YEK1-PDF (1.BÖLÜM)

pdf indirmek için:   https://www.printfriendly.com/p/g/8ZLZSD

YEK1-PDF (1.BÖLÜM)



İÇİNDEKİLER

1. ALLAH NEDEN YEMİN EDİYOR
2. ABDULLAH OĞLU MUHAMMED
3. NEDEN HZ.MUHAMMED(SAV)
4. LESLEY HAZLETON VE İLK VAHİY
5. ERKEĞE HURİ PEKİ KADINA?
6. KURANDA NEDEN KOMODO EJDERİ GEÇMİYOR?
7. CİZYE VERİNCEYE KADAR SAVAŞ
8. ERKEK SÜNNETİ SAĞLIĞA ZARARLI MI?
9. ÇOK EŞLİLİK?
10. KADIN-ERKEK VE İSLAM
11. KADINA YARIM MİRAS
12. KADINLAR SİZİN TARLANIZDIR AYETİ
13. AĞIR TAŞ PARADOKSU
14. KAFİRLERİ DOST EDİNMEYİN?
15. KOSKOCA EVRENDE ALLAH NEDEN İNSANI ÖNEMSİYOR
16. EVLATLIK EŞİ İLE EVLİLİK (ZEYD MESELESİ)
17. NUH TUFANI İDDİALARI
18.SORGULAMAK YASAK MI?
19. DOĞU VE BATI ARASI DÜZ DÜNYA
20.UZEYR ALLAH’IN OĞLU MU?


İNSTAGRAM: 111YEK111

ALLAH NEDEN YEMİN EDİYOR?

iddia: Allah kelamı olan Kuran’da bazı ayetlerde Yaratıcının, çeşitli vesilelerle çeşitli kavram ve olaylar üzerine yemin ettiği görülür. Bu durumun Allah kelamı bir metinde olmaması lazım, yemin etmek insani bir durumdur.

Bu iddianın ortaya çıkışı dillerdeki terminoloji bilgisizliginden kaynaklanır.

İddia sahibi Arapça ve Türkçe dilleri arasındaki "yemin" sözcüğünün farkını bilmediği için ortaya böyle bir iddia çıkıyor maalesef.

Peki yemin Kur'an'da veya Arapça dilinde hangi anlamlarda kullanılıyor?

İnsanoğlu tarih boyunca konuşmalarına ve sözlerine kuvvet vermek, muhatabını iknâ etmek, sözlerinin doğruluğuna güvenilmesini istemek ve bunu sağlamak için yemini kullanmıştır.

Ama Yeminin Arapça’da, Türkçe’de olduğu gibi sadece inandırma fonksiyonu yoktur.

Yani bizim bildiğimiz yemin şekli Allah için geçerli değil. Allah'in kendi indirdiği ayetlere inanmamız için yemin etmesi zaten (haşa) saçma olurdu.

Örneğin ahiret hayatının varlığından bahseden bir ayete bakan bir Müslüman; "burda Allah yemin etmemiş o yüzden pek emin olamadım" demez yada bir ateist de "Allah yemin ederse inanırım" demez.

Peki Kur'an'da neden yemin eder?

Arapça’da yemin aynı zamanda "dikkat çekmek" için kullanılır. Allah’ın Kuran’da sıkça yemin etmesinin sebebi anlatılan konuyu özellikle yemin edilen varlığı düşünmemizi ve sorgulamamızı istemesidir.

Örneğin asr süresinde insanların boşa zaman harcadığını,ziyanda olduğunu anlattığı surenin başında "asra" yemin ediyor.

Buna benzer şekilde bazen Kur'ana, bazen geceye bazen sabaha bazen kaleme bazen de yıldıza yemin eder yani dikkat çeker.

Türkçe’deki gibi buralarda inandırmayı güçlendirme fonksiyonu yoktur.

Yeminin dikkat çekmek için kullanıldığı Fecr suresinin 5. ayetinden de çok rahat bir şekilde anlaşılmaktadır:

Fecr 5 ayeti: “akıl sahipleri için bunda bir yemin var”. Bu ayette YEMİN kelimesinin İŞARET anlamında olduğu çok açıktır.

Ayrıca eğer dikkat ederseniz yemin geçen ayetler genelde surelerin ilk ayetleri olur. Yani öncesinde inandırma anlamında kullanmak için bir olay örgüsü yok. Ayetin girişinde özellikle dikkatleri toplamak için geçtiği açıktır.

Sonuç : Türkçe dilinin mantığıyla Arapça yazılmış bir metne bilgisizce ve önyargıyla bakıp "hata buldum" demek iddia sahibini zor ve komik duruma sokan bir durumdur.

ABDULLAH OĞLU MUHAMMED

Bu yazıda Abdullah oğlu Muhammed dürüst mü yoksa yalancı mı sorusuna karşı size yardımcı olmak için  hem peygamber hem de Kur'an ile ilgili bazı sorular sormak istiyorum?

1)Hangi batıl din uykunun en güzel saatinde sabah namazı kılmamızı ister? Yada günde 5 vakit neden bizi yoruyor?

2) Yada biri uydurduğu bir ilah icin neden sabaha kadar teheccud namazı kılar ki? Hem de kendisine farz!

3)Peygamberi tek başına namaz kılarken de görüyorlar! Yanında kimse yok iken neden namaz kılıyor, kimi kandırıyor ki?

4)Batıl bir şey için neden kendine ve inananlara bu kadar zorluk yüklüyor?

5)Batıl olsa en azından savaşta namaz kılmayın derdi. Savaşın ortasındasın ortasında canının derdine düşmesi gerekir iken neden namazı ihmal etmiyor?

6) peki suyun zor bulunduğu bir coğrafyada neden abdest almayı emrediyor?

7) Herşeyi bırak neden orucu emrediyor? Kendi uydurduğu bir din için neden kendini ve inanları aç bırakıyor?

8) Herseyin kolay olanını istemeye programlı bir insan neden kendine zorluk çıkarır? Kendi uydurduğu bir dine neden bu kadar bağlı kalıyor ve taviz vermiyor?

9) Amacı iktidar, para, kadın mı? Peygamberlikten vazgeçmesi için hepsi teklif edildi ama o "güneşi sağ elime ayı sol elime dahi verseniz ben davamdan vazgeçmem" dedi!

10) Tebliğ için gittiği Taif'ten taşlanarak, yüzü gözü kan içinde dönüyor? Batıl birşey için neden bu zulmü göze aldın?

11) Mekke'de Müslümanlara boykot uygulanıyor. 3 yıl süren boykotta eşi Hz.Hatice bütün servetini harcıyor Müslümanlar için! Uydurma bir din için neden parasını harcıyor bu adam?

12) Diğer devletlerin krallarına İslam'a davet amaçlı mektuplar gönderiyor! Iktidar sizin olsun ama halkınıza İslam dinini anlatın diyor. O devletten para kazanmayacaksa bu adam neden onların imanını düşünüyor?

13) Eşi zengin, ticaretle uğraşan mutlu bir yuvaya sahip bir adam neden kendisine ve ailesine bu zulmü ediliyor?

14) Herkes delicesine putlara taparken bu adam hangi cesaretle bunları reddedip bir olan Allah'a yapın diyor? Kime güveniyor?

15) Maide 67 ayetinde "Allah seni koruyacak" diyor? Zamanın mafya babaları bu adamı neden öldüremedi?

16) Saff 8 ayetinde "Allah nurunu tamamlayacak" diyor? Ve bu adam inen son ayete kadar yaşıyor nuru da tamamlıyor! Kim korudu bunu?

17) Ömer bin hattap kılıcını çekmiş bu adamı öldürmeye gidiyor evine ama evden hz.Ömer olarak çıkıyor! Hz.Ömer'e ne anlattı da onu yanına çekti?

18) Savaşa gidiyorsun düşman 3 katın? Mantıklı olan çekilmektir. Ama bu adam yenilme oranı fazla olmasına rağmen savaşıyor? Batıl bir için fazla cesaretli değil mi?

19) Insanları bu kadar kendine bağlıyabiliyorken neden kendini ilah ilan etmek yerine tanrı tasavvurları sağlam bir ve tek olan Allah'â iman edin diyor bu adam?

20) Edebi yönü bu kadar kaliteli olan Kur'an'ı başlarda okuma yazma bilmeyen bu adam mı yazdı? Zamanın şairlerini bile şaşkınlığa düşüren bu kitabı kim yazdı?

21) Bu adam birilerinden yardım alarak mi bu kitabı uydurdu? Peki etrafında onun her hareketine her sözüne önem veren binlerce sahabeden kimse farkedemedi mi onun sahtekar olduğunu?

 22) Binlerce kişi de mi bu oyunun bir parçasıydı? Peki bu kişiler sormadı mi batıl bir din için neden ibadet ediyoruz diye?

23) fetih suresi 27 ve 28. ayetlerinde açıkça mekke fethedecekleri yazıyor? Ve gerçekten de bir süre sonra Müslümanlar mekkeyi alıyor! Eğer bu fetih olmasaydı Kur'an yalanlanırdı. Peki kitabı bu adam uydursa neden böyle risk alsın?

24) Rum suresi 2-4 ayetleri arasında Rumların Persleri yakın zamanda yeneceğini geçer. Ve gerçekten de bu ayetten birkaç sene sonra bu gerçekleşiyor!

25)  Tebbet suresinin ilk ayetlerinde Ebu leheb'in iman etmeden cehenneme gideceği yazar. Ebu leheb yalandan olsa iman etse ayet yalanlanırdı ama gerçekten iman etmeden ölüyor!

26) Hayatında yalan söylememiş dürüst bir adam neden böyle büyük bir yalan atsın?

27) Vahşi, gaddar bir toplumu ıslah etmek için mi yaptı bunu? Peki neden Kur'an'da toplumsal ayetlerin yanında ibadet, itikad ayetlerine de yer verdi? Toplumsal bir düzen için putları reddetmenin ne gereği var?

28)Kur'an'da hayvanların, bitkilerin, insanın, evrenin yaratılışına bakmamızı isteyen ayetler var. Bu adam o zamanda bunlar hakkında ne biliyor ki bunları istiyor bizden?

29) Hangi kuvvetle içkiyi, fuhuşu yasaklıyor? Binlerce insan neden bu kadar kolay vazgeçiyor rahat hayatından bu adam için?

30) Bu adam nasıl bu kadar kişiyi etkiledi? Hz.Ali, hz.Ebubekir gibi kaliteli kişileri nasıl yetiştirdi? Bu adam Sosyoloji mi okudu psikoloji mi?

31) Kur'an'daki bilimsel ayetleri nasıl uydurdu? Bu adam Astronomi mi okudu biyoloji mi okudu?

32) hem hz.Muhammed(sav) döneminde hem de daha sonraları tarihte birçok kişi peygamberlik iddiasında bulundu? Hangisi başarılı olabildi? İsimleri bile duyulmadan tarihten silindiler.

33) Kur'an'da peygamberi uyaran ayetler bile var! Peki peygamber kendi kendini mi uyarıyor?

Bu adam 23 yılı peygamber olmak üzere 63 yıl o insanlar arasında yaşadı? Hiç mi açığını bulamadılar? Nasıl anlamadılar sahtekar olduğunu? Oysa  sahtekar birini ifşa etmek için 1 gün bile yeter!

+“Ey Kureyşliler, şu dağın ardında size saldırmak üzere olan bir düşman ordusu var, desem bana inanır mısınız?”

-“Evet, inanırız. Zira biz senin bugüne kadar yalan söylediğini hiç duymadık. Seni doğru sözlü biri olarak biliriz.”

O adam kesinlikle yalan söylemedi! Salat ve selam olsun onun adı MUHAMMED!!

NEDEN HZ.MUHAMMED(SAV)

Bilirisin ki, Sigara gibi  küçük bir adeti, küçük bir kavimde  büyük bir hakim, Büyük bir hikmetle, ancak kaldırabilir.

Doktorlar sigara içmenin  sayısız zararlarını ilan ediyorlar. Bu konuyla alakalı bir çok tv programı, videolar da yapıldı, makalelerde yazıldı ama yok! İnsanların çoğu alışkanlığı bırakamıyor. 

Dünyada ,yaklaşık olarak 1 milyar insan  hala sigara bağımlısı. Sadece sigara gibi küçük bir adetten bahsediyorum. Yani şu bir gerçek ki bir alışkanlığı bırakmak, bağımlılıklardan kurtulmak fazlasıyla zor..

Ama bir adam vardı! Bu zat, insanların damarlarına kadar işlemiş adetleri, akışkanlıkları tek başına kısa bir sürede alt üst etti..

Salat ve selam olsun:onun adı MUHAMMED! 

1400 sene önceydi! Mekkede arap toplumunda inanılması güç adetler vardı.  Bu kadar vahşi insanları asla göremezsiniz!  Kız çocukları toprağa canlı olarak gömülüyordu. 

Buna inanabiliyor musunuz? Ve bu büyük bir adetti ve bununla  gurur duyuyorlardı. Ve aynı zamanda cinsellik bağımlısıydılar, alkol bağımlısıydılar. Sürekli sarhoş haldelerdi. 

Hem aşırı şekilde ırkçılardı, faiz umumı birşeydi, kadınların değeri yoktu. Mesela birisi ölürse, onun karısı ilk talip olan tarafından  sahip olunuyordu. 

Buna inanabiliyor musunuz?Demek istediğim, pek çok   inanılması güç adet vardı ve  arap kabilelerindeki insanlar ve o arap toplumu, o zamanın en vahşi insanlarıydı.

 Ve sonra Hz. Muhammed (S.A.V) geldi…

Ümmi idi. Yani okuma yazma bilmiyordu… herhangi bir psikoloji okulunu bitirmemişti!  Herhangi bir okulun sosyoloji bölümde okumamıştı!  Herhangi bir felsefe kitabı da okumamıştı!

Ama bazı şeyler hakkında konuşmaya başladı. Yani, bazı tehlikeli şeyler!  İnsanlara yeni mesajlar getirmeye başladı. Ama bu mesajlar onun için gerçekten tehlikeliydi.

Ve herhangi bir gücü de yoktu.Ama ilginç olan şu ki, bazı insanlar yavaş yavaş etkilenmeye ve onu takip etmeye başaldılar. Ve eğer o zamanda, onu takip etmeye başlıyorsanız, Mekkelilerin inanılmaz işkencelerini kabul ediyorsunuz demektir!

Bu enteresan değil mi ? yani neden? O size dünyaca cazip bir şey vaad etmedi ki!  Tam tersine Mekkelilerle ciddi problemler yaşıyacaksınız dedi. İşkenceler, sürgünler, hor görülmeler vs.. 

E o zaman neden bu korkunç durumu kabul ediyorsunuz? Ve sonra değişmeye başladılar, hayat tarzlarını değiştirmeye başladılar.  O ne söylediyse dinlediler, vahşi adetlerini bırakmaya başladılar.    
Mesela ömer ibn el hattab, daha önce bir alkol bağımlısıydı. Evet bu doğru.  Ama peygamberimiz (sav) ile tanıştıktan sonra,  bütün insanlık için “adalet sembolü” olan bir adam oldu. 

Arkadaşlar  psikologlar, doktorlar bu adam üzerinde çalışmadı.  Sadece okuma yazma bilmeyen birisi! nasıl?Nasıl olur bu! 

Evet çünkü burada vahiy var. Bu etki bir insan tarafından yapılmış olamaz, bu imkansız!  Ve sadece bir kişi değil, koca koca toplumlar sadece 1 adam  ile inanılmaz sekilde değişime uğradı. 

Bu arda yeni getirdiği kurallar da inşan  nefsinin hoşuna gidecek şeyler değildi.
Mesela oruç,5 vakit namaz, zekat, içki yasağı… bunlar bizim nefsimiz için cazip şeyler değil, doğrumu? 

Ama alkol yasağı ile ilgili ayet geldiğinde medine sokaklarında şaraplar akmış… neden? Ne oldu?  Modern uzmanlar içkinin zaralarını açıkladıkları halde bunu yapamıyorlar, doğru mu ?   

Ve müslüman olduktan sonra bu insanların %80 i diğer insanlara öğretmek için Arabistanı terk ederken dünyanın farklı yerlerine dağıldılar.  Ve sayıları binlerdi.
 ‎
Böyle hızlı büyüme asla göremezsiniz.Ve peygamberimiz(asm)'ın tüm ashabı, arkadaşları,  Müslümanlar için 140 yıl boyunca rol model oldular. 

Ama bu adamlar hz Muhammed'den önce aşırı dercede vahşi insanlardı. Tarihte böyle bir dönüşüm yok.Ama hala hz Muhammed'in peygamberliğini inkar ediyorsunuz. 

İslam alimlerinden Bediüzzamanın sizin için bir iddası var.Diyor ki: Arap yarımadasını asrı saadeti(peygamber dönemi) göremeyenlerin  gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzlerce filozofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar!

O zatın o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?

Bilimler yüksek seviyelere ulaştı değil mi?  Psikoloji bilimimiz var, sosyoloji bilimimiz var, uzmanlarımızda var değil mi? Tamam o zaman..

Bir grup sosyoloji uzmanını alın, bir grup psikoloji uzmanını da alın ve Arabistan'a gidin.Ve 10 sene boyunca  çalışın.Ve bazı değişiklikler yapmaya çalışın. 

Mesela yeni bir din getirin, yeni kurallar  ve sizin o “modern kitaplarınız” ile insanları kendinize inandırın.Bunu yapabilirmiydi?

Imkansız gibi değil mi? Biliyorsunuz şu modern dünyada hala ırkçılık sorununu bile çözemiyorlar.. 

O(sav) bunu en vahşi insanlar içinde 1400 sene önce çözdü.Dediki:  “siyahın beyaza,beyazında siyaha bir üstünlüğü yok” bu kadar! 

1400 yıldır Müslümanlar içinde siyah-beyaz problemi yok.Bakın ne diyeceğim ırkçılık problemini unutun.

Biz, basit bağımlılıklar konusunda, çocukları bile değiştiremiyoruz doğru mu? Bilgisayar  oynamamak ve  ödevlerini yapmak gibi konularda söz dinletemiyoruz..

Hz.Ebubekir zamanında Tuleyha, Secah, Esved gibi birçok sahte peygamber ortaya çıktı. Yine tarih boyunca birçok sahte peygamber ortaya çıktı.

Peki bunlardan hangileri başarılı olabildi ki? İsimlerini bile bilmiyoruz çoğunun değil mi?

Peki hz.Muhammed'in farkı neydi? Çocukluğunda çobanlık gençliğinde ticaret ile uğraşan biri nasıl ikna etti o vahşi insanları?

Zamanın mafya babalarına, kodamanlarına nasıl kafa tuttu? Kime güvendi? Arkasında kim vardı? Hangi kuvvet?

Kısacası bu dönüşümü yapmak imkansız, tüm bunları ancak bir peygamber çıkarabilir!!
Salat ve selam olsun onun adı hz.Muhammed(s.a.v)!

LESLEY HAZLETON VE İLK VAHİY

Kendisini Yahudi agnostik olarak tanıtan yazar Lesley Hazleton, bir konuşmasında objektif bir şekilde peygamberimizden bahsediyor. Hz.Muhammed(sav)'i bir insan olarak anlamaya çalıştığını ve bu düşünme sürecinde vardığı tespitleri paylaşıyor.

Özellikle ilk vahiy olayına değinen Hazleton, "vahiy almadı, kendi uydurdu" tezini gayet güzel bir şekilde çürütüyor.

Sözü yazar Hazleton'a bırakalım;

Nasıl oldu da Hz. Muhammed hakkında yazmaya karar verdim sorusuna gelirsek. Benim ilk tepkim, ''Nasıl olur da yazmam?''

Tüm zamanların en etkili kişilerinden birinden bahsediyoruz. Dünyasını köklü bir şekilde değiştiren ve bizim dünyalarımızı değiştirmeye hala devam eden bir adam.

Durum böyleyken, nasıl olur da bir çoğumuz onun hakkında bu kadar az şey biliyor? Ama onun hakkında yazılmış olan milyonlarca belki de milyarlarca kelime onu açığa vurduğu kadar belirsizleştiriyor da.

Ben bunlar arasında güçlükle yol almaya çalıştıkça gitgide tüm bu birikmiş gerilim yığını tarafından O'nun beli bükülmüş gibi hissettim.

Benim istediğim. Bu insan için gerçek bir hissedişti. Yaşadığı hayatın tüm karmaşıklığını ve canlılığını istedim.

Kısacası Muhammed'i bir bütün olarak görmek istedim. Yani bu insanı, çeşitli amaçlardan oluşan sanal bir mayın tarlasından uzak tutarak. Dini adanış ve duygusallık ve basmakalıplık ve peşin hükümlülükten de uzak tutarak.

Evimde yüzlerce cilt araştırma kitabı destesi varken bile, benim en değerli araştırma gerecim masama iğnelediğim bu tek kelimelik hatırlatma: ''DÜŞÜN''

İslam'ın kritik dönemecini dikkate alalım mesela:

610 yılında bir gece Muhammed'e olan şeyi. Mekke'nin hemen dışındaki bir dağda, oraya gitmişti, ve görünen o ki belki de bir iç sükuneti umuduyla.

O haleti ruhiye içinde en son umduğu şey vahyin, ilhamın kör edici ağırlığıyla karşılaşmaktı.Yani, o gecenin elimizdeki ilk rivayetlerinde beni vuran şey, pek de orada ne olduğu değildi. Orada ne olmadığıydı.

Ne olmadı; Muhammed, dağdan sevinçten havalara uçarak inmedi. ''Yaşasın, Allah'a sonsuz şükür!'' diye bağırarak dağdan aşağıya koşmadı.

Nur ve neşe saçmadı. Kendine eşlik eden melekler korosu ilahi müzik yoktu, coşku yoktu. Zevkten mest olmak yoktu. Altın bir hale sarmamıştı onu. Ve gelen vahiy, Kur'an'ın hepsi bile değildi. Sadece kısa beş ayet.

Bu vahiy tecrübesini, dünyevi kişisel hırslarını gizlemek için icat etmiş diye eleştirebileceğimiz hiçbir şey yapmadı.

Tam tersi, kendisine atfedilen kelimelerle söylersek, ilk başta, başına gelen şeyin gerçek olmadığına ikna olmuştu. En iyi ihtimalle, halüsinasyon olduğunu düşündü.

Kendi zihninin kendine oyun oynadığını en kötü ihtimalle de kötü bir cinin saldırısına uğradığını, belki de bir ruhsal varlığın kendisini aldattığını hatta içindeki hayatı ezdiğini...

Aslında ilk aklına gelen, en yüksek uçurumdan atlamak ve yaşadığı bu şeyin korkusundan kaçmaktı.

İnsanca ilkel bir korkuya kapılmıştı ve kafasındaki ikna değil şüpheydi..

O gece işittiği kelimelerin kendi içinden mi yoksa dışarıdan mı geldiğine hangisine inanırsanız inanın görünen o ki, Hz. Muhammed'in bu tecrübeyi yaşadığı kesinlikle açık.

Dolayısıyla, bu başlangıçta yaşadığı panik halindeki kafa karışıklığı, bu aşina olduğu herşeyden kopuş. bu zihnin kavrayabileceği herşeyden daha geniş olan bir güç tarafından kaplanmışlık hissi beni tamamen gerçekmişcesine bir hisle çarpıyor.

Bence, tek akla uygun tepki, böyle bir tepkiydi. Tek mantıklı tepki, tek insanca tepki.

Ve bu verdiği tepki, benim Hz. Muhammed'i bir sembol olarak değil, hatta bir konu/özne olarak değil; fakat bir insan olarak görmemi sağladı.
----------------------------------------------
Evet Hazleton, gerçekten güzel bir noktaya değiniyordu. ilk "oku" sesini duyduğunda "vay peygamber oldum" demedi gayet doğal bir şekilde korktu..

Eve de o korkuyla geldi, titreyerek eşi hatice annemize "beni sarıp örtünüz" diyordu. Kurgulanmış bir peygamberlik rahatlığı yoktu yüzünde tam tersine o duyduğu şeylerden kaçmak, saklanmak istiyordu!

ERKEĞE HURİ PEKİ KADINA?

iddia: Kuran'da cennet vaatlerinin hepsi erkekler içindir, kadına hiçbir ödül verilmiyor. Erkeğe huri denilen hizmetkarlar veriliyor peki ya kadına ne verilecek?

Sadece huri olayından yola çıkarak "cennette kadına hiçbir şey vaat edilmemiş" şeklinde bir iddiada bulunmak acaba kaçıncı seviye cahillik🤔

Hele bunlara yüce(!) feministler de katıldı mı kanser olmamak elde değil! Ee bizde de kandırılmaya dünden hazır Müslüman kızlar var maalesef..

Size daha önce ateistlerin istismar alanlarından bir tanesinin de kadın istismarı olduğunu söylemiştim..

2-3 Müslüman kadını kandırmak için sabah akşam hurilerden bahsederler ama mesela tur 24 ayetinde geçen gılmandan bahsetmezler..

Nedir gılman? Gılman, "genç delikanlı" anlamına gelir. Yani cennette sadece kadın hizmetçi denilen huriler yok, erkek hizmetçiler olan gılmanlar da var!

Hizmetlerine verilmiş, (kabuğunda) saklı inci gibi gençler etraflarında dönüp dolaşırlar.
(tur 24.ayet)

Hem huriler hem de gılmanlar ayetlerde güzellikleri ile anlatılır. Peki cennette cinsellik var mi? Soruya soruyla cevap vereyim; neden olmasın?

Ayetlerde net bir ifade ile cinsel ilişkiden bahsetmese de Rahman 56 ayetinde bir eş, çift durumundan bahsedilir.

Ayrıca bazı hadislerde dünyadaki evli çiftlerin cennette de birlikte olacakları geçer. Hatta cenneti kazanan kadınların hurilerden daha güzel olacağından da bahsedilir.

Ateistlere cinsellik kötü, çirkin bir şey mi, diye sorsan birisi de "evet" cevabını vermez.
Ee nie cennetteki cinselliğe karşısın?

Fantaziden fantaziye her türlü haltı yiyen tipler "Ödül olarak cinsellik vaat edilmesi saçma" şeklinde homurdanıyor..ne garip!

Cennet, pozitifin yani iyi ve güzel olan herşeyin olduğu bir mekan ise neden cinsellik olmasın? İslam cinselliğe karşı mı? Hayır, İslam cinselliğe değil zinaya karşı.

Ayrıca dikkat edin ben "erkeğe huri kadına gılman" verilir demiyorum. Sadece cennette huri olduğu gibi gılman da var diyorum.

Ben hem huri hem gılman hem de vildanların cenneti kazanan herkes için hizmet ettiğini söylüyorum.

Ayrıca Tur 24 ayetinde gılmanlardan bahsederken "gılmânun lehum" şeklinde erkek hitabı kullanılmış.

Bu yüzden bazı ateistler "gılmanlar da erkeklere hizmet içindir, eğer kadınlar için olsaydı lehunne demesi gerekirdi" şeklinde itiraz edebilir.

Şöyle ki Arapça'da kelimeler ve hitap şekillerinin de cinsiyeti vardır. Mesela kapı kelimesi eril iken pencere kelimesi dişildir.

Hatta Fransızca'da da aynı durum var ayrıca mesela İngilizce'de de "he/she" şeklinde cinsiyete göre zamir kullanılır.

Evet "onlar için" anlamına gelen lehum sözcüğü erkeğe hitap şeklidir ama Kur'an'da bu erkeğe hitap şekli her zaman iki cins için kullanılır.

Şöyle ki mesela "ey iman edenler" tabiri Arapça'da erkekler için “Yâ eyyühellezîne âmenû”, kadınlar için ise “Yâ eyyetühellatî amenne”  şeklindedir normalde.

Kur'an'da ise erkek hitap şekli kullanılır. Ve bu hitap kullanılmasına rağmen bunun herkesi kastettiğini biliyoruz.

Eğer kadına özel bir emir varsa o zaman Kur'an, kadın hitap şeklini kullanır. Mesela başörtüsü ayetlerinde kadına hitap şekli var

Ama bu hitap yoksa herkesi kapsadığı anlamındadır.O yüzden gılmanlar için kullanılan hitap şekli de herkesi kapsar.

Ayrıca diğer cennet ayetlerine baktığımızda vaat edilen ödüllerin hepsi hem kadın hem erkek içindir.

ilgili birkaç ayet;

Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaad buyurdu...(tevbe 72)

O gün inanan erkekleri ve inanan kadınları görürsün ki nurları, önlerinde ve sağlarında koşuyor...! (Hadid 12)

Sonuç olarak iddia sahibinin cenneti huri seviyesine düşürmesi ve böyle kurnazca bir yola başvurması acizliğini gösterir sadece..

KURANDA NEDEN KOMODO EJDERİ GEÇMİYOR?

iddia:Kuran'da ismi geçen hayvanlar sadece peygamberinizin yaşadığı bölgeye ait. Allah neden Kur'an'da penguenlerden bahsetmiyor yoksa haberi yok mu onlardan?

Çoğumuzun aşina olduğu bir iddia. Tabi hızını alamayan ateist arkadaş "neden Kur'an'da klima, düdüklü tencere, tiktok videosu geçmiyor" diye de sorabilir🙂

Neyse öncelikle Kur'an'da ismi geçen hayvanlara bakalım; deve, sivrisinek, katır, buzağı, inek, yılan, çekirge, eşek, dev balık, domuz, at, kurt, sinek, bıldırcın, koyun, kurbağa, örümcek, karga, kelebek, fil, maymun, aslan, bit-kene, köpek, keçi karınca, arı, hüdhüd.

Peygamberimizin yaşadığı yerde çöl iklimi hakim ve bu ismi geçen hayvanlardan sadece deve bu ortama ait. Diğer hayvanların hepsi ise çoğu iklimde bulabileceğiniz dünya üzerinde yaygın hayvanlar. Yani iddia edildiği gibi canlıların hepsi çöl iklimine ait değil.

Ayrıca bir kitapta bir hayvanın isminin geçmemesi yazarın o hayvanı bilmediği anlamına gelmez.

Örneğin; çöl ikliminde en çok bulunan hayvanlar akrep, kirpi, kırkayaktır ama gel gör ki isimleri Kur'an'da bir kez olsun geçmez. Peki hz.Muhammed(sav) bu hayvanları bilmiyor muydu? Yine mesela; kedi ismi Kur'an'ın hiçbir yerinde geçmez ama peygamberimiz evcil hayvan olarak kedi beslerdi.(Adı da müezza)

Ayrıca ismi geçen hayvanlardan; yılan, buzağı, dev balık(yunus), kurt, bıldırcın, karga, fil, maymun, kene, karınca, hüdhüd önceki peygamberlerin kıssalarında geçtiği için normal olarak Kur'an'da ismi geçiyor.

Örneğin hz.yusuf'un kardeşleri ile ilgili olayda Yusuf'u kurt yedi demişlerdi. Sırf başka hayvan isimlerine değinmek için hikayeyi değiştirip kurt yerine comodo ejderi yazılmasını bekleyemezsin herhalde. Kuran bir zooloji kitabı değil ve amacı da hayvan isimlerine değinmek değil!

Peki Kur'an'da penguen geçse iman edecek miydin?

Hiç sanmıyorum! Penguen geçse neden dinozor geçmiyor diye soracaksın, dinozor geçse neden armadillo geçmiyor diye soracaksın o geçse neden aksolotl geçmiyor diye devam edersin...

Dünyada milyonlarca hayvan türü var ve sadece isimlerini yazmaya kalksak Kur'an gibi 50-60 kitaba ihtiyaç var.

Ayrıca ikinci benzer bir iddia da Kur'an'da neden kar ve dolu geçmediği şeklinde. Peygamber sadece çöl ikliminde yaşadı kardan haberi olmaz mı diyeceksin?

Öncelikle kar sözcüğü geçmese de nur 43 ayetinde dolu, buz anlamlarına gelen "min beredin" sözcüğü geçer. Ayet şu şekilde;

“Baksana, Allah bulutları sevk ediyor, sonra onları bir araya getirip üst üste yığıyor. İşte görüyorsun ki bunların arasından yağmur çıkıyor. Allah, gökteki dağlar büyüklüğündeki bulutlardan dolu indirir de onunla dilediğini vurur, dilediğini de ondan korur. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alır!” (Nur 43)

Ayrıca sanırım paşa gönlün kar sözcüğünün de geçmesini istiyordu; o da sahih hadislerde açıkça geçer.

Buyrun bir kaçı;

“Allah’ım! Günahlarımı kar ve dolu suyu ile yıka…”

“Benim (kıyamet günündeki) havuzum, kardan daha beyaz, baldan daha tatlıdır.”

Hz. Peygamber (asm) cenaze namazını kılarken ölü için yaptığı duaları arasında “Allah’ım! Onu su, kar ve dolu ile yıka.” şeklindeki duaya da yer vermiştir.

Sırasıyla hadis kaynakları;
👉(Buhari, Ezan,89; Daavat, 39,44,46; Müslim, 304, Mesacid, 147, Zikr, 48; Ebu Davud, Salat, 131; Tirmizi, Daavat, 76; Nesai, Taharet, 47-49; İbn Mace, İkamet, 1; Dua, 2; darimi, Salat, 27)

👉(Buhari, Menakıb, 23; Müslim, Taharet, 26; Tirmizi, Tefsir, 108; İbn Mace, Zuhd, 39; Darimi, Rikak, 113)

👉(bk. Müslim, Cenaiz, 85, 86; Nesaî, Cenaiz, 77; İbn Mace,Cenaiz, 23)

Ayrıca peygamberimiz ticaretle uğraşan biri olduğu için sadece Mekke, Medine ile sınırlı değil gördüğü yerler. Başka şehirlerde, ülkelerde birçok hayvan türü görmüştür emin ol.

Sonuç olarak; Kur'an bir zooloji, biyoloji veya klimatoloji kitabı değil. (Tabi bu bilimsel işaretler içermeyecegi anlamına gelmesin)

Kur'an, yaratılanların hidayeti ve mutluluğu için gönderilmiş psikolojik, sosyolojik, felsefi ve ahlaki gerçekler bütünüdür.

Hâlâ Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı?(nisa 82)

CİZYE VERİNCEYE KADAR SAVAŞ

iddia: Tevbe 29 ayetinde "cizye verinceye kadar savaşın" der. Sadece Müslüman olmadıkları için zorla vergi alınması ne kadar doğru?

Önce ilgili ayete bakalım;

Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Rasul’ünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verene kadar savaşın.(tevbe 29)

Ayette "savaş" sözcüğünü gören ateist arkadaş hemen eline fosforlu kalemini aldı. Cizye nedir, nasıl bir vergidir, neden, niçin alınır tarzı soruları merak etmemiş bile.

Cizye: İslam devleti içerisinde yaşayan ve Müslüman olmayanların can, mal ve özgürlüklerinin korunması karşılığında koruma bedeli olarak yılda bir kez alınırdı.

Sadece yetişkin erkeklerden alınır bu vergi.Kadınlardan, çocuklardan, hastalardan, yoksullardan, işsizlerden, ihtiyarlardan ve din adamlarından cizye alınmaz.

Zenginlerden yıllık 48, orta hallilerden 24, çalışmaya muktedir fakirlerden de 12 dirhem gümüş cizye alınmıştır.

Not: dirhem bir ağırlık birimidir. Hz.Ömer zamanında 1 dirhem=2,97 gr, Osmanlıda ise 1 dirhem=3,2 gr      

Cizye konusunu biraz daha açarsak, şöyle ki; Bir İslam ülkesinin yaptığı savaş İslam adına olduğu için bu savaşa sadece Müslümanlar katılabilir.

Ülke içinde gayrimüslimler yaşasa da inanmadıkları din için onları savaştırmak mantıklı olmaz. Eğer Müslüman erkek gibi savaşmıyorsa o zaman bunun bir bedeli olmalı.

Sonuçta aynı ülkede yaşıyoruz ve birisi canı ile ödüyorsa diğeri de en azından parasıyla, malıyla bu bedeli ödemeli.

O yüzden gayrimüslim erkekten böyle bir vergi alınır ve bu devletin en doğal hakkıdır!

Aslında günümüzde de buna benzer bir uygulama var; Bedelli askerlik!

Bedelli askerlikte vatani bir görev olan askerlik görevini yapmayan erkek bu bedeli belirli bir para karşılığı ile öder. İşte cizye de aynı mantık sadece nedeni biraz farklı.

Bunun tam tersi bir olay da gayet doğal bir haktır. Diyelim ki ben Hristiyanlık ile yönetilen bir ülkenin Müslüman bir vatandaşıyım.

Ve bana "A ülkesi ile savaşacaz seni orduya almıyoruz. Bunun karşılığında bize vergi vereceksin" deseler. Bunu seve seve kabul ederim. En azından inanmadığım din için savaşmamış olurum.

Ki cizye ilk kez İslâm devletlerinde ortaya çıkmış bir vergi değildi. Cizye eski çağlardan beri vardı.

Yunanlılar, Milâttan önce beşinci yüzyıl sıralarında Fenikelilerin saldırılarından korunmak karşılığında küçük Asya sahillerinde yaşayan halklardan cizye almaktaydılar.

Romalılar da egemenlikleri altına aldıkları kavimlerden cizye almışlardır. İranlılar da yine egemenlikleri altında bulunan halktan cizye alırlardı.

Gelelim savaş kısmına; cizye vermeyen kişi ile savaşmak nedir? Savaş denince aklınıza hemen kılıç-kalkan gelmesin;

Öncelikle şunu bilmen lazım; vergisini vermediğin her devlet seninle savaşır! Belki başta güzellikle savaşır ama daha sonra bu vergi zorla da alınır.

Faturalarını ödemezsen doğalgazın, elektriğin, suyun, kesilir. Borçlarını ödemezsen haciz gelir, mal varlığına el konulur hatta sonra da hapis!

Ayrıca diyelim ki Türkiye'de A şehri halkı "biz erkeklerimizi askere yollamıyoruz ve bedelli askerlik parasını da yatırmıyoruz" şeklinde bir karar alsın.Bu durumda devlet silahlı kuvvetlerini gönderir ve halkla savaşır.

Ayetteki "vergi için savaşma" kısmı da buna benzer. Lütfen olayı çarpıtmayın!

ERKEK SÜNNETİ SAĞLIĞA ZARARLI MI?

iddia: Erkek sünneti faydası olmayan genital bir sakatlanmadır. Sünnetin zararlı olduğu kanıtlanmıştır!

Ateist sitelerde sünnetin zararlı olduğuna dair tonlarca sayfa yazı bulabilirsiniz.
Birine bakmanız yeterli çünkü diğerleri de zaten copy-paste!

Verdikleri kaynaklar ise sağlık ocağı seviyesinde şu doktor bu doktor tarzında!Sanırım sağlam kaynaklardan umduklarını bulamamışlar.😊 Aynı şekilde bu konuda Müslüman siteleri de taraflı olabilir.

O yüzden;WHO,pubmed,NIH, NCBI, healthline, medline, mayoclinic, webMD, AAP gibi dünyaca ünlü güvenilir tıp siteleri daha sağlıklı olur sanırım.

Sünnet nedir diye sorarak başlayalım. Sünnet, sünnet derisinin, penisin kafasını (glans) örten dokunun cerrahi olarak çıkarılmasıdır.

Yenidoğan döneminde yapılırsa, prosedür yaklaşık beş ila 10 dakika sürer. Yetişkin sünneti yaklaşık bir saat sürmektedir. Sünnet genellikle beş ila yedi gün içinde iyileşir.

Peki faydalı mı zararlı mı? Baştan söyleyeyim açıkçası "sünnet zararlıdır" iddiasında bulunan kişi noter imzalı cahilliğini ortaya koyuyor!

Erkek sünneti belki de en büyük desteği WHO yani Dünya Sağlık örgütünden alır.

Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Programı olan UNAIDS ve dünya sağlık örgütü WHO'nun ortak çalışması ile başlayalım;

Sünnetin dünyadaki HIV enfeksiyonuna yakalanan erkeklerin HIV bulaşma riskini azalttığına dair güçlü kanıtlar vardır.

Sahra altı Afrika'daki erkekler arasındaki yapılan araştırmalara göre sünnetin HIV virüsünü %38 ile %66 arasında azalttığı ortaya konulmuş.Bu yüzden WHO, Afrikaya HIV bulaşmasını önlemek için bir koruma ve temizlik yöntemi olarak sünneti öneriyor.

HIV: İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü AIDS'e yol açan virüs. HIV, bağışıklık sistemine zarar vererek hastalığa neden olur.

Hatta erkeğin sünnetli olması ilişkiye girdiği kadını da dolaylı olarak HIV virüsüne karşı koruyor.

WebMD/pubmed/NCBI/medline araştırmaları ile devam edelim;

Sünnet idrar yolu enfeksiyonlarında, erkeklerde cinsel yolla bulaşan bazı hastalıkların azalmasına önemli katkı sağlıyor.

Örneğin; Sünnet olmak şankroid ve genital herpes(HSV-2) gibi cinsel yolla bulaşan virüsleri azaltır.
 2010 yılında yapılan bir incelemede, sünnetin HSV-2  enfeksiyonlarının insidansını %28 azalttığı bulunmuştur.

Balanit (penis ucu iltihabı) ve balanoposthitis (glans ve sünnet derisi iltihabı) gibi sorunları da önler sünnet.Balanit, belirtileri kızarmış şişmiş sünnet derisi, akıntı ve kaşıntıdır. Ayrıca cilt tahrişi ve bazı cilt koşullarını içeren çeşitli nedenleri vardır.

Ayrıca sünnet derisi kesilmedigi taktirde Fimozis denilen "sünnet derisinin daralması" sorunu da yaygındır. Bu daralma penis ucunu kapatır ve idrar yapmayı güçleştirir.

Ek olarak paraphimosisi de önler sünnet. Paraphimosis, Sünnet derisinin kendi kendine büzülüp daimi olarak çekilmesidir. Bunun sonucunda ödem hatta gangren görülür

Sünnet ayrıca penisin ucunu temiz tutar ve hijyen bakımından daha sağlıklı.Bu son kısmı Mayoclinic kurumunun araştırmaları ile açıklayayım;

Sünnetsiz penislere sahip erkekler sünnet derisinin altını düzenli olarak yıkamaları gerekir. Yani idrarını yaptıktan sonra hemen çıkamıyor.

Çünkü sünnet derisinde biriken kirlilik hayatın erken dönemlerindeki ciddi enfeksiyonlar daha sonra böbrek problemlerine bile yol açabilir.

Wikipedia verileri ile devam edelim;

Erkek sünneti "İnsan papillom virüsü" denilen HPV'ye karşı da koruma sağlar.Genital siğiller ve serviks kanseri HPV'den kaynaklanan en yaygın iki problemdir.

Ayrıca sünnetin, erken boşalma sorununu tetiklediği yönünde veriler olduğu gibi boşalma sorununu tedavide etkili olduğu yönünde veriler de vardır.

Healthline kurumu verileri ile devam edelim;

Daha önce saydığımız virüslere ek olarak sünnetin "penis kanseri" ve "rahim ağzı kanseri" riskini azalttığını da ortaya koymuştur. Yine ayrıca sünnet, bel soğukluğuna neden olan gonore virüsüne karşı da koruma sağlar.

Journal of Sexual Medicine'da yayınlanan araştırmaya göre; Sünnetsizlerde ereksiyon bozukluğu oranı yüzde 22 iken sünnetli erkeklerde yüzde 8'de kaldığı ortaya çıkmış.

Amerikan Pediatri Akademisi (AAP), yeni doğmuş erkek sünnetinin sağlık yararlarının risklere ağır bastığını ortaya koymuştur.

Peki AAP'nin bahsettiği sünnet riskleri ne?Herhangi bir cerrahi prosedür gibi, sünnetle ilişkili riskler olması gayet doğal.

Ağrıya neden olabilir, sünnet derisi çok uzun veya çok kısa kesilebilir, kötü iyileşme, kanama veya enfeksiyon gibi daha çok doktordan kaynaklanan sorunlar bunlar.

Ki zaten dünya sağlık örgütü(WHO) sünnetin uzman doktorlar tarafindan yapılması şartını koyuyor.
Ayrıca sünnet ağrısı ve kanamayı azaltmak için güvenli ve etkili ilaçlar uygulanır zaten, antibiyotikli pomad gibi.

Kısacası erkek sünneti, uluslararası tıp literatürüne onaylanan ve desteklenen bir operasyondur.

Ateist, feminist sitelerdeki tonlarca saçma bilgiye inanmak yerine sadece "male circumcision" diye aratarak ulusal hakemli dergilere ulaşabilirsin.

Tabi araştırma ve sorgulama yeteneğini kaybetmemiş isen! Seni salak yerine koymalarına izin verme...

KAYNAKLAR

https://www.webmd.com/sexual-conditions/guide/circumcision

http://www.who.int/reproductivehealth/publications/rtis/9789241596169/en/

https://en.m.wikipedia.org/wiki/Circumcision

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3888996/#!po=26.4706

https://www.healthline.com/health/circumcision#procedure

https://www.mayoclinic.org/tests-procedures/circumcision/about/pac-20393550

https://medlineplus.gov/circumcision.html

http://saglikpedi.com/penil-kanser-belirtileri-nelerdir/

https://sinirbilim.org/erkeklerin-sunnet-olmasinin-4-faydasi/

http://www.womenshealth.com.tr/sunnet-faydali-mi/?theme=mobile

ÇOK EŞLİLİK?

iddia: Siz Müslümanlar 4 eş ile evleniyorsunuz, bu kadına haksızlıktır!

Çok eşlilik konusuna giriş yapmadan önce bilinmesi gereken birkaç madde var!

1)Çok eşlilik İslamiyet ile gelmedi. Zaten vardı, İslamiyet sınırsız sayıda eş ile evlenmeye sınır getirdi!
2)Çok eslilik zorunlu değildir, farz değil vacip değil sadece belli şartlarda bir çözümdür! Yani bir B planıdır.
3)Eşler arasında adaletli davranma şartı vardır.
4)ikinci biri ile evlenmek için ilk eşinin izni olmalı.

Şimdi bu maddeleri detaylı olarak açıklayalım👉

1)Çok eşlilik İslâm ile gelmedi!

İslamiyetten önce bir erkek sınırsız sayıda kadın ile evlenebilirdi erkek. Tarihte ilk defa çok eşlilige sınır getiren İslâmdır. Ve birçok toplumda da vardı çok eşlilik.

örneğin;
Eski Mısır Hukuku: Koca bazı şartlar altında birden fazla kadınla evlenebilirdi.

Babil Hukuku: Hamurabi kanunlarına göre, zevce çocuk doğurmazsa veya ağır bir hastalığa tutulursa, koca odalık alabilirdi.

Çin Hukuku: Kocanın serveti müsait olursa, ikinci derecede zevceler alabilirdi. Şu kadarki, bu kadından doğacak çocuklar, birinci ve asıl zevcenin çocukları sayılırdı.

Eski Brehmenler: Vichnou kitabına göre, erkekler bulundukları sınıflara göre bir, iki, üç veya daha fazla kadınla evlenebilirdi. Apastamba kitabında ise, bu konuda tahdit vardı, kadın vazifelerini hakkıyla yerine getirebiliyor ve erkek çocuğuda oluyorsa, koca ikinci bir kadınla evlenemezdi.

Eski İran: Çok evlilik kabul edilmişti.

Roma Hukuku: Odalık almak, kanuni nikah olmaksızın yaşamak vardı.

Kitab-ı Mukaddes: Eski Ahid'de Davud (a.s)'ın bir çok kadınla evlendiği zikredilir. Eski Ahid'de çok evlilikten bahseden başka yerler de vardır. Müsevilikte de çok evlilik vardı.

İslam'dan Önceki Arabistan: Çok evlilik konusunda hiçbir tahdit ve sınır yoktu.

2)İslamda çok eşlilik zorunlu değil!

Dört kadınla evlilik emredilmemiştir. Dört kadınla evlenme farz veya vacip değildir. Sadece sadece belli durumlar karşısında sadece çözüm olarak sunulmuştur. Hatta ayette tavsiye edilen tek eşliliktir.

“Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o taktirde BİR TANE ALIN veya sahip olduğunuz ile yetinin. bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.” Nisa 3

Bu ayette Müslüman erkeklere 1 kadınla evlenme tavsiye edilmiştir. Adil davranmak önceliklidir. Eğer erkek birden fazla kadın ile evlendiğinde adil davranamayacağından korkarsa bir kadınla evli olmayı tercih etmelidir. Yoksa kul hakkı yeme tehlikesi ile karşı karşıyadır.

Yani öncelikli olan tek eşliliktir. Ki eğer belli sorunlar, durumlar olursa bir B planı olarak devreye girebilir çok eşlilik. (Çok esliligin hangi durumlarda gerekli olduguna daha sonra değinecez)

3)Eşler arası adalet sağlanmalı!

Birden fazla kadınla evli olmak erkek için sorumluluğun ve yükün artması demektir. Eşler arasında gücü yettiği halde adaleti sağlayamayanlar kul hakkına girerler. Bu olayda belki de en ağır şart budur! Çünkü az önceki ayette de görüldüğü ADALETTEN korkarsanız tek eşle yaşamak öneriliyor. Ki iki eş arasında adaleti sağlamak gerçekten çok zor. Arada illaki kıskançlık, çekememezlik olur bu yüzden aslında  bu maddeler kişiyi tek eşli kalmaya yönlendirir.

4)Eşinden izin alman lazım!

Nikah akdi yapılırken kadın evleneceği erkeğin başka bir kadınla evlenmemesi şartını koşma hakkına sahiptir.

Örneğin;
Hz.Ali'nın ikinci bir kadın ile evlenmesine eşi hz.Fatma izin vermemiş. Hatta bu konuda kızının üzüldüğünü gören peygamberimiz Hz.Ali'ye ancak Fatma'dan boşandığın taktirde başka biri ile evlenebilecegini söylemiş.Allah Resulünün (asm) bu davranışında, Müslüman kız ve babalarının, damadın ikinci evliliğine karşı çıkabilecekleri hususunda ruhsat vardır, denilebilir.

Sonuç olarak ortada çok ağır maddeler olduğu aşikar. Bu şartlar altında ikinci bir eş getirmek çok zor ki dediğimiz gibi farz değil vacip degil. Müslüman bir erkek "ben hiç bir zaman çok eşlilik yapmam" diyebilir. Çünkü İslâm'da bu konuda bir zorunluluk yok hatta tam tersine tek eşliligin daha iyi olduğunu söyler yüce kitabımız Kur'an.

Karı kocanın tercihine bırakılmış bir konu! Yani kısaca aslında sadece yasak/haram kısmında değil çünkü çok eşliligin yasak kısmında olması çok daha büyük sorunlar oluşturur.

Ayrıca bazı ateist yada feminist sayfaların bu çok eşlilik iznini çarpıtarak sanki İslamın bir  şartıymış, bir emriymiş gibi yada her Müslüman erkeğe zorunluymuş gibi aktarması cahillik değilse iftiradır.

Eşlerin birbirini aldatmasına yani zinaya "olabilir" gözüyle bakan, metres hayatına ses çıkarmayan zihniyetin çok çok eşliligi eleştirmesi de ironi olsa gerek😏

COK EŞLİLİĞE NEDEN İZİN VERİLDİ!

Çok eşliliğin belli şartlar altında verilen bir izin veya bazı özel durumlarda B planı olarak ortaya çıkan bir çözüm olduğunu söylemiştik. Peki neden izin verildi? Çok eşlilik yasak olsa ne gibi sorunlar çıkar toplumda?

İslamiyet tek bir topluma, tek bir zamana hitap etmez. İslam evrensel bir dindir. Sen sadece 2018 yılını göz önünde bulundurarak ve çağın sana verdiği görüşe dayanarak bu olaya etik değil desen de İslamiyet bütün zamanları, bütün olabilecek sorunları göz önünde bulundurarak yasaklar ve mübahlar koyar!! Sizin bir gün çok eşlilige de ihtiyaç duyacağınızı bildiği için bunu bir izin olarak bir köşeye koymuş.

Çoğumuzun bildiği gibi Savaş durumlarında ölen erkekler olduğu için ülkelerde kadınların sayısı erkeklerin sayısından çok yüksek olabilmektedir. Küçük bir örnek vermek gerekirse; bir kasabada 100 erkek 100 kadın yaşadığını düşünün. Savaş çıkıyor ve 50 erkek ölüyor. Peki savaş sonrası eşi olmayan 50 kadın ne yapacak?

Kadınların muhafaza edilmesi, tecavüze uğramalarının önlenmesi, geçimlerinin sağlanması ve zinadan kaçınılması için erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi bir zaruret haline gelebilir. Zaten tarihte bu gibi durumlarda kadınların ülke yöneticilerinden erkeklerin birden fazla kadınla evlenmesini talep ettikleri görülmüştür.

Çok eşlilik ruhsatının İslam tarihinde, savaşlar sebebiyle erkek nüfusundaki büyük kayıplar konusunda büyük bir hikmet olduğu görülmüştür.Hatta öyle ki, çok eşlilik ikinci dünya savaşında, bazı batılı ülkelerde büyük erkek nüfus kaybına karşı uygulanmıştır.

Bir örnek vermek gerekirse, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da kadınların nüfusu erkeklerden 7.300.000 daha fazla idi ve bunların 3 milyonu da duldu. 1948 yılında Münih’te düzenlenen Uluslararası Gençlik Konferansı’nda, cinsiyet oranlarındaki bu dengesizliğe bir çözüm bulunamaması üzerine katılımcılardan bazılarının poligamiyi (çok evliliği) önermeleri ve bunun konferansın kapanış bildirgesine dâhil edilmesi de dikkat çekicidir.

Peki dul kalan kadınlar için yiyecek,giyecek ihtiyaçlarını karşılayacak bir vakıf kurulamaz mıydı?Evlenmek şart mı?

O zaman biraz ciddi konulara girelim; Maslow piramidini duydunuz mu? Maslow bir ihtiyaçlar hiyerarşisi teoremi ile kişinin ihtiyaçlarını çoktan aza doğru bir piramit şeklinde sıraladı. Evet bu piramitte yeme,içme, giyinme, barınma, uyku gibi beden için gerekli fizyolojik ihtiyaçlar olduğu gibi cinsellik, sevme, sevilme ve birine ait olma ihtiyacı da var! Bir kadının cinsellik ihtiyacını, anne olma istegini, çocuk sevgisi ihtiyacını, sevilme ihtiyacını vakıf değil ancak bir eş karşılayabilir. işte bu yüzden İslam bütün ihtiyaçları sağlayan ve en iyi çözüm olan çok eşlilik sistemini önermiştir.

Peki çok eşliliğin başka ne tür avantajları olabilir?

Örneğin sosyal ve toplumsal açıdan bakarsak; yine savaş durumunda açıkta kalan kadın sayısı çok fazla olursa bu kadınlar cinsellik ihtiyacını karşılamak için fuhuş tarzı yanlış yollara girebilir.

Yada siyasi olarak bakarsak; tarih boyunca devletler yada kabileler arası kız alıp-vermenin savaşı bitirip barış ortamı sağlamak çok iyi bir çözüm olduğu bir gerçektir. Ki bildiğiniz gibi burda evlenen kişi kabiledeki herhangi bir vatandaş olamaz, ya kabile reisi yada oğlu-kızı olmak zorunda. Örneğin; Hz. Cüveyriye, Benî Müstalık kabilesi reisi Hâris b. Ebî Dırar’ın kızı idi. Bu kabile ve Müslümanlar arasında savaş vardı. Peygamber ve hz.Cüveyriye evliliğinden dolayı bu kabile ile barış sağlandı ve esirler bırakıldı.

Peki bir kadın 4 erkekle evlense kabul eder misiniz?

Aslında birkaç dakika düşünürsek bunun neden olamayacağına çok kolay bir şekilde ulaşırız. Şöyle ki;

Diyelim ki kadının her kocası çocuk sahibi olmak istiyor, Kadın farklı zamanlarda 4 kocası ile ilişkiye girse de her kocası için tek seferde ayrı ayrı çocuk doğaramaz. Kadın bir üretim makinesi değil sonuçta. Bazen milyarda bir istisna olan gebelik üzerine gebelik yaşanabilir. Yani kadın iki farklı erkekten ikiz çocuk doğurabilir. Babalık testi ile ikiz çocukların ayrı ayrı babası belirlenebilir. Ama dediğimiz gibi çok küçük bir ihtimal ve kadın için zor bir durum. Çünkü çocuklar bazen farklı zaman aralıkları ile de doğabilir. Normalde gebelik üzerine, yani o gebelik sonlanmadan yeni bir gebelik oluşmaz. Sebebi ise kadınların her ay bir yumurta gelişimine uygun anatomide olmalarıdır.

Biyolojik kısmına girmeden, kısaca her doğumda sadece bir erkeğe çocuk dogurabilir. Diyelim ki genler karışmasın diye her kocası farklı yıllarda eşi ile ilişkiye girecek. Son sırada olan kocayı düşünsene eşi ile ilişkiye girmek için 3 yıl mı bekleyecek? Bu erkeğin 3 yıl beklemeyip zinaya yönelme olasılığı daha yüksek! Peki ya kadının hali ne olacak? Kadın 4 senen üst üste hamile olarak ki yaşayacak? Bu kadın için herhalde zulüm olurdu!

Maddi durumu iyi olan bir erkek 4 kadına bakabilirken, bir kadın milyoner bile olsa biyolojik olarak 4 erkeğin ihtiyacını karşılayamıyor. Ayrıca 4 erkeğin çocuk ihtiyacı tek kadın bağlı olduğu için ülkedeki doğum oranları ciddi bir şekilde düşerdi herhalde. Oysa Evliliğin en önemli gayesi neslin devamıdır.

Acaba çok eşlilige olan kininizi başka birşeye mi gösterseniz?

Mesela siz tek eşli olduğunuzu mu sanıyorsunuz? Prof. Dr.Doğan Kuban'ın ve Helen Fısher'in dediği gibi tarih poligamik ilişkiler ile doluysa ne oldu da monogamik olmaya başladık veya gerçekten monogamik olduk mu çağdaşlaşmayla birlikte. Poligamiye dur diyebildik mi?

Bence hayır. Modern hayat bize monogamiyi getirmedi. Son istatistikler de erkeklerin %70'i, kadınların %40'ı evlilikleri dışında kaçamak yapıyorlarmış.

Ama bu sorun değil demi? Eşiniz ikinci bir eş getireceğine sizden gizli olarak bir metres yapması daha iyi değil mi? Sizden sıkıldığı zaman o geceyi genelevde geçirmesi sorun olmaz demi? Geçen ay flört ettiğin kişinin bu ay başka biriyle birlikte olması gayet normal demi? Ortada bu tür gerçekler var iken senin çok eşliligi eleştirmen fazlasıyla komik!
Peki eşcinsellik hayvanlarda var diye doğal birşey olduğunu söyleyen kişiler aynı şekilde çok eşliligi de savunabilecek mi?Doğada hayvanlar aleminin çoğu çok eşlilige sahip de!

Monogami: tek eşlilik
Poligami: çok eşlilik

Kaynaklar

http://pskolojk.blogspot.com.tr/2012/05/maslowun-ihtiyac-piramidi.html?m=1

http://belgelerlegercektarih.com/tag/cok-evlilik/

http://m.habervitrini.com/saglik/cinsel-istekte-kadinla-erkek-arasindaki-farklar-608463

https://www.google.com.tr/amp/www.hurriyetaile.com/amp/hamilelik/hamilelikte-cinsellik/hamileyken-tekrar-hamile-kalinir-mi_16709.html

KADIN-ERKEK VE İSLAM

iddia: İslam dini kadını hor gören, aşağılayan bir din. Bir kadının İslam dinini kabul etmesi saçma!

Ateistlerin istismar alanlarından bir tanesi de bildiğiniz gibi kadın istismarı! Çünkü kadının toplumdaki gücünü biliyorlar ve bir toplumu kandırmaya bir kadını bir anneyi kandırmak ile başlıyorlar!

Kadın ve erkek genel olarak eşittir ama günlük hayatta görev olarak birbirine olan bazı üstünlükleri var.

Nedense sağa sola havlayan bazı arkadaşlar erkeğin üstün olduğu yerleri anlatırken kadının üstün olduğu yerlere hiç değinmez.

Bakın yol haritası nasıl👉

Örneğin; mirasta erkeğin kadına göre 2 kat pay aldığını söyler ama eve para getirme yükümlülüğünün erkeğe yüklendiğini veya erkek tarafından kadına mehir verildiğini söylemez.

Mesela kadının ben çalışmak istemiyorum deme hakkı var ama erkek köpek gibi çalışıp eşine, çocuklarına para getirmek zorunda!

Mehir nedir biliyor musun? Evlenmeden önce erkeğin kadına hediye olarak verdiği mal yada para! Ve o paranın miktarını bile kadın belirliyor.

Olur da bir gün boşanırsalar kadın o parayla geçimini, güvenliğini sağlasın diye! İslam'ın kızı kimseye muhtaç olmasın diye!

Örneğin İslam düşmanları çok eşlilikten bahsederler ama savaş gibi zor bir şeyin erkeğe yüklediğinden bahsetmezler!

Mesela erkeğin koruyucu olarak bir derece üstün olduğundan bahsederler ama boşanma durumunda annenin çocuk üstünde daha fazla hakka sahip olduğunu söylemezler.

Mesela ayette, çocuk doğurduğu için anneyi meyve veren ekinliğe, tarlaya benzetir bunu kadına hakaret anlatırlar ama cenneti annenin ayağının altına sevdiğini anlatmazlar!

Ayağının altı ve cennet! Bırakın ayet ve hadisleri hiç bir dinde bir kadının veya erkeğinbu kadar güzel bir söz ile övüldüğünü göremezsiniz!

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar...(tevbe 71)

Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam gelerek: “Ey Allah’ın Resulü! İyi davranıp hoş sohbette bulunmama en çok kim hak sahibidir?” diye sordu. Hz. Peygamber: “Annen!” diye cevap verdi. Adam: “Sonra kim?” dedi, Resûlullah “Annen!” diye cevap verdi. Adam tekrar: “Sonra kim?” dedi Resûlullah yine: “Annen!” diye cevap verdi. Adam tekrar sordu: “Sonra kim?” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) bu dördüncüyü: “Baban!” diye cevapladı.” Buhârî, Edeb 2; Müslim, Birr 1)

Evet bak burda da kadın 3 kat daha önemli erkeğe göre! Neden bundan bahsetmedin!

Çünkü sen annesini huzur evine gönderip evde köpek besleyen nesilsin değil mi! Bir Müslüman ülkede huzur evinin olması bile utanç kaynağı biliyor musun?

Kadın üzerinden İslam düşmanlığı yapmak daha kolay oluyor demi sayın şeref yoksunu! Kadın duyguları ile karar verir çabuk kanar söylediklerine değil mi!

Sizler şerefsizsiniz! Bir kadının genelevde bir günde onlarca erkek ile ilişki yaşamasına sesiniz çıkmaz!

Sizler alcaksınız! Boks maçlarında raund tabelasını taşıyan bikinili kadının bir mal gibi kullanılmasına sesiniz çıkmaz.

Veya araba pazarında kadının otomobil önünde bikinili olmasına..

Sizler yalancısınız! Parfüm, kozmetik reklamlarında kadının cinselliği ile ön planda kullanılmasına sesiniz çıkmaz!

Sizler tutarsızsınız! Klip yada videolarınızda izlenme almak kadını kalça ve göğüsleri ile öne sürecek kadar alcaksınız!

Tesettür kölelikmiş! Alsancak, Taksim fahişesi gibi giyinmek mi özgürlük oluyor? Özgürlüğü vücudun az örtünmesi sanacak kadar da salaksınız!

Daha konuşayım mı? Ne kadar aşağılık olduğunuzu anlatayım mı? Kusura bakmayın bazen sert oluyorum ama doğruları söylüyorum de mi?

Söylediklerim belirli bir gruba değil herkes payını alsın!

KADINA YARIM MİRAS

 Eşitlik çoğu zaman adalet olabilir ama herzaman adalet değildir! Bu gibi durumlarda adalet eşitliğe tercih edilmeli.
Örneğin;
Susuzluk hissi aynı olmayan 10 kişiye birer şişe su dağıttığınızda eşitlikten söz edilir. Bazıları suyunu bitirip doymazken, bazıları suyunu artırabilir. Oysa herkese ihtiyacı kadar su verilmesi mümkünse bu şekilde yapılması adildir. Eldeki su toplam ihtiyacın %80’ine yeterli ise, herkese ihtiyacının %80’i kadar su verilmesi yine adil olandır.

Nisa Sûresinin 11. ayeti tamamen miras taksimini anlatır. Baş kısmında ise, "Allah çocuklarınız hakkında erkeğe iki kadının hissesi kadar tavsiye eder." buyurulur.
Dinimizin ıslah edip düzelttiği müesseselerden birisi de "miras" hukukudur. Başta cahiliye dönemindeki Araplarda olmak üzere Çin, Roma, Japon hukukunda kadın mirastan tamamen mahrum bırakılmıştı.İşin acı tarafı şu ki, bu batıl adet hâlâ ülkemizin bazı bölgelerinde yaşamaktadır.

Bazı ateist ve feminist sayfalar mirasta adaletsizlik olduğunu ve kadının ikinci planda olduğunu ima ederler.
Halbuki mesele hiç de öyle değildir. Mevzuya erkeğin ve kadının sosyal yapısı, ailedeki mesuliyeti, mükellefiyeti ve psikolojik faktörleri açısından bakılsa Kur'an'ın bu hükmünün tam bir adalet ve hakkaniyet üzere olduğu görülecektir.

Örneğin evli bir çiftten kadın da erkek de çalışıp eve para getirebilir ama İslama göre bu sorumluluk asıl erkeğin omuzlarındadır. Yani kadın getirdiği parayı eve harcamak zorunda değil isterse sadece kendi için kullanabilir ama erkek getirdiği parayı ev ihtiyaçları için harcamak zorunda!! Yani kadın hem kendi parasını hemde kocasının parasını çok rahatça yiyebilir😊

Buna göre, kadının hiçbir şeyi yokmuş gibi bakılır; yeme, içme, giyim kuşam ve benzeri bütün ihtiyaçlarını görmek kocasının sorumluluğu altındadır. Hatta erkek evine bakmaktan vazgeçer, yahut cimri davranarak servetine göre bir harcamada bulunmazsa, kadının kocasını şikayet etme hakkı vardır. Gider, İslam hukuku çerçevesinde hakkını arar.

Yada evlenince erkek kadına mehir verirken kadın erkeğe böyle bir hediye vermez.
Mehir: İslam hukukunda erkeğin evlenirken kadına verdiği veya vermeyi taahhüt ettiği para, mal veya menfaat hediyesidir. Mehir kadının mal varlığına dahil olur ve üzerinde dilediği tasarrufta bulunabilir.

Hiç erkeğe haksızlık yapılıyor demiyorsunuz😊Nie biz mehir ödüyoruz yada Nie evin yükü bizim omuzlarımızda?? Hem sadece bunlar değil;

 Kadının ekonomik görevleri:
 ‎ 1) Zekat
 ‎2) Sadaka, hac ve diğer mali ibadetler

 Erkeğin ekonomik görevleri:
 ‎1) Zekat 2) Sadaka, hac ve diğer mali ibadetler 3) Evlendiği kadına mehir vermek 4) Evlendiği kadının giyimi, yemeği, içeceği 5) Çocuklarının giyimi, yemeği, içeceği 6) Eğer anne-baba ve kardeşleri de muhtaç ise onların giyimi, yemeği, içeceği 7) Boşanırsa anneye süt parası, çocuğun bütün geçiminin üzerinde olmaya devam etmesi... Ama mirasta sonuç halen 2/1.

 Modern hukuk sistemleri kadına eşit veriyor gibi görülse de İslam'ın bu verdiği hakları da vermezler. Dünyada birçok hukuk sisteminde kadın ve erkek eve harcama konusunda eşittir. Yani miras eşittir evet ama, eğer kadın kazandığından eve vermiyorsa bu erkek için boşanma sebebidir. Bunlar ışığında Allah'ın mirasta kadını aşağı tuttuğu şöyle dursun, ona ayrı bir ekonomik özerklik verdiğini söyleyebiliriz.

İslam'ın kadına verdiği ekonomik ayrıcalıklara baktığında kadın boşansa bile geçimini sağlayacak ekonomik bir duruma sahip olur. Ve İslâm burda da kadını hayat mücadelesine karşı koruyor.

Sonuç olarak; mirasta eşitsizlik olabilir ama bu eşitsizlikte ADALET var.

KADINLAR SİZİN TARLANIZDIR AYETİ

iddia: Bakara 223 ayetinde geçen "kadınlar sizin tarlanızdır" ifadesi kadını aşağılamakta ve değerini düşürmektedir.

Önce ilgili ayete bakalım;

Kadınlarınız sizin (çocuk üreten) tarlalarınızdır. O halde, tarlanıza dilediğiniz gibi varın. Kendiniz için (geleceğe dönük) hazırlık yapın, günah işlemekten sakının ve mutlaka Allah `a kavuşacağınızı bilin. Bunu müminlere müjdele.(bakara 223)

Şimdi, öncelikle ayetin ana konusu üreme, çocuk doğurma! Gayet yerinde bir benzetme kullanılmasına rağmen bazıları ısrarla istismar etmeye devam ediyor.

Bildiğiniz gibi hareketli sperm hücresinin hareketsiz yumurta hücresine gönderilmesi sonucu döllenme gerçekleşiyor ve devamında birey! Aynı şekilde Allah ayette bunu toprağa tohum atılmasına benzetiyor.

Benzetme gayet iyi ama ayette geçen "tarla" sözcüğü kulağa biraz rahatsız edici gelmiş sanırım. Evet ayette geçen "harsun" tarla, ekinlik anlamlarına gelir.

"Kadınlar sizin ekin toprağınızdır" şeklindeki çevirisini alsak "ay ne kadar güzel" diyerek ayete sarılırsınız.

Halbuki anlamı gram değişmedi ama kulağa daha hoş geldi. Oysa sizin harflere değil de anlama takılmanız lazımdı

Aslında çoğu kültürde kadın "hayatın kaynağı" yönünden toprağa benzetilir. Mesela "toprak ana" tabirini çokça duymuşsunuzdur.

Ayette de toprak deseydi olmaz mıydı?

Genel olarak toprağa değil de "ekin ekilen toprağa" benzetmesi ile aslında en doğru benzetme olmuş. Bildiğiniz gibi toprak sadece ekin için kullanılmaz.

Ama ekin ekilen toprağın başka özellikleri de var. Şöyle ki; ekin ekilen toprağa sadece tohum atmak ile iş bitmiyor. O toprağa değer vermen lazım, onunla ilgilenmen, vakit harcaman lazım.
Bu yönden bakınca benzetmenin anlamı daha da iyi ortaya çıkıyor.

Sen 21.yüzyılın veya benimsediğin toplumun sana verdiği görüşe dayanarak "tarla" sözcüğünün kabaca olduğunu düşünüyorsun. Oysa bu tür benzetmelerin insan üzerindeki etkisi toplumdan topluma yada zamana göre değişebilir.

Örneğin 20 yıl öncesine kadar kadınlar için "bayan" sözcüğü kibarlık anlamına gelirken bugün güçsüzlük anlamına geldiğini iddia edip bundan rahatsız olanlar var.

Belki de ayette geçseydi bir 100 yıl sonra bazıları bunun hakaret olduğunu iddia edecekti. Oysa aynı sözcük bir dönem gülümsetiyordu.

Allah ayetleri belirli bir topluma yada zamana göre göndermez!

Burda mantıklı birinin dikkat etmesi gereken benzetmenin doğru kullanılıp kullanılmadığı olması lazım.

Kadınlar olarak duygularınız ile değil de mantığınız ile yaklaşmanız lazım olaylara. Ve bu kadar basit numaralara kanmayacak kadar zeki olmanız lazım!

Sonuç olarak; Toplumun, zamanın verdiği veya kendi kafanızda kurguladığınız "tarla" anlamının etkisinde kalmayın!

Önyargıyla yaklaşıp ayetin anlamını çarpıtmak yerine Allah'ın ne demek istediğini anlamaya çalışın. Gayret edin!

Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.(Rum 21)

AĞIR TAŞ PARADOKSU

iddia: Allah kaldıramayacağı bir taş yaratabilir mi?

Felsefede Mutlak Kudret Paradoksu olarak halk arasında ise Taş Paradoksu olarak bilinen meşhur soru😌Adettendir değinmemek olmaz.

Not: Bildiğim kadarıyla bu sorunun kaynağı filozof Bertrand Russell (1872-1970).

Günümüzde hatalı ve işe yaramaz olduğu anlaşılan bu soru hala bazı ateistler tarafından kullanılır. Özellikle "dur bunu yarın sınıftaki Müslümanlara yada din hocasına sorayım da akıllarını başlarından alayım" diyen liseli ateist için vazgeçilmez.

Bu soruya "Hayır, Yaratamaz" cevabı verdiğinizde ateist size "demek ki Allah her şeye kadir değildir." Siz Allah'ın her şeye kadir olduğunu söylediğiniz için de "Allah diye bir şey var olamaz" diyecektir.

"Evet, Yaratabilir" cevabını verdiğiniz de ise karşımızdaki ateist size "öyle bir taş yaratılırsa Allah onu kaldıramayacaktır ve yine her şeye kadir olmayacaktır" diyecektir.

Bizim heyecanlı ateist kendince sizi köşeye sıkıştırmış. Hade gelin iki farklı kabule göre biz onu köşeye sıkıştıralım;

1) mantık yasaları devrede
2) mantık yasaları devre dışı

1)Mantık yasaları devrede iken;

Soruda "Allah" sözcüğü yerine "her şeye gücü yeten" sıfatını koyalım hatta bu sıfat "her taşı kaldırabilir" kuralını da içinde barındırdığı için direkt bu sıfatı koyalım.

iddia şöyle olur; "Her şeyi kaldırabilen kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi"

Sorunun saçma olduğu açıkça ortaya çıktı ve mantık yasaları devrede iken mantıksız bir soruya cevap verilmez. Soru hatalı olduğundan geçerlilik hükmü yok!

2)Mantık yasaları devre dışı iken;

Tabi bizim ateist sorduğu sorunun mantıksız olduğunu ister istemez kabul etse de  cevap verilmemesini kabul etmeyecektir. Çünkü ona göre sorunun hatalı olması kendinden değil Allah'ın sıfatlarından kaynaklanıyor.

işte tam burda inatçı ateisti ters köşe yapabilirsiniz;

madem mantık yasalarını devre dışı bıraktık ve mantıksız bir soru ile karşı karşıya kaldık o zaman mantıksız bir boyutta mantıksız bir soruya mantıksız bir cevap vermek en doğal hakkımız oluyor!

Aslında Filozoflar ve alimler "her şeye kadir" kavramını farklı şekillerde yorumlamışlar. Bu cevapta da filozof René Descartes'ın tanrı görüşünden yola çıkacaz.


Descartes'e göre Tanrı, kelimenin tam anlamıyla "her" şeyi yapabilir. Buna insana mantık hatası olarak gelen her şey dahil. Örneğin 3 köşeli bir kare de yaratabilir, 2+2=5'i de sağlayabilir.

Mantık yasalarını da Allah yarattığına göre bize mantıksız gelen birşey de yaratabilir.

Yani "Allah kaldıramayacağı taşı önce yaratır sonra aynı taşı taşır!"

Ateist arkadaş cevabın mantıksız olduğunu iddia ederse ve kabul etmezse siz de ona sorduğu sorunun mantıksız olduğunu hatırlatın.

Ki daha önce mantık yasaları devre dışı kabulü yapmıştık ve mantıksız bir cevap vermek en doğal hakkımız oluyor.

Hatta "kaldıramayacağı taşı taşımak" olayı sana göre mantıksız Allah'a göre değil. Bir şeyin mantıksız olup olmadığına mantık yasalarını elinde bulunduran Allah karar verir!

Kısacası bu tür temel problemler barındıran sorular ile bir yere varamazsınız!

Mutlak Kudret Paradoksunun diğer versiyonları;

1)Allah başka bir Allah daha yaratabilir mi?

2) Allah kendini öldürebilir mi?

3) Allah bir şeyi kendine unutturabilir mi

4)Allah kendini yok edebilir mi?

5) Allah kendinden büyük  yada daha güçlü birini yaratabilir mi?

Açıkçası bu tür iddiaların dar düşüncelerden ortaya çıktığını düşünüyorum.

Allah kavramını yeterince anlamamaktan kaynaklanıyor!  Bazı iddialarda başka sorunlar da mevcut hatta.

Mesela "Allah kendinden daha büyük birini yaratabilir mi" diye sorarken büyüklük ölçütün nedir? Boy, en, kilo kıyaslaması mı yapıyorsun? Neden bu kadar dar düşünüyorsun?

Yada "daha güçlü birini yaratabilir mi" diye soruyorsun! Güç kıyaslaması için o kişinin zorluk yaşaması lazım oysa "mutlak güçlü" olan biri için atomu veya bir evreni yaratmak arasında fark yok ki?

Sonuç olarak; bu tür körelmiş iddialar demogojiden öteye geçmez!

KAFİRLERİ DOST EDİNMEYİN?

İnananlar, Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar bir'birinin dostudur. Sizden kim onlarla dost olursa onlardan sayılır. Allah zalim topluluğu doğru yola iletmez. (Maide 51)

iddia: Hristiyanları ve Yahudileri dost edinmeyin ayeti ayrımcılık yapıyor ve
aramızı bozuyor diğerleri ile?

Öncelikle şunu bilmek gerekir; "dost edinmeyiniz" ayeti "düşman olun" anlamına gelmez. Maalesef bazılarımız yada yanlış anlamaya meyilli bazı İslâm karşıtlı düşüncelere sahip insanlar "ya siyahsın ya beyaz" hatasına düşüyor.

False Dilemma, Black And White Fallacy: Ya Siyah ya Beyaz Safsatası
Bu safsataya göre önüne sunulan iki şıktan birini seçmek zorundasın.

örneğin;
"Beni sevmiyorsan, benden nefret ediyorsun demektir."

 "Ya bana karşısın ya da benim yanımdasın."

Gibi hatalar. Bazıları da bu ayet için bu hatalı çıkarımı yapıyor. Yani dost edinmiyorsaniz o zaman düşmansınız safsatasi.

Ayrıca dogru bir çıkarım yapmak için bir ayeti incelerken diğer ayetler ile olan bağlantılarına da bakmalıyız.

Örneğin Mümtehine 8-9 ayetlerine bakalım;

 8.Allah sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah âdil davrananları sever

9.Allah, sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri dost edinmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

Gördüğünüz gibi bu tür ayetleri de göz önüne aldığımızda dost edinilmeyen grup hakkında daha fazla bilgi sahibi oluyoruz.

Bunun dışında; komşulukta,ticarette,arkadaşlıkta,sorun yoktur. Ve bize karşı savaş açmadıkları sürece düşman değiller.  Allah, dinimiz konusunda bizimle savaşmayanlara adaletle hükmetmemizi emreder.
"…Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. (Maide Suresi, 8)" buyurur.

Hatta peygamber onlarla yaptığı  Hudeybiye Barış Antlaşması bunun en güzel örneğidir. Hem bütün dünya biliyor ki Kur'ân ve hadisler ve 1400 senelik İslâm tarihindeki uygulamalar, Yahudi ve Hıristiyanlara tam bir dinî özgürlük vermiştir. Havra ve kilise inşa etmelerine müsaade edilmiş ve dinleri teminat altına alınmıştır. Dinlerini özgürce yaşayabilmiş ve Müslüman toplum içinde bu kadar yıl yaşadıkları hâlde dinî açıdan şikâyetleri olmamıştır.Ayrıca bazı ayetlerde kitap ehlinin hepsinin aynı olmadığı geçer. Bazıları bizi düşman gibi görürken bazıları iyi huylu insanlardır ve bizimle hiçbir sorunları yok.

Ayrıca unutmayın ki bizim Peygamber Efendimiz(s.a.v) Yahudi cenazesi geçerken saygısından ayağa kalkan bir Peygamber.

Diğer ayetlere bakalım;

Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli’nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. (Ali İmran Suresi, 113)

…kitap ehlinden öylesi vardır ki, bir kantar emanet bıraksan onu sana geri verir; … (Ali İmran Suresi, 75)

Şüphesiz, kitap ehlinden, Allah’a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah’a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır... (Ali İmran Suresi, 199)

Gördüğünüz gibi sadece bize düşmanlık edenler ile dost olamayız! Ama bunun yanında dikkat edilmesi gereken bir kısım daha var;

Dostluğumuzun bizi onlara benzetmemesine dikkat etmeliyiz.

Sen Müslümansın o ise Hristiyan ya da Yahudi, onlar kendi dinlerine göre yaşıyor sen kendi dinine göre yaşıyorsun.
Onlarda haram olmayıp bizde haram olan şeyler var. Ama onlar içki içerken sen içemezsin, yemekte domuz eti yerken sen yiyemezsin, onlar kızlı erkekli nikah olmadan aynı evde kalırken sen onlarla kalamazsın, onlar gece hayatına düşkün barlarda istediği gibi eğlenirken sen bunu yapamazsın, onlar istediği gibi açık seçik giyinirken sen Rabbimin emri tesettür var deyip onlar gibi giyinemezsin, çünkü sen Müslüman olmayı seçtin!!

Müslümanca yaşamazsan Müslüman olarak da kalamazsın. Onlarla benzemek, asimile olmak tehlikesini göz önünde bulundurmak gerekir. Eğer bu dostluk seni İslam'dan uzaklaştırıyor ise o zaman  "De ki dost olarak Allah yeter!!"

 Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.(tevbe 23)

Sonuç olarak; Aradaki dengeyi kurduğumuz sürece yani İslam sınırlarına dikkat ettiğimiz sürece bize savaş açmayan gayrimüslimler ile hiçbir sorunumuz yok.

Ve sizin düşmanlarınızı en iyi Allah bilir. Ve dost olarak Allah kâfidir. Ve yardımcı olarak Allah kâfidir.(nisa 45)

KOSKOCA EVRENDE ALLAH NEDEN İNSANI ÖNEMSİYOR

 iddia: Evrende o kadar galaksi ve gezegen var iken koskoca Allah neden toz tanesi kadar yer kaplamayan bizler ile uğraşıyor? Madem imtihan yeri dünya neden diğer gezegenleri yarattı?

Sayın iddia sahibi senin için bir kağıt havlu mu daha değerli yoksa minik bir pırlanta mı? Havlu kağıdın yüz ölçümü kat be kat daha fazla olduğu için senin mantıki çıkarımın ile daha değerli olmalı!

Değerlerin büyüklük ve küçüklüğe göre olduğunu söyleyen bir mantık yasası mı var? Allah katında dünyanın daha değerli  olmadığını nasıl bilebilirsin?

Sadece büyüklük ve küçüklük karşılaştırması ile mi bu sonuca vardın yoksa daha iyi bir argümanın mı var?

Eğer ki evrende dünyanın çok küçük bir kapladığı sonucundan buna ulaştıysan boyutça büyük olan her şeyi değerli görmen lazım.

A5 kağıdının 200 tl'den daha değerli olduğunu söyleyemiyorsan bu iddianın çürük ve içi boş olduğunu kabul etmen lazım!

Ayrıca iddia sahibinin yanlış düşündüğü bir kısım daha var; Allah'ın küçük şeylerle uğraşmacağı yanılgısı!

Sayın iddia sahibi biz Allah için çok güçlü değil "mutlak güçlü" deriz. Yani Allah için bir galaksiyi yaratmak ile bir kum tanesini yaratmak arasında fark yok. Ve ayet-el kursi'de dediği gibi "Bundan hiçbir yorgunluk da hissetmez"

Şöyle düşünün; bir kağıda "evren" yazmak mı daha zordur "çakıl" yazmak mı? Sizin için ikisini de yazmak nasıl aynı kolaylıkta ise Allah için de ikisini yaratmak aynı kolaylıkta!


Her şeye gücü yeten bir yaratıcı senin iddia ettiğin gibi boyutça büyük şeyler ile ilgilenip küçük olanlar ile ilgilenmeyen bir yaratıcı değil toz tanesinden tut galaksilere kadar her şey ile ilgilenen bir yaratıcı!

Evet koskoca Allah koskoca evrende beni de seni de önemser! Her an herşeyden haberdar olan birinden bahsediyoruz! O yüzden biraz daha oksijen alsan iyi olacak..

İkinci iddiaya gelirsek; diğer galaksi ve gezegenler neden var?

Bu sorunun sorulması gülünç çünkü kozmos eğer tek galaksi yada tek gezegenden ibaret olsaydi bu sefer de şu iddia ile gelinmeyecek miydi?

"Allah'ın gücü sadece buna mı yetiyor? Neden tek bir tane galaksi yaratmış?" Sayın iddia sahibi her şeye gücü yeten Allah neden yaratmasın ki diğer gezegenleri?

Ayrıca insan; kalbi ve aklı ile diğer bütün yaratılanlardan üstündür.

Değerimizi genişliğimiz veya uzunluğumuz değil düşüncemiz, duygularımız, irademiz belirler! 

Kalpte süveyda denilen yer(mecazi) galaksilerden gezegenlerden çok daha derin anlamlar içerir.

Ki zaten evreni değerli kılan bizim onu keşfetmemiz değil mi? Sanırım yeterince büyüksün ve değerlisin insanoğlu!

Sadece bir fırt daha oksijen alıp iddianın ne kadar çürük olduğunu anla!

EVLATLIK EŞİ İLE EVLİLİK (ZEYD MESELESİ)

iddia: Peygamberiniz evlatlık olarak aldığı hz.Zeyd'in eşi hz.Zeynep ile evlendi! Bu açıkça ahlaksızlıktır!

Öncelikle asıl olayı anlatalım sonra ahlaksızlık mı değil mı bakarız.

Cahiliye devrine güneş gibi doğan İslam'ın cahiliye kurallarını yıktığı zamanlardı.Bildiğiniz gibi cahiliye devrinde sınıfsal farklılıklar vardı ve köle biri hür biri ile evlenemezdi.

Sıra bu hükmü kaldırmaya gelmişti ve peygamberimiz eski bir köle olan hz.Zeyd'i halasının kızı olan hz.Zeynep ile evlendirdi. Evet hz.Zeyd ve hz.Zeynep'i evlendiren kişi zaten hz.Muhammed(sav)!

Ama hz.Zeynep Müslüman olmasına rağmen halen içinde cahiliye kırıntıları kalmıştı. Azatlı bir köle olan kocasına iğneleyici sözler söyleyip tepeden bakıyordu.

Hz.Zeyd artan bu geçimsizlige dayanamayıp ayrılmak için peygamberimize müracaat etti.Peygamberimiz her defasında Zeyd'e "Karını tut, boşama."diyordu. Ancak her şeye rağmen bu evlilik bir seneden fazla sürmedi. Zeyd, sonunda karısını boşamak zorunda kaldı.

Bazı şeref yoksunu ateistler ileri giderek "Zeynep ve Zeyd'i Ahzap 37 ayeti ile peygamber ayırdı" iddiasında bulunsa da bunun yalan olduğu ayetten de çok rahat anlaşılır.

"Hani Allah'ın iman nasib ederek ikramda bulunduğu ve senin de azad edip evlâtlık edinerek ikramda bulunduğun kimseye sen, 'hanımını bırakma, Allah'tan kork' diyordun.Sen o zaman, Allah'ın açıklayacağı bir şeyi bildiğin hâlde, insanların dedikodusundan korkuyordun. Halbuki Allah korkulmaya daha layıktır. Sonra Zeyd o hanımla alâkasını kesince Biz onu sana nikâhladık. Ta ki evlâtlıkların boşadığı hanımlarla evlenmenin mü'minler için günah olmadığı anlaşılsın. Allah'ın emri işte böylece yerine getirilmiştir." (Ahzab, 33/37)

Ayetin boşanma olayı bittikten sonra indiği gayet açık. Ayrıca Zeyd’le Zeynep’i evlendiren peygamberin kendisidir. eğer Zeynep’de gözü olsa neden baştan bu nikahı kendisi kıydırsın?

Aynı ayetten anlaşılacağı gibi bir başka cahiliye hükmünün yıkılması lazımdı!

Cahiliye döneminde evlatlık alınan kişi öz evlat sayılırdı! Oysa İslam; bunun yanlış olduğunu ve evlatlık alınan kişinin hicbir zaman biyolojik evlat gibi kabul edilmeyeceği hükmünü getirdi!

“Onları, yani evlâtlıklarınızı babalarının ismine nisbet ederek çağırın. Bu Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar zaten sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.” (Ahzab, 33/5)

Bu âyet nazil olduktan sonra Zeyd, artık Zeyd bin Harise diye babasına nisbet edilerek çağrılmaya başlandı.

Yani İslâm hukuğuna göre Zeyd ve peygamber, baba-oğul değil ayette dediği din kardeşi, dost, arkadaştır!

Bu yüzden peygamberin evlatlığı olan Zeyd’in, eşinden ayrıldıktan sonra evlenmesi de ahlaksızlık değildir. En yakın arkadaşınızın veya yakınınızın boşandığı eşi ile evlenmeniz kadar doğaldır.

Hatta peygamberimiz bile hz.Zeynep olan evliliğinin dedikodulara yol açacağını biliyordu ve kısmen çekiniyordu! Ama evlatlık ile ilgili yanlış bir hükmü kökten ortadan kaldırmak için bu evlilik gerekliydi!

Nitekim bu evlilik üzerine münafıklar boş durmadı. "Muhammed, oğlunun karısının haram olduğunu bildiği halde, kendi oğlunun hanımını nikahladı!" demeğe başladılar. Bunun üzerine Ahzab suresinin 40. âyeti nazil oldu:

"Muhammed, hiçbirinizin babası değildir, O Allah'ın Resulüdür ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah ise her şeyi hakkıyle bilir."

Böylece İslâm, evlâtlıkla öz evlâd hukukunu birbirinden ayırıyordu. Ki tam tersi bi olay yani belli sebeplerden dolayı hiç birbirini tanımamış olan iki kardeşin evlenmesi de kabul edilmez!

Ayrıca bu evlilikten hz.Zeyd memnun mu? Evet! Hz.Zeynep memnun mu? Evet!
Eğer her iki taraf da bu evlilikten memnun ise SANANE sayın ateist!

Ateizm literatüründe “ahlak” kavramı olmadığını bile bilmeyen ve ahlakı temellendirmede doyurucu bir cevap veremeyen sayın ateist hangi ahlak yasasına göre "ahlaksızlık" diyorsun bu olaya?

Viking yasasına göre mı yoksa Babil yasasına göre mi? Ahlak konusunda başvurulması gereken son yer ateizmdir!

"Ateizme göre ahlaksızlıktır" demek "mühendisliğe göre ahlaksızlıktır" demek ile aynı şey!

Yok illaki anlamıyorsanız, Nietzsche ve Sartre gibi üstadlarınızdan örnek vereyim;

Nietzsche: Ondan Allah inancını çekip aldığınızda zorunlu hiçbir şey elinizde kalmaz. Ancak Allah'ın varlığı doğruysa bir doğruluk değeri olabilir.

Sartre: “Tam tersine, varoluşçu için Allah’ın var olmadığı fikri
oldukça huzursuzluk vericidir, çünkü O’nunla beraber rasyonel bir zeminde değerler için zemin bulma olasılığı da yok olmaktadır. Bu, bunu düşünecek sonsuz ve mükemmel bir bilinç olmadığı anlamına geldiğinden, baştan kabul edilebilecek bir
iyilik de yok demektir

Sonuç:
 1) Hz.Zeyd ve hz.Zeynep karşılıklı anlaşarak boşandı. Peygamberimiz bu yuvanın yıkılmasına engel olmak istese de başaramadı.

 2) Hz.Zeyd ve Peygamberimiz arasında herhangi bir kan bağı yok! Onlar arkadaş ve din kardeşidir ancak!

 3) Bu evlilik boşanan bir kadının başka bir erkek ile evlenmesi kadar doğal bir durumdur.

 4)Bir erkeğin annesi ile beraber olmasını engellemek için bile, doyurucu bir argüman alt yapısı olmayan ateizm felsefeninin, dinlere karşı ahlak eleştirisi ironiden başka bir şey değil!

Kaynaklar

Nietzche sözü 👉Walter Kaufmann, Portable Nietzche, The Viking Press, New York (1954), s. 515-516

Sartre sözü👉Jean-Paul Sartre, Basic Writings, ed: Stephen Priest, Routledge, Londra (2001), s.32

NUH TUFANI İDDİALARI


Nuh tufanı ile ilgili iddialar;

1) Tüm dünya yüzeyini kaplaycak miktarda su yeryüzünde bulunmamaktadır. Tufanda bütün dünyayı mı su bastı?

2)Dünyadaki bütün hayvan çiftleri(2,5 milyon tür) nasıl sığdı gemiye?

3) Gemi Cudi dağı gibi yüksek bir yere nasıl oturdu? Sular 2100 metreye kadar yükseldi mi?

4) O felaket esnasında hz.Nuh oğlu ile nasıl konuştu?

Sırayla cevaplara başlayalım👉

Cevap 1-2: ilk iki iddianın cevabı aynı olduğu için tek seferde cevap verecez

Maalesef İslam karşıtı kişilerin çoğu Nuh tufanının tüm dünyada yaşandığını sanıyor. Oysaki tufanın tüm dünyada yaşadığına dair inanış Tevrat ve İncil kaynaklıdır Kur'an kaynaklı değil!

RAB insanlardan evcil hayvanlara, sürüngenlerden kuşlara dek bütün canlıları yok etti, yeryüzündeki her şey silinip gitti. Yalnız Nuh’la gemidekiler kaldı(yaratılış 7/23)-Tevrat

O zamanki dünya yine suyla, tufanla mahvolmuştu. (II. Petrus 3/6)-İncil

Oysaki İslam inancında son peygamber hz.Muhammed(sav) haricinde gelen diğer bütün peygamberler belli bir kavme gelmiştir.

Andolsun, biz, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik...(ankebut 14)

“Diğer peygamberler kendi kavimlerine hususi olarak gönderilmiş, fakat ben bütün insanlara peygamber olarak gönderildim.” (Buhari, Teyemmüm, 1, Salat, 56; Müslim, Mesacid,3; Nesai, Gusul,36; Darimi, Salat, 111)

Bu yüzden sadece belirli bir bölgede tufan gerçekleşmesinde ve sadece o bölgedeki hayvanların gemiye bindirilmesinde anormal bir durum söz konusu değildir!

Hz. Nûh'un: “Ey Rabbim, kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma."(nuh 26) diye ettiği duaya yeryüzündeki bütün kâfirlerin dahil olup olmadığı konusuna gelince:

Âyette söz konusu olan “arz” kelimesi, Kur’an’da, bazen dünya/yeryüzü, bazen de belli bir arz/toprak/yer anlamında kullanılır. Mesela:

“Onlar, Arz’dan çıkarmak için seni tedirgin edip dururlar.”(İsra, 17/76)

mealindeki âyette geçen Arz’dan maksat Mekke’dir. Onun için bu kelime meallerde genellikle “yurdundan” şeklinde geçer.

“Rumlar Arzın yakınında/yakın bir yerde yenildiler.”(Rum, 30/2)

mealindeki âyette geçen Arz kavramı, Hicaz bölgesi (veya Bizans/Fars bölgesi) anlamında kullanılmıştır.

Aynı şekilde örneğin cümle içinde "herkes" sözcüğünü  bazen bütün insanlar için bazen de olay örgüsünün gidişatına göre belirli bir topluluk için kullanırız.

Söz konusu ayette de arz sözcüğü "hz.Nuh'un kavminin yaşadığı yer" anlamında geçtiğini söyleyebiliriz.Ki "Biz, hiçbir memleketi uyarıcıları olmadıkça helâk etmedik."(şuara 208) ayetince bu helaktan diğer insanların da nasibini aldığını söylemek dogru olmaz.

3. iddiaya gelirsek; Cûdi, Türkiye’nin Güneydoğusunda Şırnak dolaylarında 2000 m. yüksekliğinde bir dağ.

 Ama "...gemi Cudi üzerine oturdu...(hud 44)" ayetindeki cudi sözcüğünü bildiğimiz dağ olarak almak pek mantıklı değil.

Cûdi dağının Musul ve Şam taraflarında olduğuna dair rivayetler de mevcut!

Ayrıca Cûdî kelimesi Gudi kelimesinin bozulmuş hâlidir.Bilimsel çalışmaların sonucunda Kürt kelimesinin eski karşılığı olan Gudi/Kurti kelimelerinin değişmiş hali olduğu anlaşılmıştır.

Bu dağın hz.Nuh zamanında da cudi diye anılıp anılmadığını bilmiyoruz.

Bu yüzden Cûdî kelimesinin özel isim değil de sıfat olarak kabul edilmesi daha doğru olur. Cudi “bereketli, cömert” anlamına gelir ve ayet şu şekildedir; “...gemi bereketli yere oturdu...”(hud 44)

Ki başka bir ayette geçen hz.Nuh'un duasına bakalım;

Ve de ki: Rabbım; beni "mübarek" bir yere indir. Ve Sen indirenlerin en hayırlısısın.(muminun 29)

Bu ayeti de göz önüne aldığımızda ve ayette geçen "mubâreken" sözcüğüne baktığımızda cudi sözcüğünün dağ ismi olarak değil de bir "kurtuluş" şeklinde sıfat olarak kullanılmasının daha doğru olduğunu görüyoruz.

Ayrıca diyelim ki ayette geçen bildiğimiz şuanki cudi dağı olsun; peki sayın ateist "gemi cudiye oturdu" ayetinden neden dağın zirve kısmını anlıyorsun?

Gemi cudi dağının 50'nci metresine oturmuş olamaz mı? Sonuçta dağ direk seklinde değil ya! Dağın 50'nci metresi cudi ismiyle anılamaz mı? Orası da dağın bir parçası değil mi?

Gemi zirveye oturmadıysa sular da zirveye çıkacak kadar yükselmemiş olabilir!

Sonuç olarak cudi dağı olarak alsak bile bir mantıksızlık olduğunu söyleyemeyiz!

4. iddiaya gelirsek; O şiddetli tufan anında Nuh nasıl oğlu ile konuştu?

Oysaki tufan hokus pokus şeklinde anlık her yeri kaplamadı. Bir sel felaketi gibi gibi yavaş yavaş her yere dağıldı. Hz.Nuh'un oğlunun sığındığı yere kadar daha sular yükselmemiş iken konuşma gerçekleşmiş olabilir.

Ki olayın bu şekilde olduğu hud(42-43) ayetleriden de anlaşılır.

(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna
seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte olma."
 (Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün
Allah'ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)tan başka bir koruyucu yoktur." Ve
ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu. (Hud Suresi,
42-43)

Sonuç: İslam inancindaki Nuh tufanı olayında iddia edildiği gibi mantık dışı bir olay mevcut değil. Yapılan itirazlar da daha çok bilgisizlikten kaynaklanıyor!

KAYNAKLAR

https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Cûdî_Dağı

http://www.yaklasansaat.com/eski_kavimler/nuh/bill_crouse_nuh_un_gemisinin_son_rihtimi_cudi.asp

http://www.seyrangah.tv/nuh-tufani.html

SORGULAMAK YASAK MI

Mâide, 101.Ayet: Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde, sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Hâlbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah, çok bağışlayandır, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)

iddia: maide 101 ayetine göre dinde araştırmak, sorgulamak yasak! İslam bir koyun gibi hayatımızı sürdürmemizi istiyor.

Öncelikle bu ayetin hangi olay için hangi konu için indiğine bakalım;

Hadisi şerife göre;
Peygamberimiz (asm) bize hitap etti ve şöyle buyurdu: "Ey Müslümanlar! Size hac farz kılınmıştır, o halde hac yapınız." Bir adam:“Her sene mi, Ya Resûlallah?”dedi.
Peygamberimiz cevap vermeyip sustu. Adam sorusunu üç defa tekrarladı.Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (asm):
"Şâyet 'Evet' desem, mutlaka farz olurdu, tabiî sizin de buna gücünüz yetmezdi."  buyurdular (Müslim, Hac 412).

Dinde yasaklanan sorular hadiste bahsedilen tarzı gereksiz sorulardir..bu tür sorular işinizi zorlaştırır.örneğin bakara suresinde bahsedilen yahudilerin inek kesme olayı gibi..Allah bir inek kesmelerini emretti ama onlar saçma sapan gereksiz sorular sordular..

İnek genç mi olsun yaşlı mı, rengi ne olsun, vb..Bu yüzden onlar her sorduğunda Allah cevapladı ve işleri zorlaştı..

İbn Abdi'l-Berr der ki; bir kimse ilme arzusu ve bilgisizliğini gidermek isteği, dinî bakımdan bilinmesi gereken bir konuyu anlamak hakkında soru soracak olursa, bunda bir sakınca yok çünkü, cahilliğin çaresi soru sormaktır. Kim de işi yokuşa sürmek veya bilgisini artırmak kastı ya da öğrenmek amacı olmaksızın soru soracak olursa o zaman hoş görülmez.

demek ki; İddia edilenin aksine Maide Suresi 101. ayette sorgulamayın denmiyor “tesu’kum:sizi üzecek” yani yeni dini yükümlülükler getirecek sorular sormayın deniliyor.

 Şimdi de bilime, ilime, araştırmaya, düşünmeye, sorgulamaya yönlendiren ayetler ve hadislerden bazılarına bakalım;

“…Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (Enam Suresi | 32) …. [Bkz…. Araf Suresi | 169, Yunus Suresi | 16, Hud Suresi | 51, Yusuf Suresi | 109, Enbiya Suresi | 10, Enbiya Suresi | 67, Müminun Suresi | 80, Kasas Suresi | 60, Saffat Suresi | 137, Yasin Suresi | 68, Enam Suresi | 32, Hadid Suresi |17]

“…DÜŞÜNEN BİR TOPLULUK İÇİN âyetleri böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.” (Rum Suresi,28)

“…Siz hiç düşünmüyor musunuz?” (Ali İmran Suresi | 65)

“ALLAH AKILLARINI KULLANMAYANLARIN üzerlerine pislik yağdırır.” (Yunus Suresi, 100)

....Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.(Bakara Suresi, 269. ayet)

...“Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı?..(fatır suresi 37.ayet)


....De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?"(En'am Suresi, 50. ayet)

...Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?"(En'am Suresi, 80. ayet)

Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz?(Nahl Suresi, 17. ayet)

Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi...(Mü'minun Suresi, 68. ayet)

Düşünmeye çağıran Kuran aynı zamanda da sorgulamayada davet etmektedir. Şimdi Kuran’ı bir bütün olarak değerlendirdiğimizde Kuran ortaya şöyle bir görüş koyuyor :

Bazıları sorgulamak günahtır tarzı şeyler söylüyorlar. Bu iddialar doğru değildir. Genel olarak sorgulamanın yanlış olduğunu söylemek Kuran’a göre mümkün değil. Kuran’a baktığımızda sorgulamayı teşvik eden birçok ayet olduğunu görüyoruz. Kuran bizden neleri sorgulamamızı ister ?

İşte bir kaç örnek:

-Kuran evrenin yaratılışını sorgulamamızı ister (Enbiya Suresi, 30)
-Kuran insanın yaratılışını sorgulamamızı ister (Kıyame Suresi , 37)
-Kuran atalarımızın dinini sorgulamamızı ister (Bakara Suresi, 170)
 -Bir kitap Allah katından olması gerekiyorsa hangi şarta uyması gerekiyor? Kur’an bizzat Kuran’ın kendisini sorgulamamızı ister (Nisa Suresi, 82)
-Kuran peygamberi sorgulamamızı ister (Yunus Suresi ,38)
-Bir din doğru ise neden tek tanrılı olması gerekiyor? (Enbiya Suresi,22).

 Mesela Kuran’da Hz. İbrahim’in kıssasına baktığımızda bu kıssanın tamamen bir sorgulama sürecini anlattığını görüyoruz.

 Örneğin; Hz. İbrahim güneşin battığını görüyor ve öyleyse bu Rabbim olamaz diyor.

Allah bize bunları boşa anlatmıyor ? Bize, aslında sorgulayarak gerçeklere ulaşılacağını öğretiyor.

”Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” (Bakara Suresi, 23)

Hadisler;

"Hikmet (ilim) müslümanın kayıp malıdır. Nerede bulursa alsın."

"İlim öğrenmek kadın-erkek herkese farzdır."

"İlmin yarısı soru sormaktır."

"İlim Çin'de bile olsa gidiniz."

"Alimin ölümü alemin ölümü gibidir."

"Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır."

Vb..daha birçok ayet ve hadis araştırmaya, sorgulamaya teşvik eder. Diğer dinleri bilmem ama araştırmaya yönlendiren yüzlerce ayet ve hadise kör olup maide 101 ayetini çarpıtarak ve ayetin ne için indiğine bakmayarak İslam dini sorgulamayı yasaklıyor dersen buna sadece gülüp geçeriz😊

Eğer daha iyi bir sure yazılabilirse Kuran Allah kelamı olamaz. Bu meydan okuma Kuranı test edilebilir bir kitap yapıyor.

Özetleyecek olursak ilgili ayette işleri yokuşa süren gereksiz sorular yasaklanmıştır ve Kuran’a göre sorgulamak yanlış yada yasak değildir. Kuran babadan anneden gelme taklidi imanı değil akla dayanan düşünerek bilinçli bir eylem olarak edinilen imanı kabul eder. Bu yüzden böyle bir iddiada bulunmak cahillik değilse iftiradır!😊

Biruni “Benim bilimle uğraşma sebebim Ali İmran Suresi 191. ayettir” demiştir. İlgili ayet şu şekildedir:

Onlar ki ayaktayken, otururken ve yanları üzerinde yatarken Allah’ı hatırlarlar, göklerin ve yerin yaratılışı konusunda derinlemesine düşünürler de şöyle derler: “Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateş azabından koru.”

Hadislerin kaynakları;

(Tirmizi, İlim 19; İbn Mâce, Zühd 17)

(İbn Mace, Mukaddime, 17).

Riyazü’s-Salihin

(Câmiü’s-Sağîr, 1/310)

Ebü'd-Derda

(Müslim, Zikr 39. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvûd, İlim 1)


DOĞU VE BATI ARASI DÜZ DÜNYA

 "Mûsâ, 'O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız bu, böyledir.' dedi." (Şuara Suresi 28)

iddia: Şuara 28 ayetinde doğu ve batı arasından bahsediyor oysa yuvarlak dünyada doğu veya batıdan bahsedemeyiz. Bu nedenle Kur'an'ı yazan kişi dünyayı düz sanıyordu!

Cevap; Doğu ve batıdan bahsedemeyiz mi? Coğrafya terimleri olan doğu ve batı sözcüklerini uzaydan bakınca kullanmak saçma olabilir. Ama bu kelimeleri çoğu zaman kullanırız çünkü biz insanlar dünyayı bazı kurallara göre doğu ve batı olarak ayırırız.

 Örneğin Asya’ya doğu derler, Amerika’ya ise batı derler. Bugün Nasa’da çalışan ve Dünya’yı birkaç defa uzaydan seyreden bir astronota sorsanız ki en doğuda kalan ülke hangisidir, “Japonya” diyecektir. En batıdaki ülke hangisidir diye sorsanız “ABD” diyecektir. Peki bu astronot dünyayı düz mü sanıyor?

 İnsanlar bugün bile doğu ve batı kavramlarını, coğrafi olarak bir anlam taşıyabilmesi için, sınırlarıyla düşünme ihtiyacı duyuyorlar. Bu kavrayış hâlâ insanın literatüründen düşmemişken Allah’ın insanlara kendi kavrayışlarıyla gerçekleri anlatmasında bir yanlış yoktur.
 Çünkü Kur'an bize hitap ettiği için bizim anlayacağımız şekilde terimler kullanmalı!

Aynı şekilde örneğin Allah için yarın,dün, sonra gibi zaman terimleri de yok ama bizim gibi zamana dahil varlıklar için bu terimleri de kullanır! Bu yüzden doğu ve batı yok demek saçmalık olur. Bunu iddia eden ateist acaba nasıl bir alemde yaşıyor?

Ayrıca edebi yönden yeryüzünde herseyi kastetmek için doğu ve batı terimlerini kullanırız kuzey ve Güney terimlerini kullanmayız.

Örneğin;
Tarihte Abbasî Halifesi’nin Tuğrul Bey’e “Doğu’nun ve Batı’nın Sultanı”  demesinin anlamı bütün yeryüzünün komutanı, sultanı demek. Edebi açıdan "kuzeyin ve güneyin sultanı" demek saçma olurdu.

Ayette de aynı edebi sanat vardır. Allahın yeryüzündeki herseyin Rabbi olduğu  "doğu ve batı arası" deyimi ile ifade edilmiş. Yani aslında ayet coğrafyadan çok edebiyat ile ilgili!

Peki Allah sadece yeryüzünün mü sahibi, uzaydan haberi yok mu?

Hayır bu soru da bir safsata örneği! "Ben bir kaleme sahibim" cümlesinden "ben silgiye sahip değilim" anlamı çıkmaz. Allah başka ayetlerde göklerden, yıldızlardan da bahseder! Ve başka ayetlerde tüm bunların sahibi olduğu da geçer! Bu ayette özellikle yeryüzüne değinmesinden başka anlamlar çıkarmak yanlış olur!

Peki Kur'an dünyanın yuvarlak olduğundan bahseder mi?

Kuran bir bilim kitabı değildir o yüzden açık bir şekilde ifade etmese de bazı ayetlerde işaret ettiğini söyleyebiliriz!

Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor… (Zümer Suresi, 5)

Kuran’ın evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat çekicidir. Üstteki ayette “sarıp örter” olarak tercüme edilen Arapça kelime “yukevviru”dir.

Bu kelimenin Türkçe karşılığı, “yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak”tır. (Örneğin Arapça sözlüklerde “başa sarık sarma” gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılır.) Ayette, gecenin ve gündüzün birbirlerinin üzerlerini sarıp-örtmeleri konusunda verilen bilgi, aynı zamanda Dünya’nın yuvarlaklığına işaret eder.

Ardından yeri düzenleyip döşedi.(naziat 30)

Ayrıca bu ayette düzenleyip döşedi şeklinde çevirilen "dehâ-hâ" sözcüğü kullanılması da dikkat çekicidir! Çünkü böyle bir ayette  “firaş, bisat” gibi sözcükleri değil de “deha” gibi yuvarlaklığı ifade eden bir kelimeyi kullanması elbette birşeylere işaret eder!

Ayrıca, “dehv” kelimesinden türeyen diğer kelimelerde de yuvarlaklık anlamı mevcuttur.
Örneğin çocukların topu yerdeki bir çukura düşürmeleri, taş atıp çukura düşürme yarışları, cevizle oynanan oyunlar hepsi “dehv” kelimesiyle ifade edilmektedir. Deve kuşunun yuva yapmasına, yatacağı yerdeki taşları temizlemesine, yumurtladığı yere ve yumurtasına da bu köklerden türemiş kelimeler kullanılır.

Yine aynı şekilde Kuzey Afrika’da Arapça konuşan halkın arasında yumurtaya ”dahhy”, kuluçkaya da ”medhhy” denir. Ve kelimelerin kökü ”DHHY” dir.

Bu ayetler bir insan uydurması olsaydı kelimler arasındaki farka bu kadar dikkat edermiydi? Özellikle dünya şekli hakkında hiçbir fikri yok iken?

Sonuç: Kur'ana göre dünya düzdür iddiası kesinlikle çürük bir iddia! Hatta tam tersine yuvarlak olduğuna işaret eden ayetler bile var! Doğu ve batı terimleri üzerinden ayete itiraz etmek saçmalık olduğu gibi ayetteki edebi sanatı görmemek de körlük olur!

Yani burdan da ateistlere pay çıkmaz!

YAHUDİLERDE "UZEYR ALLAH'IN OĞLUDUR İNANCI" VAR MI
 iddia: Kur'an'da Yahudilerin Üzeyr peygamberi Allah'ın oğlu olarak kabul ettikleri yazar. Oysa başta Tevrat olmak üzere hiçbir Yahudi kaynakta bu geçmez.

Öncelikle iddia sahibinin Kur'an'ı Tevrat ile yalanlama çabası göz yaşartıcı. Aynı ateist Yahudilere gidip "bak Kur'an'da oğul dediğiniz yazıyor demek ki bazı şeyleri zamanla silmişsiniz" iddiasında da bulunabilir.

Tabiki her iki iddianın geçerlilik hükmü yok! Hatta aynı ateist çoğu zaman Kur'an'ın Tevrat kopyası olduğu iddiasında da bulunur. Herhangi iki şey arasında doğal olarak ya benzerlik olur yada farklılık!

Bir kişi hem benzerlik hem de farklılık olmasına itiraz edecek kadar kendisi ile çelişiyorsa bu sahip olduğu ateizm görüşünün araştırmaya dayalı değil  psikolojik olduğunu gösterir!


Peki Yahudilerde Kur'an'ın iddia ettiği gibi bir inanç var mı?

ilgili ayet;

Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler...tevbe 30)

Evet iddia edildiği gibi Tevrat'ta "Uzeyr Allah'ın oğludur" şeklinde bir ayet geçmez ve şimdiki Yahudilerde böyle bir inanç yok.

Peki Kur'an neden böyle bir iddiada bulundu? Bir bildiği mi var?

Ezra! Hz.Uzeyr'in tevrattaki ismi Ezra! Önce Yahudilikte çok önemli bir yere sahip olan Ezra'nın hikayesine kısaca değinelim;

Tevrat’ta  “Katip Ezra” (Ezra ha-Sofer) olarak zikredilen Üzeyir, Buhtunnasr’ın Kudüs’ü yağmalamasıyla yakılan, yok edilen ve hatta tamamen unutulan Tevrat’ı yeniden  tertip eden ,yazan kimsedir.

Yahudi inanışına  göre Allah, Üzeyir’e yanına katipler alarak inzivaya çekilmesini emretmiş.

Ertesi gün kendisine sunulan tastaki suyu içmesinden sonra kırk gün boyunca Tevrat’ı yazdırmıştır.

Yahudiler Tevrat’ı bu şekilde yeniden yazması dolayısıyla Üzeyir’i “İkinci Musa” olarak isimlendirmekte; Hz.Musa gelmeseydi Tevrat’ın Ezra’ya verileceğini kabul etmekte idiler.

Ezra’nın (Üzeyir) yok olan Tevrat’ı ezbere yeniden yazması, bu Tevrat’ın daha sonra yaşlı bir kadının saklayıp ortaya çıkardığı Tevrat’la da aynı olduğunun görülmesi üzerine, yahudilerin ona olan hayranlığını arttığı söylenir.

Not: Ezra'nın hz.Musa yasalarını iyi bilen bir bilgin olduğuna Tevratta Ezra 7:1-2 kısmında değinir.

Şimdi de "oğul" iddiası dogru mu ona bakalım;

Yahudi asıllı İskenderânî ise Hicaz bölgesindeki Karâîler’in "Uzeyr Allah'ın oğludur" inancına sahip bulunduklarını nakleder. (Lazarus-Yafeh, s. 53)

Ortacağ coğrafyacısı Makdisî ise Ezrâ’yı Allah’ın oğlu diye kabul eden Yahudilerin Filistin Yahudileri olduğunu, bunu Ezrâ’yı yüceltmek ve onu onurlandırmak için yaptıklarını, diğer Yahudilerin bunu kabul etmediklerini söyler. (el-Bed’ ve’t-târîħ, IV, 35)

Yine 9.yy'da yaşamış bilim adamı El Cahiz de bir kısım yahudinin bu inanca sahip olduğunu söyler.

10.yy'da yaşamış tarihçi ve filozof İbn Hazm ise Yemen civarında yaşadıklarını söylediği Sadûkīler’in Ezrâ’yı Allah’ın oğlu olarak kabul etme inancını taşıdıklarını belirtir. Ona göre Sadûkīler’i diğer Yahudi gruplardan ayıran en önemli inanç budur (el-Fasl, I, 99)

Tefsirlere bakacak olursak; Tefsirlerde yer alan rivayete göre bunu söyleyenler Medine’deki bir grup Yahudidir.(İbn Ebû Hâtim, VI, 1781; İbnü’l-Cevzî, III, 424)

Sa‘lebî, İbn Cerîr et-Taberî, Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Fahreddin er-Râzî ve Tûsî gibi müfessirler âyetin bütün Yahudileri kapsamadığını belirtir.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz; Bu inanış bütün Yahudilerde olmasa da 9-10 yy'a kadar bir kısmında mevcuttu.

Yada Ezra'nın(m.ö. 4-5 yy.) yaşadığı dönemden günümüze bu inanış zamanla yok olmuş da olabilir.

Yahudi tarihinde Süleyman Mabedinin yıkılmasıyla kohenlerin fonksiyonlarını kaybetmeleri ve yahudilerde siyasi ve dini idarenin kohen soyuna mensup olmayan kimselere geçmesi, Ezra’ya yüklenen değeri zamanla unutturmuştur.

Örneğin  sayıları fazla olmasa da Nasturiler gibi birkaç Hristiyan mezhebi hz.İsa'nın Allah'in oğlu olduğunu kabul etmezler.


Yine aynı şekilde hz.İsa'nın tanrısal bir tarafı olduğuna inanmazlar ve onun sadece insan olduğuna inanırlar.

Örneğin yine günümüze ulaşan İncil çeşitlerinden biri olan Barnaba incili hz.İsa'ın ilah yada Allah'ın oğlu olduğunu kabul etmez.

Eğer hz.Isa'nın kul olduğunu söyleyen Hristiyanlar baskın gelseydi ve günümüzde yaygın inanış bu olsaydı bu sefer de aynı ateist "bak Kur'an Hristiyanlara iftira atıyor" şeklinde itiraz edecekti!

Ayrıca bu Ezra meselesine başka taraftan bakalım; Aslında bir Yahudinin bu oğul olayına itiraz etmesi çok da mantıklı değil.

Çünkü Tevrat’ta, “Tanrı’nın Oğlu” tamlaması yalnızca Üzeyir için değil,  başkaları için de kullanılmıştır.

Örneğin;
“RAB bana şöyle dedi: ‘Tapınağımı ve avlularımı yapacak olan oğlum Süleyman’dır. Onu kendime oğul seçtim. Ben de ona baba olacağım.”
(Tevrat-1. Tarihler 28-6)

Ben de onu ilk oğlum(Davut), Dünyadaki kralların en yücesi kılacağım. (Tevrat-Mezmurlar 89-27)

Sonuç olarak; Hem tarihte hem de kendi kitaplarında "baba-oğul" inanışına rastlayabilirsiniz. Bu konuya hiçbir Yahudi yada ateist itiraz edemez! Ve Kur'an her zamanki gibi haklı çıktı!

Kaynaklar;

https://incil.info/YC2009/arama/Ezra

https://www.britannica.com/biography/Ezra-Hebrew-religious-leader

http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=420402

https://tr.m.wikipedia.org › wiki › Üzeyir

https://tr.m.wikipedia.org › wiki › Ezra

https://sorularlaislamiyet.com/blog/barnabas-incili

https://www.turkcebilgi.com/nasturiler

Mahmoud Ayoub, “Uzayr in the Qur’an and Muslim Tradition”, Studies in Islamic and Judaic Traditions (ed. W. M. Brinner - S. D. Ricks), Atlanta 1986, s. 9-14)







İNSTAGRAM: 111YEK111

Yorumlar

Popüler Yayınlar