş olamayacağını anlatır. Ayrıca evlatlık çocuğun biyolojik evlat sayılamayacağı da söyler.
Kısaca bu iki uyarıyı "iki kalp yaratmadı" diyerek mecazi olarak anlatmış ayette!
NEDEN ATEİSTSİN?
Bir müslüman ve ateist sayfa admini arasında geçen bilindik diyalog;
M: Müslüman. AA: Ateist admin
M: sayfada neden sadece İslam'ı eleştiriyorsun?
AA: Çünkü İslamın yaygın olduğu Türkiyede yaşıyorum. Eğer İngiltere de yaşasaydım Hristiyanlığı, Hindistanda yaşasaydım Hinduizmi eleştirirdim.
M: Tamam da Türkiyede yaşıyorsun diye sadece İslam'ı mı eleştirecen?
AA: Yok hayır, Hristiyanlık ile ilgili de bir iki paylaşım var.
M: inanmıyorsan da saygı duy!
Ateist arkadaş kendince mantıklı cevaplar vermiş ama açıkçası bu cevaplar Türkiye'de ateizmin ne kadar düşük seviyede olduğunu gösteriyor.
Çünkü cidden bizim yerli ateistlerin çoğu ne ateizmin ne olduğunu biliyor ne de neden ateist olduğunu!
Ateizm "bulunduğu bölgenin dinini reddetmek" değildir. O yüzden Türkiye'de yaşıyorum Islam'ı elestirecem demek fazlasıyla cahilce bir cevap.
Ateizmin konusu Tanrıdır ve ateizm dinleri eleştirirerek savunulamaz. Her dinin yanlış olduğunu kanıtlasan bile bu ateizmin doğru bir görüş olduğu anlamına gelmez!
Bir ateiste neden ateist olduğunu sorduğumda genellikle İslam'ı kötüleyerek cevap veriyor. Oysa ben "neden İslam'ı terkettin" diye sormadım "neden ateist oldun" diye sordum!
Ateizm "İslam'ı reddetmekten ibaret bir ideoloji" de değil! O yüzden "Kuran'ı okudum ateist oldum, şu ayeti okudum ateist oldum, İslâm böyle o yüzden ateistim" şeklindeki cevaplar geçersiz!
Yada mesela bazen şöyle teklifler geliyor; "admin bana şu ayeti açıkla ateizmi bırakıp 5 vakit namaz kılacam"
Seviyenin düşüklüğüne bakar mısın? Sen cidden ateist misin yoksa anti-Müslüman gibi bir şey mi?
Bakın günümüz ateist filozoflarından Kai Neilsen bu konuda ne diyor:
1. Ateizm islama saldırmakla savunulamaz, çünkü Hristiyanlar da islamın geçersiz olduğunu iddia eder...
2. Ateizm Dinlere saldırmakla savunulamaz, çünkü deistler de dinlerin geçersiz olduğunu düşünür.
3. Ateizm tanrının varlık delillerine saldırmakla savunulamaz, çünkü Agnostikler de bu delillerin geçersiz olduğunu iddia eder.
Evet, tanrının varlık delilerinin geçersiz olduğunu ispat etmeniz bile yetmez! Sen sadece teist kişinin argümanının geçersiz olduğunu ispat ettin bir Tanrı olmadığını ispat etmedin daha!
Açıkçası, sabah akşam İslam'a saldırmak senin ne kadar aciz ve düşük seviyede bir ateist olduğunu gösterir? Neden ateist olduğunu hatta ateizmin ne olduğunu bile bilmiyorsun!
Eğer sağ elinle sol kulağını gösteriyor isen yani dinleri kötüleyerek açıklamaya çalışıyorsan "neden Müslüman değilsin" sorusundan sonra "neden minoan dinini seçmedin" diye sorarım?
Ve bu böyle devam eder gider! Ayrıca "çocuklar ölüyor, kadınlar tecavüze uğruyor, dünya kötü bir yer o yüzden Allah yok" şeklinde cevaplarınız var!
Hatta cevaplarınızın çoğu "acı, dert" gibi kavramların etrafında yoğunlaşmış olması ateizm görüşünüzün psikolojik oldugunu gösterir!
Bir Müslüman ve bir ateistin ilk olarak tartışması gereken konu "Tanrının varlığı" daha sonra ise "bu Tanrı'nın neden Zeus, vişnu değil de Allah olduğu"
Daha sonra peygamber, Kur'an, çelişki iddiaları, mucize, cin, melek, ahiret vb konular tartışılır.
Ayrıca bilimi babanızın tapulu malı sanmaktan vazgeçin. Kendinizi hümanist, hayvansever, özgür düşünceli, sorgulayan eşitlikçi vb. profillere bürünmek zorunda hissetmeyin.
Çoğunuzu samimi bulmuyorum açıkçası😊Ha ayrıca kendinizi nirvanada sanıp ona buna yobaz, gerici demekten de vazgeçin!
Bir müslüman ve ateist sayfa admini arasında geçen bilindik diyalog;
M: Müslüman. AA: Ateist admin
M: sayfada neden sadece İslam'ı eleştiriyorsun?
AA: Çünkü İslamın yaygın olduğu Türkiyede yaşıyorum. Eğer İngiltere de yaşasaydım Hristiyanlığı, Hindistanda yaşasaydım Hinduizmi eleştirirdim.
M: Tamam da Türkiyede yaşıyorsun diye sadece İslam'ı mı eleştirecen?
AA: Yok hayır, Hristiyanlık ile ilgili de bir iki paylaşım var.
M: inanmıyorsan da saygı duy!
Ateist arkadaş kendince mantıklı cevaplar vermiş ama açıkçası bu cevaplar Türkiye'de ateizmin ne kadar düşük seviyede olduğunu gösteriyor.
Çünkü cidden bizim yerli ateistlerin çoğu ne ateizmin ne olduğunu biliyor ne de neden ateist olduğunu!
Ateizm "bulunduğu bölgenin dinini reddetmek" değildir. O yüzden Türkiye'de yaşıyorum Islam'ı elestirecem demek fazlasıyla cahilce bir cevap.
Ateizmin konusu Tanrıdır ve ateizm dinleri eleştirirerek savunulamaz. Her dinin yanlış olduğunu kanıtlasan bile bu ateizmin doğru bir görüş olduğu anlamına gelmez!
Bir ateiste neden ateist olduğunu sorduğumda genellikle İslam'ı kötüleyerek cevap veriyor. Oysa ben "neden İslam'ı terkettin" diye sormadım "neden ateist oldun" diye sordum!
Yada mesela bazen şöyle teklifler geliyor; "admin bana şu ayeti açıkla ateizmi bırakıp 5 vakit namaz kılacam"
Seviyenin düşüklüğüne bakar mısın? Sen cidden ateist misin yoksa anti-Müslüman gibi bir şey mi?
Bakın günümüz ateist filozoflarından Kai Neilsen bu konuda ne diyor:
1. Ateizm islama saldırmakla savunulamaz, çünkü Hristiyanlar da islamın geçersiz olduğunu iddia eder...
2. Ateizm Dinlere saldırmakla savunulamaz, çünkü deistler de dinlerin geçersiz olduğunu düşünür.
3. Ateizm tanrının varlık delillerine saldırmakla savunulamaz, çünkü Agnostikler de bu delillerin geçersiz olduğunu iddia eder.
Evet, tanrının varlık delilerinin geçersiz olduğunu ispat etmeniz bile yetmez! Sen sadece teist kişinin argümanının geçersiz olduğunu ispat ettin bir Tanrı olmadığını ispat etmedin daha!
Açıkçası, sabah akşam İslam'a saldırmak senin ne kadar aciz ve düşük seviyede bir ateist olduğunu gösterir? Neden ateist olduğunu hatta ateizmin ne olduğunu bile bilmiyorsun!
Eğer sağ elinle sol kulağını gösteriyor isen yani dinleri kötüleyerek açıklamaya çalışıyorsan "neden Müslüman değilsin" sorusundan sonra "neden minoan dinini seçmedin" diye sorarım?
Ve bu böyle devam eder gider! Ayrıca "çocuklar ölüyor, kadınlar tecavüze uğruyor, dünya kötü bir yer o yüzden Allah yok" şeklinde cevaplarınız var!
Bir Müslüman ve bir ateistin ilk olarak tartışması gereken konu "Tanrının varlığı" daha sonra ise "bu Tanrı'nın neden Zeus, vişnu değil de Allah olduğu"
Daha sonra peygamber, Kur'an, çelişki iddiaları, mucize, cin, melek, ahiret vb konular tartışılır.
Ayrıca bilimi babanızın tapulu malı sanmaktan vazgeçin. Kendinizi hümanist, hayvansever, özgür düşünceli, sorgulayan eşitlikçi vb. profillere bürünmek zorunda hissetmeyin.
Çoğunuzu samimi bulmuyorum açıkçası😊Ha ayrıca kendinizi nirvanada sanıp ona buna yobaz, gerici demekten de vazgeçin!
PEYGAMBERLER ARASI FARK
iddia: bakara 253 ayetinde peygamberler arasında bazılarının üstün olduğu yazarken bakara 285 ayetinde ise peygamberler arasında fark olmadığı yazar. Bu çelişki değil mi?
Çelişki konusunda değil de peygamberler arasında fark olup olmadığı konusunda Müslümanlar da tek noktada birleşmiyor maalesef!
Bazıları hz.Muhammed'i olduğundan fazla abartarak hatta şirk seviyesine getirirken bazıları da nedense peygamberi itibarsızlaştırma yoluna gidiyor. Her iki taraf da maalesef bazı olayları çarpıtıyor!
Peki bu ayetlerde çelişki var mı?
Önce ilgili ayetlere bakalım;
Bakara-253: İşte Biz, o resûllerden bir kısmını, diğerlerinin üzerine faziletli kıldık. Allah, onlardan kimiyle konuştu, kimini de derecelerle yükseltti...
Bakara-285: Peygamber de, iman edenler de O’na indirilene inandı. Hepsi de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. “O’nun peygamberlerinden hiçbirinin arasında fark görmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Affını dileriz ey Rabbimiz, Dönüş sanadır" dediler.
Dikkat edilirse ilk yazdığım ayette görev ve mertebe olarak karşılaştırma yapılırken ikinci yazdığım ayette ise iman olarak karşılaştırma vardır.
Evet biz bakara 253 ayetinde dediği gibi "iman" olarak hepsine iman ettik. Yahudi yada hristiyanlar gibi bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemezlik yapmayız. İman olarak bütün peygamberler eşittir ve görevini yapmıştır ve Allahin tevhid dinini anlatmıştır!
Fakat böyle olmakla birlikte bazılarına bir üstünlük, ayrı bir rütbe verilmesi açısından elbette farklı olacaktır.
Örneğin kimine kitap verdi kimine sahife kimine de sadece vahyetti! Kitap sahibi peygamberlerin üstün olduğunu söyleyebiliriz! Yada diğer peygamberler belirli bir kavme gönderilmiş iken hz.Muhammed'in bütün insanlığa gönderilmesi de yine rütbe üstünlüğüdür!
Yada örneğin “Seni alemlere ancak rahmet olarak gönderdik.”(Enbiya, 21/107) ayetinin sadece hz.Muhammed için geçerli olması yine üstünlük belirtisidir.
Örneğin; Aynı renkte olan bir araba ve treni sadece renk konusunda kıyaslarsanız "aralarında fark yok" diyebilirsiniz ama kıyas diğer konulara geldiğinde farktan bahsedebiliriz.
Burda da iki farklı konuda peygamberler kıyaslanmış ve konu farklı olunca karşılaştırma sonucu da farklı olabilir.
Ayrıca peygamberi överken de şirke girmemeye dikkat etmeliyiz! Ki "alemlere rahmet" sıfatı gayet güzel ve yeterli bir sıfat!
Sonuç olarak çelişkili bir durumdan bahsedemeyiz!
Çelişki konusunda değil de peygamberler arasında fark olup olmadığı konusunda Müslümanlar da tek noktada birleşmiyor maalesef!
Bazıları hz.Muhammed'i olduğundan fazla abartarak hatta şirk seviyesine getirirken bazıları da nedense peygamberi itibarsızlaştırma yoluna gidiyor. Her iki taraf da maalesef bazı olayları çarpıtıyor!
Peki bu ayetlerde çelişki var mı?
Önce ilgili ayetlere bakalım;
Bakara-253: İşte Biz, o resûllerden bir kısmını, diğerlerinin üzerine faziletli kıldık. Allah, onlardan kimiyle konuştu, kimini de derecelerle yükseltti...
Bakara-285: Peygamber de, iman edenler de O’na indirilene inandı. Hepsi de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. “O’nun peygamberlerinden hiçbirinin arasında fark görmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Affını dileriz ey Rabbimiz, Dönüş sanadır" dediler.
Dikkat edilirse ilk yazdığım ayette görev ve mertebe olarak karşılaştırma yapılırken ikinci yazdığım ayette ise iman olarak karşılaştırma vardır.
Evet biz bakara 253 ayetinde dediği gibi "iman" olarak hepsine iman ettik. Yahudi yada hristiyanlar gibi bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemezlik yapmayız. İman olarak bütün peygamberler eşittir ve görevini yapmıştır ve Allahin tevhid dinini anlatmıştır!
Fakat böyle olmakla birlikte bazılarına bir üstünlük, ayrı bir rütbe verilmesi açısından elbette farklı olacaktır.
Örneğin kimine kitap verdi kimine sahife kimine de sadece vahyetti! Kitap sahibi peygamberlerin üstün olduğunu söyleyebiliriz! Yada diğer peygamberler belirli bir kavme gönderilmiş iken hz.Muhammed'in bütün insanlığa gönderilmesi de yine rütbe üstünlüğüdür!
Yada örneğin “Seni alemlere ancak rahmet olarak gönderdik.”(Enbiya, 21/107) ayetinin sadece hz.Muhammed için geçerli olması yine üstünlük belirtisidir.
Örneğin; Aynı renkte olan bir araba ve treni sadece renk konusunda kıyaslarsanız "aralarında fark yok" diyebilirsiniz ama kıyas diğer konulara geldiğinde farktan bahsedebiliriz.
Burda da iki farklı konuda peygamberler kıyaslanmış ve konu farklı olunca karşılaştırma sonucu da farklı olabilir.
Ayrıca peygamberi överken de şirke girmemeye dikkat etmeliyiz! Ki "alemlere rahmet" sıfatı gayet güzel ve yeterli bir sıfat!
Sonuç olarak çelişkili bir durumdan bahsedemeyiz!
Yorumlar
Yorum Gönder